Sünnî ileri gelenlerinin, Yavuz,
hatta daha geriye II. Bayezid’den beri “Kızılbaşlar”
hususunda bir tereddütleri vardır. O zamanlardan verilen fetvalar ortada. Bu
fetvaların ne kadarı Kur’ânî, ne kadarı politik, daha ortaya konmuş değildir.
Tereddüt “ibadet” noktasında
düğümleniyor. Cemevleri ibadet mekânı kabul edilebilir mi? Kabul edildiği an
ibadet ritüelinin ve hatta inancın sorgulanacağı tabiîdir.
Son zamanlarda PKK, Alevîleri
istismar etmek için her yolu deniyor. En son Tunceli’de “Alevî konferansı”
topladılar ve Alevîleri tamamen İslâm dışına ittiler; Alevîliğin var oluşunu
Hz. Musa öncesine götürüp Hz. Âdem’e bağladılar! Ve “Alevîlik İslâm
dışıdır.” demekten de çekinmediler. (Dolayısıyla “PKK’nın hiçbir surette
İslâm’la bağdaşır tarafı yoktur.” manasını bizlerin çıkarmasını
istediler!)
Alevîlikteki ibadet, açıklık
getirilmesi gereken bir husustur.
“Cübbeli” diye bilinen Ahmet Mahmut
Ünlü’nün “Cemevi ile camiyi eş tutmak mümkün değil. Camilerde sadece
Allah’a ibadet edilir ancak cemevlerinde saz çalınıp, şarkılar, şiirler
söyleniyor.” sözü “ibadet” tartışmasını alevlendirdi. Bir ara
mahkemelere intikal eden, bir eski müftü, Alevîlerin ibadeti meselesinde A.
Mahmut Ünlü’nün sözüne benzer sözü bizzat benim sorum üzerine söylemiş, o söz,
o zamanki yazdığım gazetede çıkınca büyük tartışma başlamış, mahkemeye gidip “şahit”
sıfatıyla ifade vermiştim. Yine Arnavutluk’ta, Tiran’da, hem Sünnîlerin lideri
pozisyonundaki Sabri Koçi (1921-2004) ve hem Bektaşîlerin dedebabası Reşat
Bardi (1935-2011) ile konuşmuş, ibadet meselesine açıklık getirmek istemiştim.
Sabri Koçi aynen şunu demişti: “Bunlar sadece yer ve içerler.”
Cemlere katıldım. Daha birçok
mülâkatım oldu. Hepsini yazdım. İlk ceme katıldığımda, bir “can”ın çıkıp
dededen Teslim Abdal’ın bir deyişinin çalınmasını istemesi ve cemi yöneten
dedenin: “Burası gazino mu! İbadet yeri!” diye çıkışması, açık söylemek
gerekirse, beni şaşırtmıştı.
Alevîler ve ibadet... Bunun için
bir doğru adres bulmak gerekir. Alevîlerin içinde yetişmiş, ilâhiyatçı Mustafa
Cemil Kılıç’la görüştüm ve birçok soru sordum.
M. Cemil Kılıç, Küçükköy İmam Hatip
Lisesi ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelâm ve İslâm Felsefesi
Bölümü mezunu. Aynı üniversitede Sosyoloji ve Sosyal Antropoloji sahasında
yüksek lisansını tamamladı. İstanbul’da Eğitim-İş’in 4 Nolu Şube Eğitim
Sekreteri. İmam Hatip Lisesinde Arapça dersi veriyor. M. Cemil Kılıç, Yükselen
Alevilik, Alevi İbadetlerinin İslam’daki Yeri, Hangi Sünnilik?, Kızılbaş
Müslümanlık, Türk Ulusçuluğunun Yeniden Doğuşu, Büyük Acı: Kerbela, Anlamak
İçin Türkçe Kur’an (Meal), Kur’an’daki Alevilik kitaplarının da yazarı.
Soru: Önce şunu açıklığa kavuşturmamız gerekir: Alevîlik
deyince neyi anlamalıyız?
M. C.
Kılıç: Alevîlik denilince anlaşılması
gereken şey; İslâmın Türkistan, Horasan, Mezopotamya ve Anadolu’nun kadim
kültürleriyle sentezinden doğmuş olan dinsel ve kültürel bir yapı olmalıdır.
Alevîler etnik anlamda ezici çoğunluk olarak Türk-Türkmen boylarından meydana
gelir. Bu nedenle bu yapı içerisinde kadim Türkî unsurlar baskındır. Tümüyle
ayrı bir kültürel yapı olması hasebiyle Nusayrîlik adı verilen Arap Alevîliğini
hâriçte tutarsak, Alevî nüfusun içerisinde Zaza, Kürt, Arnavut, Roman vb. etnik
gruplardan topluluklar olsa da ana gövdeyi oluşturan Türkmen nüfusun bu yapıya
mührünü vurmuş olduğunu görüyoruz. Bu nedenle Alevîliğe kısaca Türkmen
Müslümanlığı diyebiliriz. Bu sosyolojik bir tespittir. Ancak bir mümin olarak
söyleyecek olursam bana göre Alevîlik; Allah-Muhammed-Ali yoludur.
Soru: Alevîliği İslâmın dışında gösterme çabası var.
Alevîlik gerçekten İslâm dışında mı, yoksa Alevîliği İslâm dışında göstermek
isteyenlerin politik bir hesabı mı var?
M. C. Kılıç: Alevîlik İslâmın dışında mı, içinde mi şeklinde bir
tartışma yersizdir. Zira Alevîlik İslâmın ta kendisidir. Geleneksel Alevî inanç
önderleri bunu böyle açıklarlar. Alevîliği İslâm dışı gösterme çalışmalarının
pek çok hedefi var. Bunlardan biri Türkiye’de dinsel bir azınlık yaratmaktır.
Türkiye’deki kimi politik fraksiyonlar ve özellikle ayrılıkçı Kürt hareketi,
Alevîleri kendi siyasî hedefleri için payanda olarak kullanmak istiyor.
Alevîliği İslâm dışı göstermek isteyenler Zerdüştiliği diriltme amacını
güdüyor. Böylece Alevîlik üzerinden bir sözde din inşa edilmeye çalışılıyor.
Bu, Alevîliğe yapılabilecek en büyük ihanettir. Alevîliği İslâm dışı göstermek
isteyenler bilmezler mi ki hiçbir Alevî cemi, ayetsiz, hadissiz ve Ehl-i Beyt’e
salavatsız olmaz. Pir Sultan Abdal bir deyişinde açıkça; “Muhammed
dinidir bizim dinimiz...” diyor. Dolayısıyla Alevîliği İslâm’dan ayrı
düşünmek imkânsızdır. Ancak bu türden çalışmalar bazen Sünnî inkâr siyasetinden
de güç alıyor. Sünnî ulema ve Sünnî siyasetçiler, Alevîlerin insanî ve İslâmî
hak taleplerine engel oldukça, İslâm dışı yeni bir din inşa etmek isteyenlerin
ekmeğine yağ sürüyorlar. O hâlde Alevîliği İslâm dışı göstermeye çalışanlara
engel olmanın tek yolu bir an evvel cemevlerine ibadethane statüsü vermek, Alevîliğin
ders kitaplarında doğru bir biçimde anlatılmasını sağlamak, bütçeden Alevî
İslâm kurumlarına da hakları olan payı ayırmaktır. Bu noktada özellikle Türk
milliyetçilerinin milliyetçilik anlayışlarındaki Sünnî mezhepçi kalıntıları
ayıklaması da gerekiyor. O zaman İslâm dışı Alevîlik söyleminin buhar olup
gideceği görülecektir. Gerçi bu söylemin bugün dahi Alevî halk nezdinde ciddi
bir tabanı yoktur. Öte yandan Alevîliği İslâmî bir akım olarak niteleyen bazı
çevrelerin bu söyleme sığınarak asimilasyonist bir çalışma içerisine de
girdiklerini görüyoruz. Şöyle ki; “Alevîlik İslâmdır, o halde gelin
camiye, gelin namaza...” demek en az Alevîliği İslâm dışı göstermeye
çalışanlarınki kadar bir ihanet hareketidir.
Soru: Alevîlik Hz. Ali’ye mensubiyeti ifade eder. Sünnîler,
Alevî-Sünnî tartışması olunca şunu sık söylerler: Hz. Ali, Hz. Peygamber’in
yoldaşı ve hem amcasının oğlu, hem damadıdır. Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt
üzerine sözleri de vardır. Kur’ân’da dahi belirtilir. Sünnî kesimin, biz de
Alevîyiz, demekle kastettiği ile Alevîlerin kastettiği arasında bağ var mıdır?
M. Cemil
Kılıç: Alevîliğin itikadî temeli
velâyet inancıdır. Buna göre Hz. Ali, Allah’ın buyruğu ile Hz. Muhammed
tarafından velî ve emirü’l-mü’minîn olarak ilân edilmiştir. Veda Haccı dönüşü
sırasında Gadir Hum denilen mevkide peygamberimiz Hz. Ali’nin velâyet ve
imametini ilân etmiştir. Alevîlik işte bu gerçeğe iman etmektir. Hz. Ali’yi
sevmek başka şey, onun velâyet ve imametine iman etmek ise başka şeydir.
Alevîlik, Hz. Ali’nin velâyetine imandır. Bu nedenle Alevîlikte iman cümlesi
şudur: “Lailahe illallah, Muhammedün resullah, Aliyyun veliyullah.”
Soru: Mesele ayrı ayrı mekânlarda ibadete geliyor.
Sünnîler, Alevîlerin buluştuğu mekânı çoklukla kültür faaliyeti olarak
görüyorlar. Bir cemaatin ileri gelenlerinden “Cübbeli Ahmet Hoca” diye tanın
zat, “Cemevi ile camiyi eş tutmak mümkün değil. Camilerde sadece Allah’a ibadet
edilir ancak cemevlerinde saz çalınıp, şarkılar, şiirler söyleniyor.”
diyor. Nasıl yorumlayabiliriz?
M. Cemil
Kılıç: Alevîler kendi
ibadethanelerine cemevi adı veriyor. Cemevi Kur’ân’da adı geçen mescitlerdir.
Alevî inancına göre cemevleri, Medine’de inşa edilen Mescid-i Nebî’nin
günümüzdeki devamıdır. Ayrıca Kur’ân’da ibadethane olarak evlerden de
bahsedilmektedir. Nur Suresi 36. âyette anlatılan evler, cemevleridir. Camiler
ise Alevîler için ibadethane olarak görülemez. Yani mümin bir Alevîye göre;
içerisinde Hz. Ali’nin velâyet ve hilâfetine karşı çıkanların adlarının yazılı
bulunduğu, kadın erkek ayrımının yapıldığı, lüks ve şatafata varacak düzeyde
aşırı süslerle gösterişli hâle getirilmiş bir mekân, İslâm’ın ibadethane
anlayışına aykırıdır. Ayrıca Ehl-i Beyt soyundan gelmeyen birinin ibadet
yöneticisi olduğu camilerin, Alevîlere göre ibadethane olarak kabul edilmesi
mümkün değildir. Alevîliğe göre anlamadığımız bir dilde ibadet edemeyiz. Buna
göre ana dili ve özellikle ibadet dili büyük ölçüde Türkçe olan Alevîlerin
camide ibadet etmesi imkân dâhilinde değildir. Cemevlerinde sadece Allah’a
ibadet edilir. Başta Hz. Ali olmak üzere erenlerin himmet ve şefaati istenir.
Camilerde ise halifelere övgüler sunulur. Ayrıca Emevîler döneminde yaklaşık
70-80 yıl boyunca camilerde Hz. Ali’ye ve taraftarlarına küfredilmiştir. Kısaca
saf İslâmî açıdan bakıldığında Muhammedî mescid mefhumuna aykırı olan mekânlar,
cemevleri değil kesinlikle camilerdir. Buna karşın yine de camiyi kendisi için
ibadethane olarak gören yurttaşlara saygısızlık etmek istemem. Bu
ifadelerimiz; “cübbeli zihniyetine” yanıttan başka bir şey değildir.
Yani bu, bir taarruz değil masumâne ve mazlumâne bir savunmadır.
Soru: “Salât” deyince, namaz akla gelir ama bir
açıklamanızda “salât”a değişik anlamlar yüklüyorsunuz. Bir ilâhiyatçı olarak bu
anlamların dayanağını nedir, açıklayabilir misiniz?
Cemil
Kılıç: Ortodoks İslâmda [Sünnî
muhafazakâr Müslümanlık. A. T.]yani Şiî ve Sünnî inancında ibadet denildiğinde
ilk akla gelen ritüel, “namaz” adı verilen tapınmadır. Bunun Kur’ân’daki
karşılığı olarak genellikle “salât” sözcüğünü görmekteyiz. Ancak “salât” sadece
bu anlama gelmemektedir. “Bağlantı kurmak, destek olmak, dua etmek, yalvarmak,
yakarmak” demek olan “salât” ifadesiyle Kur’ân’da kastedilen manaların böylece
çeşitlilik arzettiği de görülmektedir. Ortodoks İslâm, namaz manası çıkarmak
için “salât” sözü dışında Kur’ân’da bazı başka kelimeleri de temel almaktadır.
Bunlar; “Tesbih”, “Zikr”, “Kur’ânu’l-fecr” vb. ifadelerdir. Fakat bu kelimelere
“namaz” anlamı yüklemek kesinlikle zorlama bir yorumdur. Zira bu ifadelerin
manası, sırasıyla; “Yüceltme”, “Anma” ve “Sabah Kur’ân’ı / Sabah Okuması”
şeklindedir.
Bir örnek; peygamberimiz için
salâvat getirirken söylediğimiz sözü yani “Ona salât ve selâm olsun!”
ifadesindeki salât kelimesini namaz olarak anlamlandırmak mümkün müdür?
Kur’ân’da; “İnnallahe ve melâiketehu yusallûne ale’n-nebiyy...” [Ahzâb, 33/56]
ifadesi vardır. Yani “Muhakkak ki Allah ve melekleri Nebî’ye salât
etmektedir...” Buradaki salât sözü hiç namaz anlamına gelir mi? Bu konuda çok
örnek var ama bu kadarı yeter sanıyorum...
Soru: Alevîlerde “Bizim namazımız kılınmıştır.” sözü neyi
ifade eder?
M. Cemil
Kılıç: Alevîlikte “Bizim namazımız
kılınmıştır!” sözü Sünnî devlet otoritesinin ve Sünnî ulemanın kendi
anlayışları doğrultusunda Alevîleri ibadete zorlamaları nedeniyle geliştirilmiş
olan bir savunma sözüdür. Biz Sünnî veya Şiî gibi ibadet etmeyiz; bizim
ibadetimiz yani namazımız pir huzurunda kılınır. Görgü cemine girip yıllık
görgüsü yapılan bir Alevî, “Bizim namazımız kılınmıştır!” der. Alevîlikte Ehl-i
Beyt soyundan gelmeyen birinin ardında ibadete durulmaz. Böylesi bir ibadet de
zaten ibadet olarak görülmez.
Soru: Kur’ân’ı Kerim üzerinde de bazı tartışmaların
Alevîler arasında yapıldığı biliniyor. Nedir bu tartışmalar, bazılarının iddia
ettiği gibi âyetlerin ayıklandığı söylenebilir mi?
M. Cemil
Kılıç: Alevîler, Kur’ân’a da evvelki
kutsal kitaplara da inanırlar. Ancak Kur’ân’ın en iyi yorumunun Hz. Ali ve On
İki İmamlar tarafından yapılabileceğini savunurlar. Hz. Ali tarafından yapılan
ve içerisinde âyetlerin tefsirinin de bulunduğu derlemenin imamlar yoluyla 12.
İmam Muhammed Mehdî’ye ulaştığı ve onunla birlikte sırrolduğu inancı vardır.
İmam Muhammed Mehdî’nin zuhuruyla birlikte gerçek Kur’ân derlemesinin ve
tefsirinin de açığa çıkacağı düşüncesi savunulur. Bununla birlikte mevcut
Kur’ân âyetlerinin bir kısmının tarihsel ve yerel hükümler içerdiği inancı
kuvvetli bir inançtır. Bu sebeple Kur’ân’daki pek çok fıkhî hüküm içeren
âyetlere tarihsellik perspektifiyle yaklaşılır. Alevî ibadetlerinde daha ziyade
dua içerikli Kur’ân ayetleri ve sureler okunur.
Soru: İslâmın beş şartı Kelime-i şehadet getirmek, savm,
salat, hacca gitmek, zekât vermek diye bilinir. Alevîler için bu şartları nasıl
değerlendirebiliriz?
M. Cemil
Kılıç: Alevîlikte “Kelime-i Tevhîd”
vardır. Bu da “Lailahe illallah Muhammedu’r-resulullah Aliyyun
veliyyullah!” ifadesidir. Türkçesi; “Allah’tan başka ilah yoktur, Hz.
Muhammed Allah’ın elçisidir, Hz. Ali Allah’ın velîsidir.” şeklindedir.
Savm yani oruç ibadetine gelince... Alevîlikte oruç ibadeti farziyet anlamında
Muharrem ayında 12 gün süreyle gerçekleştirilir. Alevî geleneğinde ramazan
ayında bir ay süreyle oruç tutma ritüeli yoktur. Ramazan ayında oruç tutmak
Alevîlikte üç gündür. Bu da dolunay süresincedir. Ayrıca farz-ı ayn değil
farz-ı kifayedir. Muharrem orucu dışında Hızır Orucu, Kırk Sekiz Perşembe
Orucu, Masum-ı Pak Orucu, Fatma Ana Orucu da vardır.
Salât ise yalvarmak, yakarmak, dua
etmek anlamındadır. Bunu da farziyet anlamında perşembeyi cumaya bağlayan akşam
yani cuma akşamı cem ibadeti ile yerine getirirler. Cuma Suresi 9. âyete
dayanarak kadın erkek birlikte kıyam, rukü, secde, ka’de ve kıraat olarak
yaparlar. Yani dara dururlar, tecellâ ve temennâ ederler, secde ederler ve
Kur’ân’dan ayetler okurlar. Alevîlikte günlük beş vakit namaz yoktur. Ancak
güneş doğarken, batarken ve gece ay doğduğunda dua etme ritüeli mevcuttur. Yani
bu bağlamda gündüz iki kez, gece de bir kez olmak üzere günde üç kez ibadet
vardır. Fakat bu bireysel ibadettir ve zorunlu değildir. Cem ibadeti ise
farziyet içerir. Ancak Alevîlikte bir de “salât-ı daim” denilen her
an ibadet hâlinde olma anlayışı vardır. Allah’ın rızasına uygun yaşayan kişi
her an ibadettedir.
Alevîlikte hac konusu çok geniş bir
konudur. Ancak kısaca şöyle açıklayalım: Kâbe, Hz. Ali’nin doğduğu mekân olarak
mukaddestir. Bu nedenle Kâbe’yi ziyaret saygındır. Ancak Alevîler, Sünnî ve
Şiîlerin hac mevsimi sırasında Kâbe’ye gidip haccetmezler. Zira o vakit onların
ritüellerine uymak zorunda kalırlar ki bu da Alevî yoluna aykırıdır. Kâbe’nin
etrafında yapılan tavafı, semah adıyla cemlerine taşıyan Alevîler pirlerini
görmeye, türbe ziyaretlerine, özellikle Hünkâr Hacı Bektaş Velî’nin türbesini
ziyaret etmeye de hac ibadeti gözüyle bakarlar. Alevilîkte Kerbelâ ve Necef
ziyaretleri de hac makamındadır. Müsahiplik erkânı sırasında tıpkı ihram gibi
beyaz bir çarşaf altına girerek müsahipler “hacı” olurlar.
“Hacı” tabiri Alevîlikte müsahipli olmak anlamında da kullanılmaktadır.
Alevîlikte hac konusunda dillere
pelesenk olmuş ve Hacı Bektaş Velî’ye nispet edilen bir deyiş vardır:
“Hararet nardadır, sacda
değil / Keramet baştadır, tacda değil / Her ne ararsan kendinde ara, /
Mekke’de, Kudüs’te, hacda değil.”
Zekâta gelince... Alevîlikte Ebu
Zer Gıfarî gibi ihtiyacından fazlasını yoksulla paylaşmak vardır. Bu da inanç
önderlerine veya Alevî kurumlarına verilen bağışlarla yoksullara ulaşmaktadır.
Hakkullah denilen bağışlar, geçmişte bizzat dedelere verilirken şimdi
cemevlerine veya dergâhlara verilmek suretiyle ifa edilmektedir. Toplumsal
dayanışma ve lokma adı verilen bağış kültürü Alevîliğin en güçlü
özelliklerinden biridir. Bunlar İslâmdaki zekât emrinin Alevîce icrasıdır.
Soru: İslâmın temeli Kur’ân ve Sünnet’tir. Namaz kılmak
Kur’an’da emredilmiştir. Şekli tayin eden de Hz. Peygamber’dir. Sünnîlerin
Kur’ân’dan ve Sünnet’tan anladıkları farklı olduğu belli. Nasıl izah
edebiliriz?
M. Cemil
Kılıç: Bu sorunun namazla ilgili
kısmı sanırım mükerrer olmuş. Zira evvelki maddelerde ona yanıt vermiştik.
Ancak “ibadetin şeklini peygamber tayin etmiştir yani sünnettir,”
ifadesi Alevîlikte de aynen geçerlidir. Buna göre Alevîler, aynen Peygamber’in
sünnetine uygun şekilde cem ibadeti yürütürler. İlk cem, bizzat Peygamber
Efendimiz ve kırklar tarafından icra edilmiştir. Kırkların Cemi inancı
Alevîlikte haktır. Bunu inkâr etmek küfürdür. Yani münkirlik ve kâfirliktir.
Sorunun devamı bağlamında ise şöyle diyebiliriz; Alevîlikte İslâmın temeli,
Kur’ân ve Ehl-i Beyt’tir. Deyiş ve nefesler de Kur’ân’ın yorumu ve Ehl-i Beyt
inancının ifade edildiği kutsal sözler ve metinlerdir. Deyiş ve nefesler
Alevîlikte kutsal metindir.
Soru: Alevîlerde yöreye göre cemlerde farklılıklar olduğu
görülmektedir. Kimi cemlerde yudumluk da olsa içkiden söz edildiği bir
gerçektir. Bu ritüel ibadet içine sokulabilir mi?
M. Cemil
Kılıç: İçki Alevî ibadetlerinde
vardır. Ancak bu içki bildiğimiz içki değildir. Doğrusu ona içki değil içecek
demek icap eder. Alevî terminolojisinde bu içecek dolu veya dem olarak
adlandırılır. Kırkların Ceminde Hz. Ali’nin Hz. Muhammed’e sunduğu engürü
simgeler. Engür içen Kırklar, cezbeye gelerek Allah Allah deyip semah
dönmüşlerdir. Dolu veya dem ibadetin bir parçasıdır. Dolusuz cem olmaz. Bunda
İslâma aykırı bir durum yoktur demek bile zaittir. Zira Alevîliğe göre bu,
Kırkların icra ettiği mukaddes bir ritüeldir.
Soru: Alevîlerde, saz çalınması, dışarıdan bakıldığı zaman
“dans” denebilecek semah neyi ifade eder? İbadetin içinde mi? İslâmî anlayışta
bunu izahı nasıl yapılabilir?
M. Cemil
Kılıç: Alevîlikte müzik ibadetin bir
parçasıdır. Bunun İslâma aykırı bir tarafı da yoktur. Zira Hz. Davud da
mezmurları enstrüman çalarak okumuştur. Alevî inancına göre Kırkların Ceminde
de cezbeye gelerek semah dönülmüş ve musıki ile ibadet edilmiştir. Sünni İslâm
inancında da insan sesi bir enstrüman olarak kullanılmaktadır. Ayet ve duaları
sesi güzel ve güzel okuyuşlu kimselerin tilâvet etmesine önem verilmektedir.
Hatta beş vakit ezanın her biri için ayrı ayrı besteler yapılmıştır ve her ezan
bir besteye göre okunmaktadır.
Alevîlikte semah en önemli
ibadetlerdendir. Semah Hakk’ı tavaf etmektir. İlk semah Kırkların Ceminde dönülmüştür.
Hz. Ali ve Kırklar, peygamberin nurunu tavaf etmişler yani onun etrafında semah
dönmüşlerdir. Alevî inancına göre Kâbe’yi tavaf etmek de bir nevi semahtır.
Dolayısıyla semah tavafın Alevîcesidir. Bu konuda Hünkâr Hacı Bektaş Velî
şöyle demiştir:
“Haşa ki semahımız oyuncak
değildir. / İlahi bir aşktır; salıncak değildir. / Her kim semahı oyuncak
sanır, / Onun cenaze namazı kılıncak değildir.”
Semahı ibadet olarak görmemek
kişiyi dinin dışına çıkarır. Bu nedenle de zaten onun cenaze namazı kılınmaz.
Alevî dedeleri, dönülen her semahın
ardından şöyle dua ederler:
“Semahı bize bağışlayan Hz.
Muhammed’in şefaati üzerimize olsun!”
Soru: Bazı Sünnîler kesimlerde “Alevîlerin kestiği
yenmez” görüşü yaygın... Neden böyle düşünüyorlar? Alevîlerde hayvan kesim
ritüeli Sünnîlerden farklı mı? Kesim sırasında ne okunur, ne söylenir?
M. Cemil
Kılıç: “Alevilerin kestiği
yenmez” ifadesi Osmanlı Şeyhülislâmlarının verdiği fetvalarla yayılmış
sakat bir anlayıştır. Gayrimüslimlerin dahi kestiklerinin yenilebileceğine
hükmedenlerin Alevîlere ilişkin böylesi bir fetva vermeleri, Safevî-Osmanlı
çekişmesi bağlamında tam anlamıyla bir siyasî düşmanlığı yansıtır. Bu
düşmanlığa dinsel bir temel bulunmuş. Güya Alevîler, Sünnî anlayışa uygun bir
şekilde abdest almadıkları ve gusletmedikleri için kendileri necis
sayıldığından kestikleri hayvanlar da murdar sayılmıştır. Oysa Alevîler abdest
alır, guslederler. İmam Cafer fıkhına göre zâhirî abdestlerini alıp gusleden
Alevîler, Osmanlı’nın gözünde abdestsiz ve gusülsüz addedilmiştir. Alevî inanca
göre zahirin temizliği yetmez, iç temizliği de şarttır. Bu da nefsi kötü
heveslerden arındırmaktır. Alevîlikte hayvan kesmeye -ki bu zaten çoğunlukla
kurbandır- “tığlama” denilir. Bazı cemlerde ve türbe ziyaretlerinde yahut adak
olarak kurban tığlanır. Kurban etleriyle yapılan aşlar canlara dağıtılır. Bu
aşa “lokma” adı verilir.
Kurban keserken şöyle bir dua
okunur:
“Bismişah Allah Allah... / Kurban-
halil, ferman-ı celil, tığ-ı cebrail, itaat-ı İsmail... / Allahu ekber ve lillahilhamd.”
Kesim bittikten sonra ise şöyle bir
dua okunur:
“Bismişah Allah Allah... /
Kurbanlarımız kabul ola, muratlarımız hasıl ola, / Hak defterine yazılmış
ola... / Dilde dilekleriniz, gönülde muratlarınız makbul ola... / Kurbanlarınız kazaya
kalkan, belaya bekçi ola... / Duası bizden, kabulü haktan ola... / Gerçeğe
hü...”
Soru: Alevîlik, mezhep midir, meşrep midir, ayrı bir din
midir? Hangi kategoriye sokabiliriz? Sünnîler dört “hak” mezhep bilirler. Eğer
Alevîlik mezhepse, “hak” dışında tutulması ne manaya gelebilir? İslâm dışı
görülebilir mi?
M. Cemil
Kılıç: Alevîler, inançlarını
“yol” olarak ifade ederler. Sünnî veya Şiî ulemanın ürettiği terminoloji
Alevîleri bağlamaz. Bizim terminolojimizde Alevîlik bir “yol”dur; Allah
Muhammed Ali yoludur. Bu nedenle de “Yol cümleden uludur!”
“Dört hak mezhep” söylemi Alevîler için hiçbir anlam ifade etmez.
Üstelik; “Hak dediğimiz şey dört olmaz, bir olur ki o da zaten âl-i resul
yani peygamber ailesinin yoludur. Biz peygamber ailesinin yolundayız,” savunması
bu husustaki Alevî söyleminin temelini oluşturur. 1826 yılında Sünnîliğe
uymadığı suçlamasıyla idam istemi çerçevesinde yargılanan Alevî dedesi Pir
Hamdullah Çelebi, mahkemede aynen bu savunmayı yapmıştır.
Bu konuda dillere pelesenk olmuş
Alevî deyişleri vardır:
“Biz mezhep bilmeyiz / Yolumuz
vardır. / Biz şerbet içmeyiz / Dolumuz vardır. // Sofu mezhebimin nesin
sorarsın; / Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz... / Gözlüye gizli yoktur, ya sen ne
dersin? / Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz.”
Soru: Mescid secde edilen yer anlamınadır. Cami toplanılan
yerdir ve camide Allah’a secde ediliyor. Cemevlerinde secde var mı? Neye göre
ve neye secde?
M. Cemil
Kılıç: Camide Allah’a secde
ediliyorsa ediliyordur. Saygı duyarım. Ama Alevîler de cemevlerinde Allah’a
secde ediyor. Eğer derseniz ki karşılarında dede var veya diğer canlar var,
birbirlerine secde ediyorlar, o hâlde camide de arka saftakiler bir öndeki
saftakilere secde ediyor, en ön saftakiler de duvara ve imama secde ediyor.
Neye göre secde? Kur’ân âyetlerine göre secde...
Soru: “Lâ ilâhe illallah Muhammedu’r-resulullah Aliyyen
veliyullah” derken Hz. Ali neden ilâve ediliyor? Neden ihtiyaç duyuluyor?
M. Cemil
Kılıç: Hz. Ali neden ilave ediliyor?
Hayır, ilâve etmiyoruz, olması gerekeni söylüyoruz. Sünnîler neden eksiltiyor,
diye sorsak daha iyi olur sanırım... Neden ihtiyaç duyuluyor? Allah emrettiği
için ihtiyaç duyuluyor; Maide Suresi 67. âyette... Gadir Hum hutbesi ve velâyet
inancı gereği...
***
M. Cemil Kılıç, en son şunu
söyledi:
“Cevaplarımı tamamen ya da kısmen
asimile olmuş Alevîler kabul etmeyeceklerdir. Ben asimile olmamış Alevîleri ve
asimile olmamış Alevîliği temel alarak sorularınıza yanıt verdim.”
0 Yorumlar