Subscribe Us

header ads

Yemini

 

YEMİNİ (15. yüzyıl sonu-16 yüzyıl başı)

Yemini Alevilerin kabul ettiği yedi büyük ozandan biridir. Alevi – Bektaşi geleneğinde ”Yedi Ulular” olarak bilinen Fuzuli – Şah Hatayi – Virani – Pir Sultan – Nesimi – Kul Himmet gibi saygın şairler arasında yer alan Yemini bir Bektaşi ozanıdır.

Şiirleri özellikle Alevi-Bektaşi toplumu içinde çok yaygın olan Yemini’nin kesin olarak doğum ve ölüm tarihleri bilinmemektedir. Ancak Ozan Faziletname’yi 1519 yılında yazdığından yola çıkarsak 15.yüzyıl ve 16.yüzyıl başlarında yaşadığını söyleyebiliriz. Ancak yaşamı konusunda güvenilir nitelikte hiç bir bilgi bulunmamaktadır.

Asıl adı Fazıl oğlu Mehmet Yemini olarak bilinirse de, gerçek kişiliği, doğum – ölüm tarihleri, eserleri, asıl adı hakkında yeterli bilgi ve belgeler yoktur. Yemini, Eğriboz’lu Hafız Fazıl veya Tosun Baba adlı birinin oğludur. Demir Baba Velayetnamesinde Yemini’nin asıl ismini Hafız Kelâm Yemini olduğunu belirtir. İsminden de anlaşılacağı üzere Kur’an-ı Kerim’i ezbere okuduğu anlaşılmaktadır. Şiirlerinde açıkça Alevi-Bektaşi inancını işler. On İki İmama gönülden bağlılığını dile getirir.

Başka bazı kaynaklar da ise asıl adının Ali olduğunu, Akyazılı İbrahim Dede zaviyesinde hizmet ettiğini ve “Yemini” mahlasını kullandığını söylenir. Fakat bu bilginin doğru olup olmadığı hakkında bir kesinlik yoktur. (Akyazılı Sultan’ın) türbesi Dobruca’dadır.

Dobruca Bulgaristan ve Romanya’nı toprakları içinde yer alan ve Karadeniz kıyısında bulunan tarihsel bir kenttir. Tuna deltası, bu kentin yakınındadır. Yemini’nin bu bölgelerde ve özellikle Tuna boylarında yaşadığı sanılmaktadır. Betova’da büyük bir dergâhı olan, Bektaşi azizelerinden Akyazılı Sultanın ardıllarındandır. Yaşantısı hakkında o çağlarda yazılmış teskirelerde yeterli bilgi verilmemektedir.

Yemini ve Faziletnamesi

Yemini’nin şiirleri genellikle hece ölçüsü ile yazılmış olmakla beraber, bazı şiirlerinde aruz ölçüsünü de hatasız ve ustaca kullandığı görülür.

Şiirlerinin toplu olarak bulunduğu bir divanı şimdiye değin ele geçmemiştir. Ancak Alevi-Bektaşi erkânı ve edebiyatı üzerine çıkan basılı eserlerde Yemini’nin şiirlerinde de sıkça rastlanmıştır. Şiirlerinden bazıları gazel tarzında yazılmıştır.

Bu şiirlerin bir bölümünde ise tıpkı Nesimi’nin işlediği gibi hurufi temaları da işlemiştir. Yemini, Alevi –Bektaşi inancına bağlı bir ozandır. Batınıliğin bir kolu olan Hurufiliğin yer yer etkisinin de olduğu şiirleri vardır. Bu ekol İnsan-Tanrı birliğinin harflerle açıklanabileceğine inanır.

1519’da yazdığı ”Faziletname” (Erdemler kitabı) adındaki 7300 beyitten oluşan manzum bir eseri bulunmaktadır. Bu Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin erdemlerinden kerametlerinden, cenklerinden methiye olarak bahseden, Alevilerce kutsal sayılan bir kitaptır.

Bu eseri Kitab-ı Erdem (iyi ahlak kitabı) olarak niteleyenler kitaptaki doğruluğu, dürüstlüğü, alçak gönüllülüğü kendilerine yaşam biçimi ve inanç biçimi haline getirmişlerdir. Yemini’ye daha bir saygı duymuşlardır. Bu eseri Mesnevi tarzında yazılmıştır. Yeni yazıyla Emek Basımevi tarafından basılmıştır. Fakat bu baskıda birçok imla hataları bulunmaktadır. Günümüzde ise bu eser tekrardan derlenerek Türk Dil Kurumu Yayınları tarafından basılmıştır.

Yemini’nin 1519’de yazdığı “Fazîletnâme”de anlatılan verilere göre, Otman Baba 1478’de vefat etmiştir. “Otman Baba’nın doğum tarihi 1379, Balkanlar’a geliş tarihi, 1429 olarak belirtilmiştir”. Otman baba, yaklaşık 49-50 yıl Balkanlarda, Alevi-Bektaşiliği yaymıştır. Otman Baba’nın yolundan gidenler, yani taraftarları, Akyazılı Sultan’ı kutup olarak görmüşlerdir.

Akyazılı Sultan’ın diğer bir adı da İbrahim-i Sânî’nin. Faziletname’ye göre, Akyazılı Sultan’ın (İbrahim Sani) 1469’da zâhir olduğunu, yani doğduğunu anlatmaktadır. Akyazılı Sultan’ın, 1495 yılında Otman Baba’nın yerine “Kutup” olarak atanmıştır.

Akyazılı Sultan’ın, Otman Baba’nın yolunu sürdüğü, görüş ve düşüncelerinin etkisinde kaldığı ve Otman Baba öldükten sonra O’nun yerine geçtiği anlaşılmaktadır.

Akyazılı Sultan’ın, Otman Baba’nın bulunmuş olduğu aşamaya gelmesi, onun bilgisinin de yetkin olduğunu göstermektedir. Yemini’nin şu dizelerine bakalım.


Nişan-ü kısveti seb-ül mesani

Yerine kutb oldu, İbrahim Sani

Resul’ün hicretinden, anla ahir

Dokuz yüz bir içinde oldu zahir

Ki şimdi âleme, ol candır kutup

Adı Akyazılı Sultan’dır kutup.

Yukarıdaki dizelerde Yemini, insan ne kadar yaşarsa yaşasın, bu dünyanın sonu ölümdür diyerek, her insanın öleceğini ve bu anlamda Otman Baba’nın da öldüğünü vurgulamıştır. Otman Baba öldükten sonra ona yapılan törenden söz ederek, ölüm sırasında, bir bez giysi ve “sebül mesani” den başka bir şey yoktu demektedir.

Otman Baba öldükten sonra O’nun yerine gelecek olan kişi, H.901, (M.1495) yılında dünyaya geldi diyerek, Akyazılı Sultan’ın doğum yılını vermektedir. Akyazılı Sultan’ın kutup olduğunu, yani Mürşit olarak Otman Baba’nın yerine geldiğini belirtmektedir.

Akyazılı Sultan’ın yaşamına ilişkin kaynaklar farklı tarihlendirmeler yapmaktadırlar. Halk inancının taşıyıcıları olan velilerin yaşamı anlatılırken halkın ortak belleğinin devreye girdiği, genellikle çeşitli söylencelerle anlatılır. Böyle olunca da olaylar abartılı ve olağanüstü bir anlatımla süslenir. Bu da bize tarihler konusunda net bilgiler sunmaz.

Böylesi söylencelerden birisi de “Demir Baba Vilâyetnâmesi”nde geçer. Demir Baba türbesi Trakya’da Edirne’nin Kofçaz ilçesin de Bulgaristan sınırındadır. Her yıl şenliklerle yöre halkı ve inananlarca anılmaktadır. Yemini’nin, Akyazılı Sultan’ın yaşadığı yıllarda yaşamış olduğu görülmektedir.

Bu tarih de 15. Yüzyılın sonu ile 16. Yüzyılın ilk çeyreğidir. Yeminin, 1460-1470’lı yıllarda doğmuş, 1540-1550’li yıllarda da ölmüş olabileceği büyük bir olasılıktır.

Söz konusu Vilâyetnâme’ye göre, Akyazılı Sultan, Otman Baba’dan hilâfet alarak posta geçmiş, kendisinden sonra da, Demir Baba onun postuna oturmuştur.Burada söz konusu olan Akyazılı Sultan’ın, Anadolu Erenlerinden olduğu, Balkan’larda Bektaşiliği yaymak için uğraştığı, Otman Baba’nın yanında veya onun kurduğu kurumda çalıştığı ve Yemini’nin halifesi bulunduğunun anlaşılmasıdır.

Yemini, Akyazılı İbrahim Dede ( Akyazılı Sultan) zaviyesinde uzun süre çalışmış ve bu zaviyeye hizmette bulunmuştur. Ozanın, şiirlerinde kullandığı ”Yemini” mahlasını da burada aldığı sanılmaktadır.

Yemini’nin Kuran’ı okuduğu ve Kuran’ı ezbere bildiği, yani Hafız olduğu Demir Baba Velâyetnamesi’nde geçen “Hafız Kelâm Yemini” isminden de anlaşılmaktadır.

Yemini’nin şiirlerinde, Hz. Ali sevgisi çok üstün bir yer tutar. Yemini’nin yazdığı Faziletname isimli kitap incelendiğinde bu durum açıkça görülür.

Faziletname 1519 yılında Yemini tarafından yazılmış 7300 beyitten oluşan manzum (şiir) bir eserdir. Konusu, Hz. Muhammed, Hz. Ali, Ehlibeyt ve yol bilgilerini içermektedir. Ozan, söz konusu bu eserinde, özellikle Hz. Ali’yi öven, onu yücelten, üstün değerlerle donatan bir anlayış ortaya koymuştur.

Faziletname, Hz. Ali’nin, yaşamını, erdemliliğini, yiğitliğini, savaşlarda gösterdiği kahramanlıklarını, kerametlerini, korkusuzluğunu, dürüstlüğünü vb. anlatır.

Bu kitap ayrıca, tasavvuf, Bâtınilik, yol, erkân, ahlak. vb. gibi Alevi- Bektaşi inanç ve ritüellerini de konu alır. Bu kitap, Alevi yazınında çok önemli bir yere sahiptir. Faziletname, ilk kez, 1909 yılında Cihan Basımevinde Ahmet Hızır ve Ali Haydar Beylerin çalışmasıyla yayınlanmıştır.

Bu kitabın ikinci baskısı Pak Kitapevi tarafından 1960 yılında basılmıştır. Üçüncü baskısı ise yazar Abbas Altunkaş tarafından, günümüz Türkçesiyle, düz yazı olarak hazırlanmış ve bu baskıya Ozan Ali Adil Atalay’ın bazı manzumeler eklemesiyle “Hazreti Ali’nin Faziletnamesi” ismiyle Can yayınlarından yayınlanmıştır.


Yemini’nin “Faziletname-i Cenab-ı Şah-ı Velâyet” isimli bir eseri bulunmaktadır. Kısacası “Faziletname” olarak bilinir. Fazilet (Erdem) insanların, iyilik, güzellik, dostluk, doğruluk vs. gibi olumlu davranışlarına denir. Bu durumda “Faziletname”; erdemli davranışları belirten yazılar anlamına gelmektedir. Yemini, bu kitapta, Hz. Ali’nin göstermiş olduğu “faziletli” davranışları eserleriyle dile getirmiştir. Ayrıca, bu eserde Aleviliğin; yol, erkân, tasavvuf, ahlak vs. gibi konularını da işlemiştir.


Ayrıca, yapılan işlerden haz almak, var olanın niteliklerine uyum göstermek, olgu ve olaylara uyum sağlamak, yapıcılıktan, dürüstlükten, onurdan, barıştan, paylaşımdan yana olmak; yiğit, cesur ve sözünde durmak, güven verme vs. gibi değerleri savunmak ve uygulamaktır. Mutlak anlamda, “Erdem”li olmak olanaksızdır.

Bu durum ancak “Kutsal”a özgü bir durumdur. “Kutsal” da ancak inançta ve soyut kavramlarda bulunur. Somut anlamda, bu değerlerin hepsini bir arada yaşayabilmek, çok kolay olmasa gerek. Yemini, Hz. Ali’ye, söz konusu bu yüksek değerleri yüklemiştir. Hz. Ali’nin ulu bir insan olduğunu belirtmiştir.

Faziletname ilk baskısı 1909 yılında Ahmet Hızır ve Ali Haydar Beyler tarafından hazırlanmış ve Cihan Basımevinde basılmıştır. Bu eser 7300 beyitli manzumdan oluşmuştur. Bu eserin 1960 yılında Pak Kitapevi tarafından ikinci baskısı yapılmıştır.

Faziletname, Abbas Altunkaş tarafından günümüze çevrilmiş ve düz yazı olarak hazırlanmış ve Adil Ali Atalay (Vaktidolu) tarafından ekler yapılarak “Hazreti Ali’nin Faziletnamesi” ismiyle 1991 yılında Can Yayınlarınca yayınlanmıştır.

En son olarak yine “Hazreti Ali’nin Faziletnamesi” ismiyle; Adil Ali Atalay (Vaktidolu) tarafından 2007 yılında 14. baskı olarak Can Yayınlarından yeniden yayınlanmıştır. Fazilet, bugünün diliyle “erdem” anlamına gelmektedir. Erdem, akla, bilince uygun davranmak, insan ilişkilerinde ölçülü olmak, iyilik-kötülük çatışkısında iyilikte yana tavır almaktır.

Faziletname’den Örnek Deyişler Üzerine Şerhler

Gerdiş-i carh-ı felek seyran-ı aşk

Cümle eşya tabi-i Ferman-ı aşk

Ayn-ü şin kaf-ı Hak vechindedir

Hüsnünü gören olur kurban-ı aşk

Dizeleriyle aşkın niteliklerini, etkinliğini, özelliğini dile getirirken Yunus Emre’nin anlayışına, düşüncelerine katılır. Arınmanın, ölümsüzlüğün ve olgunlaşmanın yolu saydığı aşk ile Tanrı’ya ulaşacağına içten inanır. Şiirde söz edildiği gibi eski yazıda aşk (ayn-şin-kaf) harfleriyle yazılır. Divan geleneğine bağlıdır. Hurufiliğe yatkın bir eğilimi vardır. Şiirlerinde Fazlullah Hurufi’nin izini sürdüğü, onun görüş ve düşüncelerinden esinlendiği anlaşılmaktadır.

Sekiz yüz seksen üç olunca hicret

Dem-i fânîden o Şah etti rıhlet

Hüsam Şah idi ismiyle o sultan

Ganî Baba der idi bazı insan

Ozan Faziletname’de Hicri 883 yılı içinde dünyadan gittiğini yani hakka yürüdüğünü anlatıyor. Şah (Otman Baba) bu kısa soluklu dünyadan göçtü. Şah (Otman Baba) bir keskin kılıç gibiydi, kimileri ona Gani baba derlerdi Ozan’a göre Otman Baba, sevilen, sayılan, görüşleri ve düşünceleriyle insanları etkileyen ve her yönüyle zengin, varlıklı bir insandır.

Bu dünyanın geçici olduğunu, her insan gibi bu dünyaya gelenin bir gün de gideceğini ve Otman Babanın da hicri takvime göre 883; Miladi takvime göre ise 1478 yılında, dünyadan hicret ettiğini yani öldüğünü söylüyor. Gelip-geçici dünyada, bu ulu insanın (Otman Baba’nın) göç ettiğini, Hak’ka yürüdüğünü ve bu insanın bir yol ulusu ve konusunda yetkin birisi olduğunu anlatıyor.

Gerek Otman Baba’nın ve gerekse müritlerinin, yedi dilimli taç giydikleri belirtilmiştir. Günümüzde bile bu yola sahip olanlar, yedi hizmet, yedi nefes adı altında, bu inançlarını sürdürmektedirler.

Yedi sayısının, Alevi-Bektaşilikte, Hurufilikte, yani Bâtınilik de kozmik anlamları bulunmaktadır.

Yemini, Otman Baba’ya, aynı zamanda Hüsam Şah ve Gani Baba dendiğini de belirtmektedir. “Otman Baba, Timur’la (1336-1405) birlikte Horasan’dan Anadolu’ya gelmiş ve buradan da Rumeli’ye geçmiştir. Burada Osmanlı fetihlerine katılmıştır. Edirne, Serez, Dobruca ve Filibe vs. gibi yerleri dolaşmıştır. Asıl adı, Hüsam Şah’tır. Bulgaristan’da kendi adına tekke kurmuştur. Kalenderi dervişiydi. Peygamberlik ve Mehdilik savında bulunduğu için idam edilerek öldürülmüştür”.

Otman Baba, bir Alevi-Bektaşi bilgesidir ve bir Kalenderi olarak, gönül sevgisini, gönül zenginliğini en üstün değer olarak görmüş ve dünya nimetlerine, gösterişe önem vermeden bir derviş gibi yaşamıştır. Bir Kalenderi olarak da, yukarıda anlatmaya çalıştığım ilkeler çerçevesinde yaşamıştır. Kalenderiler, saç, sakal, bıyık ve kaşlarını traş ederek ve basit elbiseler giyerek, bazen bel, kulak, boyun ve bileklere halkalar takarak gezerlerdi.

Otman Baba da, bu dervişlerden birisiydi. Yemini’nin, Otman Baba’dan bir ulu bilge olarak söz etmesi, O’nun da bu görüşlere yakın olduğunu göstermektedir. Yemini, düşünsel kaynağını Hacı Bektaş Veli ve diğer ulu erenlerden almıştır. Bu öğretiyle yetişmiş ve bu öğretinin özünde var ettiği zenginlikle eserlerini sunmuştur.


Gerdiş-i çarh-ı felek seyran-ı aşk

Cümle eşya tabi-i Ferman-ı aşk

Ayn-ü şin kaf-ı Hak vechindedir

Hüsnünü gören olur kurban-ı aşk


(Aşkın ekseninden ayrılma sürekli onun çevresinde dön

Var olan her şey bu sonsuz aşkın doğasına göre oluşur

Ve bu yaratıcı gücün buyruğuna uygundur.

Hakk’ın yüzü, aynı senin yüzüne benzer.

Tüm ayetler onu söyler.

Onun güzel yüzünü gören ona kurban olur.)


Yemini burada insanın Hu diyen nefesinde yani canında ve onu besleyen bedeninde sürekli dönen evrenin olduğunu insanın bu evrenin küçük bir tasarımı olduğunu yani kül (evren) bir cüzü olduğunu belirtiyor.

Aşk, insanın canında var olan, onu harekete geçiren doğayı kendini değiştirmesini sağlayan hareket ettirici bir güç olduğunu söylüyor. İnsanın kendi içindeki benliğin eksikliğini gideremeye dönük içten gelen ve önlenmeyen tutku derecesindeki sonsuz isteğin aşk olduğunu söylüyor.

Yemini bunun yalnız insana özgü olmadığını, varoluşun temelinde ve tüm oluşun ve olguların özünde bulunduğunu, varlığı açığa çıkaranın, aşk olduğunu vurgulamaktadır.

İnsanın var olması, Tanrısal güzelliğin kendi karşıtına dönmek istemesi ve kedisiyle yabancılaşması sonucunda, görüntüye çıkmasıyla gerçekleşmiştir.

Tanrı, insan bedeninde görüntüye çıkmıştır. İnsanın yüzü, güzelliği, görüntüsü, Tanrı’nın görüntüsünün, güzelliğinin açığa çıkmış durumudur.

Bu güzelliği gören, bu gerçeğe ulaşan her insan olgunlaşmış insandır. Bu anlamda olgun insan, Tanrı’ya kendisini adamış insandır.

Dolayısıyla, kendi canını, benini Tanrı’yla birleştirmiş ve Tanrı’ya kurban olmuş insandır. Aşk, özünde insanın kendi özünü, Tanrı’yla birleştirme isteğidir.


Küntü kenz’in hanesinden geldi uş

Zahir oldu âleme sultan-ı aşk


(Bu evren, var olan her şey, gizli bir hazine iken; sonra gizlilikten çıkıp, açık, görünür duruma gelmiştir. Görünür evren durumuna gelmeyi isteyen yüce varlık, aşkını evrene yaymış ve evren aşkla var olmuştur.)


Yemini bu dizelerde şu gerçekleri dile getiriyor; Tanrı gizli bir hazineyken, kendi kendiyle bütünsel bir konumundayken; yani daha Hak’ka dönüşmemişken, ben bu gizli hazinede bulunmaktaydım. Tanrı kendine âşık olup, açığa çıkmak isteyince, gizlilikten açığa çıktı.

Tanrı’ya, bu dönüşü sağlatan sonsuz aşktır. Ben de, bu aşkın sonunda zahir oldum. Ynai görünür oldum ve dünyaya geldim. Varoluşu sağlayan, varoluşa egemen olan aşktır. Evreni, insanı, olgu ve olayları var eden, maddeyi dönüştüren aşktır.

Ey Yemini Tayyip ü Tahir olunmaz şöyle bil

Eğer kim içmez saki-i Kevser’den ab-ı zemzemi


(Yemini, insan hoş ve temiz olamaz bunu bil; eğer o kutsal, temiz ve yaşam suyundan içmezse)


Yemini, her kim ki, cennette akan sudan içmezse, hiçbir zaman temiz ve hoş görünümlü olamaz. Abı-Kevser, yani cennetteki temiz su, özünde insanın tininin, gönlünün temizliğidir.

Alevi-Bektaşilikteki, cennet kavramı, insanı olgunluğa, temizliğe, zenginliğe, paylaşıma ve bencilliğin giderilmesine dönük, içsel bir duygu yoğunluğunun yaşanması veya yaşatılması anlamına gelir.

Bu anlamda, “Ab-ı Kevser”, insan gönlünde bu değerleri yaratan ve insanın içindeki kötülüğü atmasına yardımcı olan simgesel bir kavramdır.

Ozan da, bu durumu anlatmaktadır. Her kim ki özünü temizlemez, kinden, nefretten kurtulmaz ve benliğini yenmezse, o kişi hiçbir zaman gönül temizliğini var edemez ve hoş birisi olamaz demektedir.


Okuyan ilmi eşyayı özünde

Olur, ol nur-u Yezdan ile zinde


(Doğanın, eşyanın özünü bilen kişi,

yüce yaratıcının kelamıyla karşılaşır

ve bu bilginin yüceliği ile donanır güçlenir.)


Maddenin, doğanın dilini anlayanlar, yasalarını çözenler ve evrensel kitabı okuyanlar, varoluşun özünü de kavrarlar. Var oluşun sırrı eşyanın (maddenin, doğanın) özünde mevcuttur. Bu özü bilenler, bunun farkına varanlar, vara edicinin farkına varmış kişilerdir.

Bunlar nurlanmış(ışıklanmış), aydınlanmış ve evrensel gerçekliği çözümlemiş (ermişler) bilgelerdir. Eşyadaki, var oluşun gizine ulaşan bir bilinç, aynı zamanda aydınlanmış bir bilinçtir. Bu kişi bilgedir, mürşittir. İnsan, bildikçe güçlenir. İnsan için, bilgiden daha güçlü bir olgu yoktur.


Hakk’ın emri e gerçi, lev-hi kalemdir

Dirilmekten ve ölmekten ne gamdır


(Eğer Tanrı’nın buyruğu, o kutsal kalem tarafından yazılıyorsa, ölmekten ve dirilmekten korkmam.)


Yemini, bu dizelerde eşyayı yani maddeyi, doğayı var olanı doğru okuyan, yani maddenin gizini bulan, varoluşun gizini, özünü anlayabilen kişi olgunluğa erişmiş demektir.

Madde hiçbir zaman dış görünümüyle değerlendirilemez. Varoluş mu- Varlık mı, Öz mü-Şekil mi, Madde mi Düşünce mi, Tohum mu,-Meyve mi? Öncedir? Bu soruları çoğaltabiliriz.

Aslında her ikisi birdir. Biri olmadan diğerinin olması olanaksızdır. Varlık varsa, varoluş vardır. Varoluş olmasaydı, varlığa ulaşamazdık. Varlık varoluşla kendini buldu. Öz ve şekil ikisi aynı şeydir. Öz şekle büründü, şekil özü kendinde sakladı.

Madde olmasaydı, düşünen beyin oluşmazdı. Düşünen beyin oluşmasaydı, madde kavranamazdı. Tohum meyveyi oluşturur, meyve olgunlaşınca tohuma durur. Tohumla meyve aslında aynı şeydir. Önemli olan bu gerçekliği anlayabilmektir. Bunu anlayan insan, tanrısal gerçekliği de anlamış demektir. Bu gerçekliğe ulaşan kişi, güçlü, dinç ve canlı olur. Çünkü varlıkta ölüm yoktur. Cansız olanın da canı vardır.


Ozana göre, gerçek olan Hakk’tır. Doğada her şey, belirli kurallar ve yasalar çerçevesinde hareket eder ve bu hareket sonucunda her şey döner ve değişir.

Ozan, bu durumu Tanrı’nın gücü olarak görüyor ve her şeyin “Levhi Kalem”de (büyük levhada) yazılı olduğunu belirtiyor.

Yemini, ölüm ve doğumun aynı olduğunu, ikisinin birbirine dönüştüğünü söyleyerek, aslında her şeyin ölümsüz olduğunu vurgulamaktadır. Her şey sonsuz ve ölümsüz olarak vardır. Şeylerde değişim ve dönüşüm egemendir. Aslında bu bakış açısı günümüzün bilgisiyle de örtüşmektedir.


Suretin nakşında gördüm, Fazl-i ism’i a’zamı

Zülf-ü kaş-ü kirpiğindedir, Süleyman hatemi

Limaallahın hayalidir, yüzün vech-i ilâh

Gösterir mie’at-i mümin onsekizbin âlemi

Kim ki sâcid olmadı hüsnün önünde ey sanem

Sen anı merdud-i şeytan bil değildir âdemi


Yemini, bu dizelerde Tanrı’yla konuşuyor. Fazullah Hurufi’yi şu niteliklerle övüyor: Oya gibi işlenmiş insanın yüzünde, Tanrı’nın göründüğünü, iyiliğin, yardımseverliğin ve büyüklüğün Tanrı’ya yakıştığını anlatıyor. Hurufi önderi, Fazlullah Hurufi’nin, bu niteliklere (tanrısal niteliklere) sahip olduğunu belirtiyor. Fazlullah’ın, kaşının, kirpiğinin Hz. Süleyman’ın mührünü yansıttığını belirtiyor.

İnsan yüzünde Allah’ın tüm nitelikleri yazılıdır. İnsanın yüzü bir ayna gibi Tanrı’nın örneğidir. İnsanın yüzünde On sekiz bin evrenin görüntüsünün olduğunu anlatıyor. On sekiz bin âlem; Tanrı’nın farklı görüntülerini yansıtır. Farklı evrenleri dile getirir.

Ozana göre, insana saygı göstermeyen kişi ne kadar ibadet ederse etsin, Tanrı’ya tapınmayı gerçekleştirmiş sayılmaz. Kim ki iyilik ve yardım eder o kişi bu nitelikleri dolayısıyla (Tanrısal nitelikleri taşıyan insan, anlamında.) ona saygı ve sevgi beslemek gerekir. Ozan, bunu yapmayan kişi şeytanla eşdeğerdir diyor.

Bir insanın dış görünüşü ne kadar güzel ve çekici olursa olsun, insanı sevmeyen, insana değer vermeyen bir yanı varsa, o görüntünün çok önemli bir değeri yoktur. Yaşamı güzel kılan sevgidir. Sevgi gösteremeyen insandan ve var olana değer vermeyen kişiden uzak durulmalıdır. Çünkü o kişinin, içi başka dışı başka olduğu için, özünde şeytani duygular (kötü niyetler) taşır. Böylesi bir insandan kimseye yarar gelmez demektedir.


Ozan, bu dizelerde Vahdet-i Vücut’u yani Tanrı+Evren+İnsan birlikteliğini yansıtmaktadır. Tanrı’yla var olanın, O’nunla aynı olduğunu anlatmakta ve var olanların içinde, Tanrı’ya en yakın olanın ise “insan” olduğunu belirtmektedir. O halde insana değer veren, Tanrı’ya da değer vermiş olur demektedir.


YEMİNİ’nin sözü ruş’u beyandır

Eğer fehmin var ise güneş ayandır


(Yemini’nin sözünü aydınlık ve açık bir şekilde anlatmaktadır. Eğer, onu anlayacak beyin var ise, o sözler güneş gibi aydınlatıcıdır.)


Yukarıdaki dizelerde, ozan, söylediklerinin açık olduğunu ve görüşlerinin aydınlık saçtığını, yeter ki insanların bu görüşleri alabilecek bilinçte ve yeterlilikte olsun, diyerek bir serzenişte bulunmaktadır. Her insan, her bilgiyi alamaz veya kavrayamaz.

Yemini şiirlerinin çoğunda, Hz. Ali’yi ve on iki imamı övmüş ve onun öğretisini yaymıştır. Çoğu kez Hz. Ali’yi söylencelerle yüceltmiş Bektaşi bir ozan olarak vahdet-i mevcut görüşlerini, anlayacak insan sayısı çok azdı ve bugünde bu öyledir.

Yemini, Hurufiliğin ilminden yararlanmış bir ozandır. Hurufiler, simgelerle konuşmak önemlidir. Hurufiliğin dili, simgesel bir dildir. Gizemciliği içerir. Her insan o sözlerin anlamını ve içeriğini kavrayamaz. Yemini de bu konuda dert yanmaktadır.


Ki ol nur’u velayet Ali’dir

Nur Ali’ye erişen velidir


(Bilin ki o ışığı, o aydınlığı saçan Ali’dir. Çünkü Ali, velayet makamına, en üst makama erişen bir uludur.)


Alevilikte, Velayet makamı en üst makamdır. Çünkü bu makam, Tanrı’sal olana kavuşmuş, Hakk’ı özünde bulmuş ve gerçek olana ulaşmış insanların makamıdır. Ozan Hz. Ali’yi, sözü edilen bu makama ulaşmış bir eren, bir ulu, bir veli olarak görüyor ve onun ışığıyla aydınlanmaya çalıştığını belirtiyor.


Size derim Ali’yi, ben tamamet

Ki ol kişide vardır çok alamet


(Size derim ki Hz. Ali her yönüyle tamamlanmış, eksikliği olmayan birisidir. O kişinin (Hz Ali’nin) bıraktığı izlere bakın bunu görürsünüz)


Görüldüğü gibi ozan; Hz. Ali’yi kendisini her yönüyle tamamlamış, eksikliği olmayan bir ulu insan olarak görüyor. Bu görüşe de, Hz. Ali’nin yaşamındaki olaylara, insanlar üzerinde bıraktığı etkilere, onun görüşlerine, davranışlarına ve bıraktığı izlere bakarak ulaştığını dile getiriyor. Burada katıksız bir Hz. Ali sevgisi açıkça görülmektedir.

Hz. Ali’ye ululuk ve yücelik yükleyen Yemini, ona tanrısallık da yüklemektedir. Her şeye yetkin olan bir varlık, eksiksiz olandır. Oysa evrenin en temel yasası “eksiklik” yasasıdır. Yemini, Hz. Ali’yi, evrenin ötesine taşımakta ve onun kimliğine soyut kavramlar yükleyerek, üstün değerlerle yüceltmektedir. Hurufi ozanlarının özünde ve söyleminde bu olgu vardır. Nesimi de, Virani de, Yemini de vs. Hz. Ali’yi doğanın dışına taşıyan ve ona üstün değerler yükleyerek, onu yüceltmek, bu ozanların temel söylemlerini oluşturmaktadır.


Dedi ki ya Ali ben sana ikrar

Ederim yoktur gönlümde inkâr

Dedi tekrar al fesat ey ya şah

Severim ben seni tanıktır Allah


Burada ozan, Hz. Ali’ye sevgisinin çok derin olduğunu, ona ikrar kıldığını, ona bağlandığını, gönlünde onu, sonsuz sevgiyle yaşattığını anlatıyor. Ozan, Hz. Ali’yi ve onun öğretilerini, inançlarını hiçbir zaman inkâr etmediğini söylüyor. Hz. Ali’yi inkâr edenleri fesatlıkla, bozgunculukla, kötülükle nitelendiren ozan; Şah’ını (Hz. Ali’yi) çok sevdiğini, bunun en büyük tanığının da Allah olduğunu belirtiyor.


Ali yoluna canımız, başımız fedadır

Yakın bil ki Ali, dıl-ı Hüdadır.


Burada ozan, Hz. Ali yolunda, gerekirse canını bile verebileceğini, onun uğruna her şeyi yapacağını, bu anlamda korkusuz olduğunu, bu konuda bildiklerini korkmadan anlatacağını söyleyerek: Bilin ki Hz. Ali Tanrı’nın kelamını bilen ve onu sesleyendir.


Bilen Allah bir, Muhammed-i Hak.

Ali gösterir, bu sırrı mutlak


Ozan, yukarıdaki dizelerde, Allah-Muhammet-Ali üçlemesi yaparak, Allah’ın bir, Hz. Muhammed’in onun peygamberi olduğunu ve Hz. Ali’nin de velayet makamında olduğunu belirtiyor. Evrenin, varlığın bir bütünlük içinde bulunduğunu belirten ozan, Allah’ın mutlak olduğunu ve bunun göstergesinin de Hz. Ali olduğunu anlatıyor. Ozana göre Hz. Ali Hak’la bir olarak tüm varlığın özünü kendisinde yansıtıyor.


Ey YEMİNİ, Hayderin methini, tekrar eyle ki

Hem dem, hem ser sultanı şefaattir Ali


Yemini, Haydar’a (Hz. Ali’ye) övüyor ve bu övgüyü sürekli yapmaktan bıkmayacağını, usanmayacağını söylüyor. Hz. Ali, hem nefes, hem soluk, hem tinsel olgunluğa erişmenin gıdasıdır. Tüm bilgiler ve güzel davranışlar ondadır. Hz. Ali’nin aynı zamanda insanları doğruya götüren, gerçeğe vardıran bir ulu olduğunu ve dolayısıyla da insanı suç işlemekten önlediğini, bu anlamıyla da insanı suçtan uzaklaştırdığını dile getiriyor. Hz. Ali’nin bağışlayıcı olduğunu da belirtiyor. Yemini de köklü bir Hz. Ali sevgisi olduğu açıkça görülmektedir. Yemini’nin eserlerindeki en belirgin yön budur.


Zayi etme demi nutku ağız ile

Sakın bu fırsatı fevt etme söyle

Cihan dar-ı fenadan geçti bil

Fenaya gönül verme çare kıl


(Ağızdan çıkan söz ile bu sohbeti yok etme/sakın bu olanağı elden kaçırma, muhabbeti öldürme/ dünya kötülüklerle gelip geçmiş/kötüye gönül verme, ona çare bul.)


Bekâ darına çün azmedeceksin

Bu menzilden bilirsin gideceksin

Fenada kıl Bekâ darına dirlik

İkililik perdesinden geç eyle birlik


(Sonsuzluğa akman için çalışacaksın, kararlı olacaksın/istediğin hedefe ulaşman için yolunu belirleyecek ve bu yolda yürüyeceksin/zaman içinde, kötülüklerden sıyrılıp, birlik ve beraberliğe ulaşmak gerek/bunun için de ikililikten arınıp, bütünlüğe varacaksın


Cihan ziynetini ihtiyar-ı fahr et

Sana sen lütfeyle kendini yar et

Cihanın yar-ı vefasızdır vefasız

Sen onu sevme vefasızdır vefasız


(Dünyada güzel şeyler, olgunluğu, ululuğu değerli kılmak gerek/bunun için de önce sen kendini eğit, kendini sev/bu dünyada sevenler değer bilmezler/değer bilmezse sen de değer verip sevme.)


Kim ki bilir esma ile zatı

Tecelli eyler seyreder her sıfatı

YEMİNİ’nin sözü ruş-u beyandır

Eğer fehmin var ise güneş ayandır


(Kim bilir ismini ve kişiliğini/kişiler doğarak dünyaya gelirler ve bir kişilik edinirler, herkesin kişiliği farklıdır/Yemini’nin sözleri güneşin ışıkları kadar aydınlık ve açıkça bellidir/yeter ki sen onu anlayacak aydınlığa erişesin.)


Hoş keramet madeni şahı velayettir Ali

Nuru Ahmet’tir yakin, şem’i hidayettir Ali


(Olağanüstü davranışlar gösteren, çok cevherlere sahip, ulu ve veli olan, en üst derecede bilgiye ulaşan Ali’dir/ Işığı saçan, mum gibi aydınlatan, doğruyu gösteren Ali’dir.)


Muciz Musai bir pare ağaçta gösterir

Şöyle bel sırrını bahrı keramettir Ali


(Musa Peygamber, mucizesini bir asayla gerçekleştirir. Asa ise ağaçtan bir parçadır/ onun gizi geldiği bel (soy’dan) bellidir. Denizler kadar olağanüstülükleri olan Ali’dir.)


Bunca işler ki kılıptır kudreti haktan ayan

Muciz nuru neviden Ruşen ayettir Ali


Bu kadar işleri gerçekleştirip, bu gücü açıkça gösteren/ Mucizeleri ışık saçan, örnek olan, söyledikleriyle aydınlatan Ali’dir.


Hatem tıyyı bir pula değmez sahasını olsa yâd

Nesli İbrahim kânn-ı sahavettir Ali


(Eğer sevdiklerini anmıyorsan, değerli yüzüklerin bile bir değeri olmaz./ Soyu İbrahim Peygambere dayanana, cömert, yiğit olan Ali’dir.


Nice din düşmanlarının kanını döktü yere

Hakkı inkâr edene sahib-i siyasettir Ali


(Nice din düşmanlarının kanını döktü/gerçeği inkâr edene karşı tüm gücüyle politik mücadeleyi veren Ali’dir.)


Deyişleri


1


Dediler zi keramet kanı Hayder

Dayanmaz derdimin dermanı Hayder


Kamu mümin’lerin kalbinde mihrin

Olubdur dini hem imanı Hayder


Hakk’ın kudreti sende ayandır

Velayet mülkinin sultanı Hayder


İmamü’l Müttekinsin bellü bayık

Erenler merdinin merdan’ı Hayder


Cemad’a dil verirsin emr-i Yezdan

Verir nutkun ölüye canı Hayder


Behişt ehline saki’i ezelsin

Hakk’ın sende erer ihsanı Hayder


YEMİNİ dermendde kıl inayet

Delalette komagıl anı Hayder


2


Lam eliften arşa pervaz eyledim

Kaf u nun’dan başıma taç eyledim


Kuvvet u savt ü kelam nutku ruh

Cümlesini hüsne muhtaç eyledim


Nüh felek burcunda kurdum hameyi

La mekan yurdunu taraç eyledim


Suret -ı şabin katat görmek için

Perde püşi ne miraç eyledim


Beyt-i mamur içre mesken tutalı

Ey YEMİNİ günde bir hac eyledim


3


Suretin nakşında gördüm Fazl-ı ism-i a’zamı

Zülf ü kaş u kirpiğindedir Süleyman hatemi


Limeallahın hayaalidir yüzün vech -i ilah

Gösterir mir’at-ı mü’min on sekiz bin alemi


Kim ki sacid olmadı hüsnün önünde ey sanem

Sen anı merdı1d-i şeytan bil değildir ademi


Arif-i nefs olmayınca nefsini bilmez fakih

Ger olursa Hayderi vü jende-püş-i Edhemi


Ey YEMİNİ tayyib ü tahir olunmaz şöyle bil

Her kim içmez saki-i Kevserden ab-ı zemzemi


4


Gerdiş-i Çerh-i felek seyran-ı aşk

Cümle eşya tabi -i ferman-ı aşk


Zahid ü abid hacerdendir meğer

Bu sebebden olmaz ol mihman-ı aşk


Ayn ü şin ü kaf-ı Hakk vechindedir

Hüsnünü gören olur kurban-ı aşk


Küntü kenz’in hanesinden geldi uş

Zahir oldu aleme sultan-ı aşk


Zülf ü kaş u kirpiğinden dembedem

Görünür aşıklara ihsan-ı aşk


Suret-i şabin katat fazl-i İlah

Dünye vü ukba’da ol canan-ı aşk


Padişah-ı dehr olursa nagehan

Bende eyler özüne Rahman-ı aşk


Ey YEMİNİ aşık-ı vech ol bu gün

Geldi çün aşıklara devran-ı aşk


5


Vücudunda iki nesne yaşıyor

Tefekkür eyle gör neler işliyor

Kötü düşünceyi yok eder isen

Vücudundur mısri cami bilesin

Kur’anı natıktır vücudun sesi

Kötülüğü yok et, Hakk’ı bulasın

Canı gönülden Hak ismin zikret

Hakk’ın kudretiyle vücudu paket

Muhammed Mustafa emrini daim

Tutar isen iman pak olur kaim

Kurtulmak istersen cümle cefadan

Şefaati bekle sen Mustafa’dan

Salâvat getir ki Ali Resul’e

Dininle imanın girsin usule

Ali faziletin yayın edelim

Üstat doğru demiş bunu bilelim

YEMİNİ gerçek bir yoldaş bulursan

Bil ki sen o zaman Hakk’a varırsın.


6


Mümin aç gözünü mucizeyi gör

İnkâr edip nar’ı cehenneme yanma

Sen gerçeklere gel hasislik yapma

Zalimin dediği sözlere kanma

Zikret Ali Şah’ın gör erliğini

Şah’ın ismi zikir hiç yanlış sanma


7


Muhammed Ali’ye izzetini kıl

Onları zikretmek ibadettir bil

Mervaniden ayrı dur olma zalim mümin ol

Gerçeklere mürit ol ikrarın ver Haydere

Edepsiz Emeviler, Haydar’a kin tuttular

Dünyada ahirette eriştiler zavale

Mümin isen Haydar’ı sev ola canına şifa

YEMİNİ, her an ceht et eresin makamına


8


Şikayetim yoktu, şükrüm bol idi

Sözümün yalanı asla yok idi

Sabır ile buldum Tanrı’ya yolu

Burada belli olur, ulu’dan ulu

Doğru yol Muhammed Ali’nin yolu

YEMİNİ, bülbüldür onlar da gülü


9


Zayi etme demi nutku ağız ile

Sakın bu fırsatı fevt etme söyle

Cihan dar-ı fenadan geçti bil

Fenaya gönül verme çare kıl


Bekâ darına çün azmedeceksin

Bu menzilden bilirsin gideceksin

Fenada kıl Bekâ darına dirlik

İkililik perdesinden geç eyle birlik


Cihan ziynetini ihtiyar-ı fahr et

Sana sen lütfeyle kendini yar et

Cihanın yar-ı vefasızdır vefasız

Sen onu sevme vefasızdır vefasız


Kim ki bilir esma ile zatı

Tecelli eyler seyreder her sıfatı

YEMİNİ’nin sözü ruş-u beyandır

Eğer fehmin var ise güneş ayandır


10


Dediler ki keramet kanı Hayder

Dayanmaz derdimin dermanı Hayder

Kamu mümin’lerin kalbinde mihrin

Olubdur dini hem imanı Hayder

Hakk’ın kudreti sende ayandır

Velayet mülkinin sultanı Hayder

İmamü’l Müttekinsin bellü bayık

Erenler merdinin merdan’ı Hayder

Cemad’a dil verirsin emr-i Yezdan

Verir nutkun ölüye canı Hayder

Behişt ehline saki’i ezelsin

Hakk’ın sende erer ihsanı Hayder

YEMİNİ dermendde kıl inayet

Delalette komagıl anı Hayder


11


Yüzünü hak eyle Ali evladın ayağına

Özünü yetiştir üstadın bağına

Bir mürşid ola ki seni götüre Şah’a

Ki Şah seni yürütür ol Allah’a

İsm-i hakkı daima zikreyle

Kıyamet esişini sen fikreyle

Ki ta sana şefaat ide Ahmet

Sefid ola sana nur-u Muhammet

Muhammet’tir emin ser-i esma

Beyan eden odur ilm-i müsemma

Onun mektubu ismidir bu hil’at

Onun nutkudur insana cism-i hilkat

Dediğimi anladınsa adam oldun

İsa ilmini okudunsa dem oldun

Muhammet Mustafa’ya bin salâvat

Verin bu demde siz ehl-i taât

12

Hoş keramet madeni şahı velayettir Ali

Nuru Ahmet’tir yakin, şem’i hidayettir Ali


Muciz Musai bir pare ağaçta gösterir

Şöyle bel sırrını bahrı keramettir Ali


Bunca işler ki kılıptır kudreti haktan ayan

Muciz nuru neviden Ruşen ayettir Ali


Hatem tıyyı bir pula değmez sahasını olsa yâd

Nesli İbrahim kânn-ı sahavettir Ali


Nice din düşmanlarının kanını döktü yere

Hakkı inkâr edene sahib-i siyasettir Ali


Hül-leti Ali-ül insan menzildir şanına

Hem emin Ahmed sahini emanettir Ali

Ey YEMİNİ Hayderin methini tekrar eyle ki

Hem dem hem ser sultanı şefaattir Ali


Kaynakça;


1. BİRDOĞAN, Nejat; Alevi Kaynakları, Kaynak yay. 1996

2. Büyük Larousse;15 ve 20.Cilt; İlgili Madde.

3. EYUBOĞLU, İsmet Zeki; Alevi-Bektaşi Edebiyatı.

4. EYUBOĞLU, İsmet Zeki; Türk Şiirinde Tanrı’ya Kafa Tutanlar; Kaynak Yay.1995

5. Garip Dede Türbesi Takvimi 24 Mayıs 2008KOCA, Şevki; Bektaşilik ve Bektaşi Dergâhları, Cem Vakfı Yay. 2005

6. NOYAN,Bedri; Demir Baba Vilâyetnâmesi, Can yay., İstanbul 1976

7. ŞİMŞEK, Mehmet; Dede Korkut ve Ahmet Yesevi’den Günümüze Uzanan Ünlü Alevi Ozanları; Can Yay.1.Baskı 1995

8. ULUSOY, A. Celalettin; Yedi Ulular; Ajans Türk Mat.

9. VAKTİDOLU, Adil Atalay Hazırlayan; Hz. Ali’nin Faziletnamesi; Yemini; Can Yay.2007





Yorum Gönder

0 Yorumlar