Millî devletler, genel yapıları itibariyle aynı başlık altında buluşsalar da uluslaşma süreçleri bakımından ayrışırlar.
Örneğin Türkiye'deki uluslaşma süreci tamamlanamamıştır. Mustafa Kemal Atatürk'ün vefatıyla yarım kalan uluslaşma süreci, II. Dünya Savaşı sonrasında neredeyse tamamen unutulmuş, sonraki yıllarda ise açıktan hedef alınmıştır.
Dış kaynaklı ideoloji ve akımların etkisiyle 1960'ların sonundan itibaren "Türklük" eleştiri, "Türk Devleti" ise hedef alınan ortak yapı halini almıştır.
"Millî devlet" eleştirilerini ülke içi ve ülke dışı olarak iki ana grupta toplayabiliriz.
Ülke içindeki gruplar; Siyasal İslamcı ve Kürtçüler olarak öne çıkar. Tezleri farklılık gösterse de amaçları aynıdır. İslamcılar "Ümmet" bilincinin yerleştirilmesi gerektiği üzerinde durur. Ancak İslam ülkelerinin kendi içindeki "ulus" bilinçlerini hiç dile getirmezler.
Kürtçüler ise İslamcılarla birçok kez aynı noktada buluşup, Türkiye'deki "millî devlet" yapısının baskıcı, inkârcı ve dayatmacı bir anlayışın ürünü olduğunu savunmuştur.
Çözüm sürecinde PKK ile devletin masaya oturmasına, İslamcı çevrelerden tek bir eleştiri bile gelmemesi bu durumun en net örneğidir. Çıkar ve hedef ortak olduğunda, birçok noktada hemfikir iki farklı gruptan bahsediyoruz.
2000'ler sonrasında ise ulus-devlet süreci aleni bir şekilde yıkılmaya başlamıştır.
Nüfus ve göç hareketleri, etnik farklılıklar üzerinden yeni kimlik inşa etme çabaları, dil ve kültürel alanda yapılan açık operasyonlar devlet yapımızı farklı bir boyuta taşımıştır.
Gelinen durum itibariyle Türkiye'de bir "ulus-devlet" yapısından söz edebilmek mümkün değildir.
Hatta, Cumhuriyet'i kuran ortak irade, ortak dil, ortak kimlik neredeyse tamamen ortadan kaldırılmış durumdadır.
Bu değişimin, bu yıkımın etkisini ilerleyen yıllarda çok daha yoğun bir şekilde yaşayacağız.
Hatta ilerleyen yıllarda Türkiye'nin en büyük sorunu iç huzursuzluk, etnik talep ve resmi dilde değişiklikler olarak öne çıkacak.
Ulus devleti hedef alan Avrupa aklı
Türkiye'deki ulus-devlet yapısını hedef alan sadece içerideki İslamcı ve Kürtçü gruplar değildir.
Bu grupların fikirsel ve maddi olarak beslendikleri temel merkez Avrupa'dır. Avrupa Birliği üyesi ülkelerin hiçbiri Türkiye'yi "güçlü bir ulus-devlet modeli" olarak görmek istemezler.
Bu yüzden, "Kemalizm baskıcıydı" şeklinde başlayan cümleler, insan hakları ve ifade özgürlüğü gibi konularla süslenilip, nihayetinde Türkiye'nin uluslaşma sürecinin hedef alınması genel bir yöntem haline gelmiştir.
Tüm bu girişim ve projeler olağanüstü bir şekilde başarılı olmuştur! Millî duyguları futbol maçlarıyla sınırlandırılmış bir millet yapısına bürünmemiz bu durumun en açık delilidir.
Bugün, "ulus-devlet" bile kabul edilmeyen ABD'de "uluslaşma süreci", "Amerikan" kimliği üzerinden çoktan tamamlanmıştır. İki asır önce göç eden Afrikalısı da İrlandalısı da İngilizi de bu kimliği kabullenmiş ve kendini o şekilde tanımlamıştır.
Amerika'da AVM'lere bir "gazi" girdiği zaman anons yapılır; "...'da görev yaptığı sırada yaralanan Oliver John şu anda alışveriş merkezimize girmiş bulunmaktadır." Uçaklarda da aynı anonslar yapılır.
Fransa ve Harkiler
Türkiye'yi eleştiren, uluslaşma sürecine darbe vuran ülkelerden biri de Fransa'dır. Bunu da hiçbir zaman gizlememiştir. Bugün, Fransa'da PKK, FETÖ ve devlet düşmanı tüm örgütler rahatlıkla faaliyetleri sürdürebilirler.
"Avrupa Birliği standartları" altında aslında Türkiye'nin ulus-devlet yapısını tamamen yok etmeyi amaçlayan tezlerin başında olan Fransa, son aldığı kararla "uluslaşma sürecini" nasıl tamamladığını bir kez daha ilan etti.
Savunma Bakanı Genevieve Darrieussecq, Cezayir'in bağımsızlık savaşı sırasında Fransa'nın yanında savaşan Cezayirlilere 40 milyon avro yardım yapılacağını açıkladı. Harki adı verilen bu grubun büyük çoğunluğu Müslüman olmakla birlikte, kendi ülkelerinin bağımsızlık mücadelesi yerine Fransa ordusunu tercih edecek kadar kimliksizdirler.
Şimdi günümüz Türkiye'sini düşünün. Neredeyse Kurtuluş Savaşı'nı veren Türkleri bile yargılayıp hesap soracak bir güruh egemen değil mi?
Doğu'da, Güneydoğu'da PKK ile çatışıp uzuvlarını kaybedip, sırtında, kafasında mermi ile yaşayan 20 bine yakın kahramanı "Sen gazi değilsin" diyerek reddeden bir devlet başka hangi ülkede olabilir?
Eli, ayağı, bacağı olmayan gazilerimizi defalarca "gazi kartın olmadan bu otobüse binemezsin"diyerek dövmediler mi? Doğru düzgün ses çıkaranımız oldu mu?
Terörle mücadelede hayatını, ailesini, geçmişini kaybetmiş aslan gibi çocuklara "savaş suçlusu"muamelesi yapıp işlerinden atmadılar mı, hapislerde yargılamadılar mı? Peki bunlara tepki gösteren oldu mu?
"Türk milleti" demek horlanma sebebi, ötekileştirme gerekçesi olarak değerlendirilmedi mi? Nereye hizmet ettiği belli olmayan sözde tarikatlardan referansla işe alım üzerine bir sistem kurulmadı mı?
Ulus-devlet yapısının olduğu bir ülkede bu gibi durumların yaşanması ihtimal dahilinde midir?
0 Yorumlar