Subscribe Us

header ads

Nah Gireriz

Sözcü yazarı Emin Çölaşan bugünkü yazısında Türkiye ile Suriye arasında yaşanan krizi kaleme aldı. İki ülke arasında bir zamanlar hakim olan iyi ilişkilerden bahseden Çölaşan, bugün gelinen süreçle ilgili olarak iktidara yönelik sert ifadeler kullandı.
İşte Çölaşan'ın o yazısı:
Sevgili okuyucularım, sınır komşumuz olan bir ülkeyi durup dururken, ortada bizim açımızdan hiçbir sorun yokken "Düşman" ilan ettik. Şimdi herkes soruyor:
"Suriye'ye girecek miyiz?"


Nah gireriz!
Senin kendi ülkende Kürtçü takımı başına bela olmuş, adamlar açıkça özerklik istiyor, Kürdistan sınırlarını çiziyor, hangi il ve ilçelerimizin onlara ait olduğunu, sınırın nereden geçeceğini açıklıyor ve sen hükümet olarak bütün bu kepazelikleri hiçbir şey yapmadan, yapamadan seyretmekle yetiniyorsun.
Bütün bunlar olurken, senin en büyük dostlarından biri yıllardan beri Suriye.
Suriye ile al gülüm ver gülüm ilişkisi içindesin.
PARALAR OLUK OLUK TÜRKİYE'YE AKIYOR
Tayyip'le Eminanım Suriye gezileri düzenliyor, sonra Esad'la karısı birkaç kez Türkiye'ye geliyor. Bunlar aile boyu sarmaş dolaş fotoğraflar çektirip dostluk mesajları veriyor, "İki ülke arasındaki kardeşlik ilişkilerinden" dem vuruyor.
İki ülke arasında vize kaldırılıyor, sınırlar neredeyse tümüyle açılıyor.
Her yıl ortalama bizim 100 bin vatandaşımız Suriye'ye geçerken, onun iki katı Türkiye'ye geliyor.
Suriyeliler Türkiye'ye çok büyük para bırakıyor. Hatay, Gaziantep, Kilis başta olmak üzere bölgenin ticareti büyüyor. Simitçiden otobüsçüye, otelciden lokantacıya herkesin işleri tıkırında. Paralar oluk gibi Türkiye'ye akıyor.
Tayyip memnun, Esad memnun!
Ancak ortalıkta, Tayyip'in ruhunun bile duymadığı bir ABD planı vardı. Büyük Ortadoğu projesini gerçekleştirmek için ABD ve İngiltere, bölgedeki ülkelere göz dikmişti.
Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Irak, Ürdün, Mısır gibi ülkeler zaten onların emir ve komutası altındaydı, çoktan kucağa oturtulmuştu. Ele geçirilmesi gereken iki çok önemli ülke vardı:
İran ve Suriye
İran, yüzyılların güçlü ve köklü devleti idi ve ele geçirilmesi mümkün değildi. Şeriatçı rejim, emperyalistlerin önünde eğilip bükülmüyordu.
O halde işe bir yerden başlamak gerekiyordu.
Suriye kurban seçildi...
Ve günün birinde ABD, Tayyip'in kulağına fısıldadı:
"Bak Tayyip, biz Esad rejimini devirmeye karar verdik. Bundan sonra ona göre davranacaksın. Şimdi oradaki Müslüman Kardeşler örgütünü devreye soktuk. Suriye'de ayaklanmalar başlatıp Esad'ı götüreceğiz, yerine aynen Mısır'da yaptığımız gibi bizim kucağımızda oturan bir şeriat devleti kuracağız. "
Böylece Türkiye Esad'a posta koymaya başladı, Suriye'deki isyancılara yardım elini uzattı.
TAYYİPGİLLER MAHÇUP DURUMA DÜŞTÜ
Bizimkileri Esad'a karşı coşturan çok önemli bir olay daha vardı:
Suriye'de Aleviler, Sünnilere karşı egemendi. Yönetim onların elindeydi. Komşu bir ülkeyi Alevilerin yönetmesine daha fazla izin verilemezdi! Ne yapıp yapmalı ve o rejimi ABD'nin isteği doğrultusunda yıkmalıydı!
Suriye'de ayaklanma başladı. Pek çok yerde olaylar çıkıyor, ancak Esad rejimi bizimkilerin beklediğinin tam tersine, bir türlü yıkılmıyordu.
Tayyipgiller mahcup duruma düşmüştü. Sen isyancılara o kadar destek vereceksin ve rejim yıkılmayacak! İnanılmaz bir olay yaşanıyordu.
İşte bu süreçte, Türkiye'ye sığınmalar başladı. İsyancılardan çok daha fazla sayıda işsiz güçsüz, geçim sıkıntısı içindeki Suriye vatandaşı sınırı geçip Türkiye'ye gelmeye başladı.
30 BİN KİŞİNİN TEK AMACI VARDI
Bunlar için sınıra yakın yerlerde, özellikle Hatay, Kilis ve Gaziantep bölgelerinde sığınmacı kampları kuruldu. Çadır kentler ve prefabrik konutlara bugüne kadar 30 bin dolaylarında sığınmacı yerleştirildi.
Artık Van depremini yaşamış insanlarımızı unutmuştuk! Onlar kışı soğuk çadırlarda çile çekerek geçirirken, Suriyeli sığınmacılara hükümet para basmaya başladı. Çoğu işsiz güçsüzlerden oluşan bu yaklaşık 30 bin kişinin bir tek amacı vardı: "Türkiye'ye kaçarız, sonra bize Birleşmiş Milletler ve ABD sahip çıkar. Sığınmacı oluruz, bizi başka ülkelere gönderirler, orada iş güç sahibi oluruz ve hayatımız kurtulur!"
Türkiye'nin olanakları artık bu heriflere akmaya başlamıştı. Kurulan kamplarda Suriyeli sığınmacılar krallar gibi ağırlanıyordu. Kendilerine günde üç öğün yemek çıkarılıyor, emirlerinde çalışacak doktorlar veriliyordu. Kamplarda hastane, mescit, banyo, hamam bile kurduk.
ESAD REJİMİ BİR TÜRLÜ YIKILAMADI
Ancak işin ilginç yanı, kampları asker bekliyordu ve giriş çıkış Türk vatandaşlarına yasaktı.
Suriye'nin iddiasına göre, Türkiye isyancılara silah sağlıyordu. Onları beslediğimiz kesin de, silah olayını bilemem!
Fakat Esad rejimi bir türlü yıkılmıyordu.
Tayyip bu konuyu konuşmak amacıyla birkaç gün önce İran gezisi yaptı. ABD'den kendisine verilen talimatı Ahmedinejad'a iletecekti: "ABD'nin ricasıdır. Gelin, Suriye rejimini birlikte devirelim. Böylece ABD ile aranız düzelmiş olur."
Tayyip Tahran'a inmişti ve o gün Ahmedinejad'la görüşmesi olacaktı. Fakat gelin görün ki, İran Başbakanı kendisini o gün kabul etmeyip bir gün bekletti...Çünkü tansiyonu yükselmişti!..Tayyip çok bozulmuştu ama renk veremedi! Ertesi gün görüşmek zorunda kaldı ve olumsuz yanıt aldı.
Hemen bu olayın ardından, ABD yeni bir emir verdi:
"Ey Tayyip, İran'dan aldığın petrolü azaltacaksın."
Hükümetin kararı ertesi gün açıklandı:
"İran'dan petrol alımı azaltılmıştır. Bu miktarda ham petrol Libya'dan temin edilecektir!"
Sevgili okuyucularım, durup dururken ABD'nin baskısıyla "Düşman" ilan ettiğimiz Suriye ile yaşadığımız olayın özeti işte böyle.
TÜRK ŞİRKETLERİ KAPISINA KİLİT VURDU
Koskoca Türkiye Cumhuriyeti emperyalizmin taşeronu oldu, ABD'nin isteği doğrultusunda Esad'ı devirmeye çalışıyor. Fakat gelin görün ki, arkasına İran, Çin, Rusya gibi ülkelerin desteğini alan Esad rejimi sağlam çıktı. Bir türlü devrilmiyor.
Bu süreçte Suriye vatandaşları Türkiye'ye gelemez oldu. Sınır bölgemizdeki kentler çok büyük zararda. Ancak korkudan, kimse sesini çıkaramıyor.
Suriye'de yatırımı olan yüzlerce Türk şirketinin kapısına kilit vuruldu.
Her gün 30 bin sığınmacıyı milletin parasıyla besliyorlar. Bu konuda bıçak kemiğe dayanıp paralar suyunu çekince, Birleşmiş Milletler ve ABD'ye başvurmak zorunda kaldılar: "Bizden bu kadar! Harcamalara siz de katılın!"
Oynadıkları oyun her açıdan maddi ve manevi fiyasko ile sonuçlanmış durumda.
Gördüler ki, kısa sürede yıkacaklarını zannettikleri Alevi Esad rejimi sağlammış ve öyle kolayca yıkılması mümkün olmuyormuş. Şimdi ne yapacaklarını şaşırdılar.
BAŞKALARININ KUCAĞINA OTURUYORLAR
Ellerinde kaldı bir tek çare! Şimdi onu el altından yaymakla meşguller:
"Suriye'de daha büyük olaylar yaratıp Türk ordusunu yine ABD'nin ve emperyalizmin taşeronu ve tetikçisi olarak o ülkeye sokmak!"
Geçenlerde komutanlar sınır bölgesine gidip oralarda konuşlanmış olan askeri birlikleri denetlediler.
Hükümet her zaman yaptığı gibi, yandaş medyayı da amaçları doğrultusunda kullanıyor. Özel yetkili medya daha birkaç ay öncesine kadar Tayyipgillerle sarmaş dolaş olan Esad'a en ağır hakaretleri yağdırıyor. Gitti gidecek diye bağırıyorlar ama adamın gittiği de yok, gideceği de!
Bir ülkenin hükümeti başkalarının kucağına oturup ulusal çıkarların değil, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda fedailik, jandarmalık ve taşeronluk görevine soyunmaya kalkışırsa, olacağı işte budur.
İşte böyle rezil olur, ne yapacağını şaşırır.