Türk tarihinde Arapça çok mühim bir yer tutmuştur. Arap hegomonyacılığı İslam dinini de arkasına alarak Türkler ve başka milletler üstünde Arap egemenliği kurmuştur. Örneğin İslamiyet ile ilişkisinde Araplar kendilerini birinci sınıf Müslüman kendi dışındakileri de ikinci sınıf ya da mevâli (köle) Müslüman olarak görmüşlerdir. Türklerin İslamiyet ile ilk tanışması 8. ve 9. yüzyıllarda Türkistan da olmuştur. Arap ordularının komutanlığını yöneten Zalim Hac- cal ve Kuteybe ile Türklerin tanışması Türklere ağır faturalara mal olmuştur. Binlerce Türk genci canlarını vermek zorunda kalmışlardır.
Yüzyıllarca Arapça Allah’ın dili, Arap örfü ise İslami
gelenek olarak İslamiyet’i kabul eden uluslara İslam’ın şartı olarak kabul
ettirilmeye çalışılmıştır. Böylece İslam olmak için adeta Arap örf ve
adetlerini Arap kültürünü benimsemek şart koşulmuştur. Bu nedenle insan temel
hak ve özgürlüklerinden birçok şey kaybedilmiştir. Tabi bu durum bütün Araplar
ve bütün Arap ülkeleri için söylenemez. Laik Cumhuriyetten yana Araplar ve Arap
ülkeleri de var. Örneğin; bizim ülkemizde özellikle; Adana, Mersin, Hatay, İskenderun
ve çevresinde yaşayan Arap yurttaşlarımız laik Cumhuriyetten yana, Atatürk
ilkelerini benimsemiş modern toplumsal kesimimizdir. Tarihte; Türk Arap
ilişkileri söz konusu olduğu zaman ya da Arap hegemonyacılığından söz
ettiğimizde bu toplumsal kesimimiz anlaşılmamalıdır. Eleştiri konumuz
İslamiyet’in adını kullanarak kurulmaya çalışılan Arap hegemonyacılığıdır. İslamiyet’i
kabul eden ulusları Arap hegemonyacılığının asimilasyonudur.
Bu durumu İslam bilgini Mehmet Akif Ersoy şöyle tanımlamıştır:
“Müslümanların hepsi cahil; Arap’ı
cahil, Türk’ü cahil, Kürdü cahil, Arnavut'u cahil... Hepsi cahil...
Dünya dünya olalı,
gafletin cehaletin, körlüğün, sağırlığın bu mertebesi ne görülmüş ne
işitilmiştir.
Biz cehaletimiz
yüzünden dini bu hale getirdik. Din de bizi bu hale getirdi. İslam dini bir
miskinlik dini oldu.”
Mehmet Akif Ersoy’un hutbelerinde ifade ettiği İslam dünyası
hiç iç açıcı değil. Bugünkü İslam dünyasına baktığımızda görülen tablo aşağı
yukarı aynı. İşte İran: Şehrin büyük meydanlarında sıkça görülen bir afişte,
“Hicap giymeyen kadın fahişedir.” Hicap; İslami giysiye verilen isimdir.
Kadınlarda örtünme yaşı; 7’dir. İslami giysi giymeyen kadının cezası ölümdür.
İslami giysi kendi tanımladıkları kadının gözünün bile gözükmediği giysidir.
Kadının; oje, ruj kullanması, süslenmesinin cezası 74 kırbaçtır. Kadının
şahitliği erkeğin yarısıdır. Kadın koca izni olmadan (yazılı) seyahat edemez,
çalışamaz, okuyamaz, evden dışarı çıkamaz. Birbirini tanımayan bir kadın ve bir
erkek bir mekanda bulunamaz. Bulunursa zina sayılır. Zina suçu taşlanarak
öldürülmektir. Hem de cami avlusunda cuma günleri cuma namazından sonra bu iş
yapılır. Koca zina eden eşini öldürürse cezası yoktur.
Koca istediği an eşine haber vermeden eşini boşar. Bu
durumda kadının çocuklar üstünde hiçbir hakkı yoktur. Bakire kızlara işlediği
bir suç nedeni ile idam cezası verilirse bakire olduğu için idam edilmez. Ancak
bekâreti bozulduktan sonra cezası uygulanır. İran’da İslami geleneğe göre kız
çocuklarının evlenme yaşı 9’dur. Mirasta kadın erkeğin yarısı kadar alır.
İran’da geçici birlikte olmak için muta nikâhı yapılır. Bir gecelik ilişki için
erkek istediği bir kadın ile birlikte olmak için imam kanalı ile muta nikâhı
yapar.
Suudi Arabistan’da; kız çocuklar 6 yaşından sonra erkeklerle
aynı ortamda bulunamaz. Bu günah ve yasaktır. Kızlar erkek öğretmenlerden ders
alamaz. Sadece telefon ya da monitör ile soru sorabilir. Bu ülkede, konser,
tiyatro, sinema yerleri açmak İslam’a göre günah ve yasaktır. Kadınların spor
için koşması, zıplaması, araba kullanması günah ve yasaktır. Kadının arabanın
ön koltuğuna oturması günahtır. Sevgililer günü, doğum günü v.s. nedeni ile
çiçek, hediyelik, kart satışı, mum, çiçek, v.s. günah ve yasaktır. 2002’de
süslü vücut hatlarını gösteriyor diye 82.000 çarşaf yasaklanmıştır. Üreten ve
giyenler cezalandırılmıştır. Afganistan’da; İslami giysi dedikleri giysiyi
giymeyen kadınlar idam ediliyor. Kadına okula gitmek yasak. Kan davalarında
para yerine kız çocuklar hibe edilir. Zina yapan kadın dedikleri kadınlar
günahkar diye kendi İslami anlayışlarına göre, cuma namazı sonrası stadyumlarda
binlerce erkeğin önünde taşlanarak (recm) öldürülür.
Ahlaksız görülen kadına verilen ceza ölümdür. Kadınların
dondurma yemesi, müzik dinlemesi, şarkı söylemesi, dans yapması yasak ve günahtır.
Kadınların gülmesi, fotoğraf çekmesi, TV, radyo vs. dinlemesi günah ve
yasaktır.
Hırsızlık yapanın el ve ayakları kesilir. Oje süren kadının
eli, ruj süren kadının dudakları satırla kesilir.
Bu ve benzer uygulamalar, Suudi Arabistan’da, Sudan’da, Fas’ta,
Birleşik Arap Ülkelerinde ve birçok İslam ile yönetilen ülkede devam
etmektedir. Cahiliye döneminin örf ve adetleri İslam adı altında bizim gibi
ülkelerde de özendirilmektedir. İslamiyet’e inanma Araplaşmaya dönüştürülmeye
çalışılmaktadır. İşte Hz. Muhammed’in söylediği iddia edilen bir Hadisi Şerif:
“Arapları üç nedenle sev: Çünkü ben bir Arap’ım, çünkü Kur'an Arapçadır ve
çünkü cennet sakinleri Arapça konuşurlar. Arapları sevmek imandır. Onlardan
nefret etmek ise imansızlıktır,
Bu anlayış açıkça Arapları üstün millet sayma değilse nedir?
İslamiyet kabul eden bir Türk böyle bir anlayışı benimserse iyi Müslüman olmak
için Arapça hayranı Türk karşıtı olmaz mı?
Hâlbuki Türkler tarihleri boyunca Araplarla girdikleri
ilişkiler sonucu hep kaybeden taraf oldular. Osmanlının son döneminde ise
Araplar İngilizlerle birleşerek Müslüman Türkleri arkadan vurdular. Bir
zamanlar Kâbe’yi bekleyen Türk ordusu sadece Kâbe’yi değil, Arap yarımadasını,
Yemeni, Kuzey Afrika’yı, Filistin’i, Kerkük’ü, Musul’u, Halep’i, Şam’ı bile İngilizlere
bırakmak zorunda kaldı. Bu durum Türklerin Arapça ile tanışması sonucu oldu.
Arapça ve Araplara ödenen fatura bu oldu.
Bu durumu o yıllarda cephelerden cepheye koşarak yaşayan
Mustafa Kemal Atatürk şöyle anlatıyor: “Türkler
Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dilini
kabul ettikten sonra bu din Arapların (..) Türklerle birleşip bir millet teşkil
etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin millî rabıtalarını
gevşetti; millî hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. (..)
Türk milleti birçok
asırlar, (..) bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur’an-ı ezberlemekten
beyni sulanmış hafızlara döndü. (..)
Türk milletini Allah
için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak,
Allah’la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular.
Yukarıda kısa bir bölümünü okuduğunuz yazı, Cemal Şener’in
Arapçanın Türkleri Araplaştırması adlı kitabından alıntıdır. Kitabın tamamını
okumak veya indirmek için bağlantıya tıklayabilirsiniz.
0 Yorumlar