Koçgiri, Alevi tepkisi değil
Anadolu Türkmenlerinin Mustafa Kemal yahut Cumhuriyet rejimine isyan ettikleri iddialarına karşı çıkan araştırmacı-yazar Çetinkaya, Anadolu’daki ayaklanmaların arkasında, İstanbul’daki Kürt Teali Cemiyeti, Osmanlı hükümeti ve İngilizlerin başını çektiği batılı
emperyalist ittifakın bulunduğunu hatırlatıyor
Anadolu Türkmenlerinin Mustafa Kemal yahut Cumhuriyet rejimine isyan ettikleri iddialarına karşı çıkan araştırmacı-yazar Çetinkaya, Anadolu’daki ayaklanmaların arkasında, İstanbul’daki Kürt Teali Cemiyeti, Osmanlı hükümeti ve İngilizlerin başını çektiği batılı
emperyalist ittifakın bulunduğunu hatırlatıyor
Hani sürekli “tabu”ları yıkmak gerektiğinden bahsediyorlar ya, Nihat Çetinkaya bu alanın “cesur” kalemlerinden bir tanesi.
Yıllar önce Alevilerin tarihsel kökenlerini ortaya koyduğu kitabına “Kızılbaş Türkler” adını koyarak, o güne kadar bir hakaret, öteleme aracı olarak kullanılan “Kızılbaş” sözcüğünün, Türklüğün sıfatlarından biri haline gelmesinin yolunu açtı.
Değerlendirmeleriyle Horasan’dan Anadolu’ya Yol Hikayesi dizimize de katkıda bulunan Çetinkaya, bu kez de “Mustafa Kemal’in, Samsun’a çıkışıyla başlayan örgütlenme sürecinde, Alevî çevrelerde yarattığı sempati ve ilgiyi” yorumluyor.
Yıllar önce Alevilerin tarihsel kökenlerini ortaya koyduğu kitabına “Kızılbaş Türkler” adını koyarak, o güne kadar bir hakaret, öteleme aracı olarak kullanılan “Kızılbaş” sözcüğünün, Türklüğün sıfatlarından biri haline gelmesinin yolunu açtı.
Değerlendirmeleriyle Horasan’dan Anadolu’ya Yol Hikayesi dizimize de katkıda bulunan Çetinkaya, bu kez de “Mustafa Kemal’in, Samsun’a çıkışıyla başlayan örgütlenme sürecinde, Alevî çevrelerde yarattığı sempati ve ilgiyi” yorumluyor.
Derebeyleri ve özerklik
Çetinkaya’ya göre ilk dönemlerde bu ilgi, “Alevilerin Kurtuluş Hareketi’ni kavrayışlarından çok, Osmanlı yönetimine olan tepkilerinden kaynaklanıyordu.”
Bu “ilgi”nin “desteğe” dönüşümünü Kızılbaş Türkler’den sonra şimdi de Kürtler’i yazdığı kitapla okuyucunun karşısına çıkmaya hazırlanan Nihat Çetinkaya’dan dinleyelim:
“Hareketin gelişmesiyle yani Erzurum, Sivas kongreleriyle ve İstanbul yönetimiyle olan siyasi ayrılıklar ortaya çıktıkça, Alevîlerin önemli bir kesiminde, Mustafa Kemal’e olan ilgi ve sempati siyasi düşüncelerle desteğe dönüşmeye başlar.”
“Ancak” diyor Çetinkaya, “bu durum bütün Alevî çevrelerini kapsamaz.”
Ve, İstanbul Hükümeti ve batılı muhalif devletlerin Mustafa Kemal hareketini dağıtmak için her çareye başvurduklarını hatırlatarak, “düşündürücü” bulduğu Koçgiri olayını anlatıyor:
“Tamamı Türkmen-Alevî olan bu çevrede başlayan isyan, mezhebi ve etnik tepkiden çok feodal derebeylerin özerklik istekleriyle sınırlı gözükmektedir. Ancak kaynaklarda Kürt kimliğine de vurgu yapılmaktadır.
Hareketin arkasında direkt ve açık olarak İstanbul’daki Kürt Teali Cemiyeti ile Osmanlı hükümeti ve İngilizlerin başını çektiği batılı emperyalist ittifak vardır.
Neticede İsyan bastırılır.
İsyanı başlatan Alişan ve Haydar Beyler, Koçgiri bölgesinin yerlileri olmadığı gibi, Koçgiri aşiretinin mensubu da değillerdi. Büyük dedeleri olan Alişan Bey Palu’nun Şemikdere yöresinden gelmiş, Şafiî mezhebinden olup Kürt kökenlidir. Koçgiri’ye geldikten sonra, yöredeki Baba Mansur Ocağı’nın etkisiyle Alevîliğe geçerler ve Baba Mansur talibi olurlar.
Büyük dede Alişan Beyin oğlu Mustafa Bey, II. Abdulhamid döneminde paşa yapılır. Bu aile bu şekilde oldukça güçlenirler ve bölgenin derebeyleri olurlar. Bu ailenin Kurtuluş Hareketi’ne karşı çıkmalarında ve Koçgiri Alevî camiasını isyana sürüklemelerinde, Osmanlı hükümetiyle olan bu ilişkileri esas rolü oynar. Dolayısıyla Koçgiri olayını bir Alevî tepkisi olarak değerlendirmemek gerekir.”
‘İşte bizim devletimiz’
Önceki konuklarımız gibi Çetinkaya da, Yunan işgali ve Kurtuluş Savaşı’nın zaferlerle neticelenmesinden sonra Mustafa Kemal’in Aleviler arasında “mehti” sıfatıyla anılmaya başlandığına dikkat çekiyor:
“Cumhuriyet’in ilânıyla, Kurtuluş Hareketi ve Kurtuluş Savaşı’nın temel düşüncesi ve hedefi, Alevî camia tarafından daha iyi kavranır ki, kendileri için bir kurtuluş bir yeni hayat olarak görülmeye başlanır.
400 yıldır dışlanarak, tahkir edilerek, kimi zamanlar da katliamlara uğrayarak, devlet düşmanı haline getirilmiş bu camia ilk defa laik Cumhuriyet’le birlikte, devletle barışmış, ” işte bizim devletimiz“ diyerek devletin yanında yer alarak Cumhuriyeti sahiplenmişlerdir.”
Küresel muhasaraya karşı
Atatürk’ün ölümünden sonra başlayan süreci, Alevî kesimin, muhafazakâr politikaların etkinliği ile tekrar dışlanmaya başlandığı dönem olarak yorumlayan Çetinkaya, Alevi ve Sünni Tük çevrelerinde karşılığını bulacağına ihtimal vermese de, “Toplumu onlarca etnik birleşme olarak gören anlayışın çatıştırmaya dönük düşünce ve propaganda girişimleri”nden kaygılı.
Alevîliğin “Alevî camiasının da seslendirdiği gibi bir Türk olgusu, ”Türk tasavvurunun İslâm’ı algılayış“ biçimi” olduğunu özellikle vurguladıktan sonra ekliyor:
“Küresel muhasarada olduğumuz hatta küresel bir taarruzla karşı karşıya bulunduğumuz ve toplum yapımızın 36 etnik karışımla tarif edildiği bir zamanda, Anadolu Türklüğünün ana-kök damarı olan Alevîlerin, Atatürk’le, Cumhuriyetle bağlarının kopması, devletle karşı karşıya getirilmesi, Anadolu Türklüğünü, -Osmanlı döneminde olduğu gibi- büyük bir güç kaybına uğratır.”
Bu güç kaybının geçmişteki en önemli yansımalarından biri şüphesiz Çetinkaya’nın da işaret ettiği gibi Türkmen kökenli olan Alevilerin, Osmanlı Devletince dışlanmaları sonucunda bazı yörelerde Kürtleşmeleri oldu.
Geçmişten gelen bunca tecrübenin ışığında, son günlerde Aleviler’in toplumun gözünde konumlandırılış biçimini değerlendirirken “Camialarında, hakim oldukları alanlarda ve kadrolarında Türk kökenlilerin dışlanmasına özen gösteren bir anlayışın, Alevîleri dışlamasını, bugünkü ortamda doğal karşılamak gerek” diyor Çetinkaya. Ancak “önemle kaydetmeyi ihmal etmemek şartıyla!”
Soy meselesi
Son olarak şu günlerde “Alevi” olan Kılıçdaroğlu hakkında “Annesi Ermeni” denilerek ortaya atılan “soy” tartışmasına da paralel düşen bir ayrıntıyı gündeme getiriyor ve “Aleviliği ”İslâm dışı“, ”Türk dışı“ iddialarla başka kökenlere dayamak isteyen şahıs, kuruluş ve platformların varlığı”ndan bahsediyor Çetinkaya:
“Bu gibi iddialarda bulunanlar arasında, Ermeni kökenli şahısların sürükleyici rol oynadıkları da birçok bilim adamı ve araştırmacılar tarafından, 1915 Ermeni tehciri sırasında, bazı Ermenilerin kırsal kesimdeki Alevî köylerine sığınarak, Aleviliği benimsemiş oldukları ileri sürülerek ifade edilmektedir.”
Bu “ilgi”nin “desteğe” dönüşümünü Kızılbaş Türkler’den sonra şimdi de Kürtler’i yazdığı kitapla okuyucunun karşısına çıkmaya hazırlanan Nihat Çetinkaya’dan dinleyelim:
“Hareketin gelişmesiyle yani Erzurum, Sivas kongreleriyle ve İstanbul yönetimiyle olan siyasi ayrılıklar ortaya çıktıkça, Alevîlerin önemli bir kesiminde, Mustafa Kemal’e olan ilgi ve sempati siyasi düşüncelerle desteğe dönüşmeye başlar.”
“Ancak” diyor Çetinkaya, “bu durum bütün Alevî çevrelerini kapsamaz.”
Ve, İstanbul Hükümeti ve batılı muhalif devletlerin Mustafa Kemal hareketini dağıtmak için her çareye başvurduklarını hatırlatarak, “düşündürücü” bulduğu Koçgiri olayını anlatıyor:
“Tamamı Türkmen-Alevî olan bu çevrede başlayan isyan, mezhebi ve etnik tepkiden çok feodal derebeylerin özerklik istekleriyle sınırlı gözükmektedir. Ancak kaynaklarda Kürt kimliğine de vurgu yapılmaktadır.
Hareketin arkasında direkt ve açık olarak İstanbul’daki Kürt Teali Cemiyeti ile Osmanlı hükümeti ve İngilizlerin başını çektiği batılı emperyalist ittifak vardır.
Neticede İsyan bastırılır.
İsyanı başlatan Alişan ve Haydar Beyler, Koçgiri bölgesinin yerlileri olmadığı gibi, Koçgiri aşiretinin mensubu da değillerdi. Büyük dedeleri olan Alişan Bey Palu’nun Şemikdere yöresinden gelmiş, Şafiî mezhebinden olup Kürt kökenlidir. Koçgiri’ye geldikten sonra, yöredeki Baba Mansur Ocağı’nın etkisiyle Alevîliğe geçerler ve Baba Mansur talibi olurlar.
Büyük dede Alişan Beyin oğlu Mustafa Bey, II. Abdulhamid döneminde paşa yapılır. Bu aile bu şekilde oldukça güçlenirler ve bölgenin derebeyleri olurlar. Bu ailenin Kurtuluş Hareketi’ne karşı çıkmalarında ve Koçgiri Alevî camiasını isyana sürüklemelerinde, Osmanlı hükümetiyle olan bu ilişkileri esas rolü oynar. Dolayısıyla Koçgiri olayını bir Alevî tepkisi olarak değerlendirmemek gerekir.”
‘İşte bizim devletimiz’
Önceki konuklarımız gibi Çetinkaya da, Yunan işgali ve Kurtuluş Savaşı’nın zaferlerle neticelenmesinden sonra Mustafa Kemal’in Aleviler arasında “mehti” sıfatıyla anılmaya başlandığına dikkat çekiyor:
“Cumhuriyet’in ilânıyla, Kurtuluş Hareketi ve Kurtuluş Savaşı’nın temel düşüncesi ve hedefi, Alevî camia tarafından daha iyi kavranır ki, kendileri için bir kurtuluş bir yeni hayat olarak görülmeye başlanır.
400 yıldır dışlanarak, tahkir edilerek, kimi zamanlar da katliamlara uğrayarak, devlet düşmanı haline getirilmiş bu camia ilk defa laik Cumhuriyet’le birlikte, devletle barışmış, ” işte bizim devletimiz“ diyerek devletin yanında yer alarak Cumhuriyeti sahiplenmişlerdir.”
Küresel muhasaraya karşı
Atatürk’ün ölümünden sonra başlayan süreci, Alevî kesimin, muhafazakâr politikaların etkinliği ile tekrar dışlanmaya başlandığı dönem olarak yorumlayan Çetinkaya, Alevi ve Sünni Tük çevrelerinde karşılığını bulacağına ihtimal vermese de, “Toplumu onlarca etnik birleşme olarak gören anlayışın çatıştırmaya dönük düşünce ve propaganda girişimleri”nden kaygılı.
Alevîliğin “Alevî camiasının da seslendirdiği gibi bir Türk olgusu, ”Türk tasavvurunun İslâm’ı algılayış“ biçimi” olduğunu özellikle vurguladıktan sonra ekliyor:
“Küresel muhasarada olduğumuz hatta küresel bir taarruzla karşı karşıya bulunduğumuz ve toplum yapımızın 36 etnik karışımla tarif edildiği bir zamanda, Anadolu Türklüğünün ana-kök damarı olan Alevîlerin, Atatürk’le, Cumhuriyetle bağlarının kopması, devletle karşı karşıya getirilmesi, Anadolu Türklüğünü, -Osmanlı döneminde olduğu gibi- büyük bir güç kaybına uğratır.”
Bu güç kaybının geçmişteki en önemli yansımalarından biri şüphesiz Çetinkaya’nın da işaret ettiği gibi Türkmen kökenli olan Alevilerin, Osmanlı Devletince dışlanmaları sonucunda bazı yörelerde Kürtleşmeleri oldu.
Geçmişten gelen bunca tecrübenin ışığında, son günlerde Aleviler’in toplumun gözünde konumlandırılış biçimini değerlendirirken “Camialarında, hakim oldukları alanlarda ve kadrolarında Türk kökenlilerin dışlanmasına özen gösteren bir anlayışın, Alevîleri dışlamasını, bugünkü ortamda doğal karşılamak gerek” diyor Çetinkaya. Ancak “önemle kaydetmeyi ihmal etmemek şartıyla!”
Soy meselesi
Son olarak şu günlerde “Alevi” olan Kılıçdaroğlu hakkında “Annesi Ermeni” denilerek ortaya atılan “soy” tartışmasına da paralel düşen bir ayrıntıyı gündeme getiriyor ve “Aleviliği ”İslâm dışı“, ”Türk dışı“ iddialarla başka kökenlere dayamak isteyen şahıs, kuruluş ve platformların varlığı”ndan bahsediyor Çetinkaya:
“Bu gibi iddialarda bulunanlar arasında, Ermeni kökenli şahısların sürükleyici rol oynadıkları da birçok bilim adamı ve araştırmacılar tarafından, 1915 Ermeni tehciri sırasında, bazı Ermenilerin kırsal kesimdeki Alevî köylerine sığınarak, Aleviliği benimsemiş oldukları ileri sürülerek ifade edilmektedir.”
Cumhuriyet’i var edecek ilkeleri desteklediler
Toroslar’da yürüttüğü saha çalışması sırasında telefonla görüştüğümüz Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Bal, Alevilerin desteğinin “sadece Modernleşme projesinin mimarı Mustafa Kemal ve arkadaşlarına değil aynı zamanda Cumhuriyeti var edecek olan ilkelere” yönelik olduğuna dikkat çekiyor.
Bu ilkeleri, Atatürk’ün Halk Fırkasını kurarken açıkladığı ve “Hakimiyet Milletindir” esasına dayanan dokuz umdeyle özdeşleştiren Bal’a göre “tek başına Cumhuriyet kavramı değil, cumhuriyetin demokratik, laik ve sosyal olabileceği yönündeki kanaatleridir Alevileri yeni yapıyı sahiplenmeye götüren.”
TBMM çalışmaları sırasındaki Alevi-Bektaşi desteğini ve Cemalettin Çelebi’nin TBMM’nin İkinci Reis Vekili seçildiğini hatırlatan Bal’a göre Cemalettin Çelebi’nin vefatından sonra, Hacı Bektaş Dergahında Hizmetin sorumlusu Veliyeddin Çelebi’nin 25 Nisan 1923 tarihinde, “Tekrar beyan ederim ki, bu milleti kurtaracak olan, ancak Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır; Onunla beraber mukaddes vatanımızın has evlatlarıdır... Sizin saadetinizi düşünenler, sizi kölelikten kurtaracak Türkiye Büyük Meclisi Reisi ve cümlenizin büyüğü Mustafa Kemal Paşa Hazretleridir” dediği bildirisi o günlerde bir inanç önderinin desteğinin ne denli önemli olduğunun işareti.
“Tek başına cumhuriyet kavramı yeterli değildir” diye yineliyor Bal.
“Hukukun güvencesi ile halkın tamamı seçebiliyor ve seçilebiliyorsa, yasama-yürütme-yargı birbiri üzerinde baskı kurmuyorsa, yargı bağımsız ve üstün ise, inananlar özgür, inanmayanlar güvende ise, imkan ve fırsatlardan herkes eşit yararlanıyorsa, yani ”Cumhuriyet“, demokrasiyi özümsemiş, hukukun üstünlüğüne inanmış, laik, sosyal bir devlet yönetimini hayata geçiriyorsa, Cumhuriyet halkın, halk için halk tarafından yönetimi ise Alevi-Bektaşiler bunu doğal olarak benimserler” diyen Prof. Bal, Alevi-Bektaşiler açısından Cumhuriyet’i sahiplenilebilir kılan nedenleri şöyle sıralıyor:
“Cumhuriyet demokrasi ile anlam kazanacak ise Alevi-Bektaşiler elbette bunu benimserler.
Cumhuriyet erdemli bir rejim ise
Alevi-Bektaşiler elbette bunu isterler.
İkisinin de merkezinde insan var
Cumhuriyet ”düşünce serbestliği
taraftarı“ ise Alevi-Bektaşiler elbette
bunu desteklerler.
Cumhuriyet insan merkezli, soysal-hukuk devletinin varlık koşulu ise Alevi-Bektaşiler elbette bunu isterler.
Cumhuriyet insan ve Tanrı arasına dini bir sınıfın girmesinin önünde bir engel ise Alevi-Bektaşiler elbette bunu benimserler.
Çünkü Alevi-Bektaşiliğin felsefesinin merkezinde Tanrı’nın mucizesi olan insan vardır. İnsan en yüce varlıktır. İnsan emeği en yüce değerdir.”
Toroslar’da yürüttüğü saha çalışması sırasında telefonla görüştüğümüz Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Bal, Alevilerin desteğinin “sadece Modernleşme projesinin mimarı Mustafa Kemal ve arkadaşlarına değil aynı zamanda Cumhuriyeti var edecek olan ilkelere” yönelik olduğuna dikkat çekiyor.
Bu ilkeleri, Atatürk’ün Halk Fırkasını kurarken açıkladığı ve “Hakimiyet Milletindir” esasına dayanan dokuz umdeyle özdeşleştiren Bal’a göre “tek başına Cumhuriyet kavramı değil, cumhuriyetin demokratik, laik ve sosyal olabileceği yönündeki kanaatleridir Alevileri yeni yapıyı sahiplenmeye götüren.”
TBMM çalışmaları sırasındaki Alevi-Bektaşi desteğini ve Cemalettin Çelebi’nin TBMM’nin İkinci Reis Vekili seçildiğini hatırlatan Bal’a göre Cemalettin Çelebi’nin vefatından sonra, Hacı Bektaş Dergahında Hizmetin sorumlusu Veliyeddin Çelebi’nin 25 Nisan 1923 tarihinde, “Tekrar beyan ederim ki, bu milleti kurtaracak olan, ancak Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır; Onunla beraber mukaddes vatanımızın has evlatlarıdır... Sizin saadetinizi düşünenler, sizi kölelikten kurtaracak Türkiye Büyük Meclisi Reisi ve cümlenizin büyüğü Mustafa Kemal Paşa Hazretleridir” dediği bildirisi o günlerde bir inanç önderinin desteğinin ne denli önemli olduğunun işareti.
“Tek başına cumhuriyet kavramı yeterli değildir” diye yineliyor Bal.
“Hukukun güvencesi ile halkın tamamı seçebiliyor ve seçilebiliyorsa, yasama-yürütme-yargı birbiri üzerinde baskı kurmuyorsa, yargı bağımsız ve üstün ise, inananlar özgür, inanmayanlar güvende ise, imkan ve fırsatlardan herkes eşit yararlanıyorsa, yani ”Cumhuriyet“, demokrasiyi özümsemiş, hukukun üstünlüğüne inanmış, laik, sosyal bir devlet yönetimini hayata geçiriyorsa, Cumhuriyet halkın, halk için halk tarafından yönetimi ise Alevi-Bektaşiler bunu doğal olarak benimserler” diyen Prof. Bal, Alevi-Bektaşiler açısından Cumhuriyet’i sahiplenilebilir kılan nedenleri şöyle sıralıyor:
“Cumhuriyet demokrasi ile anlam kazanacak ise Alevi-Bektaşiler elbette bunu benimserler.
Cumhuriyet erdemli bir rejim ise
Alevi-Bektaşiler elbette bunu isterler.
İkisinin de merkezinde insan var
Cumhuriyet ”düşünce serbestliği
taraftarı“ ise Alevi-Bektaşiler elbette
bunu desteklerler.
Cumhuriyet insan merkezli, soysal-hukuk devletinin varlık koşulu ise Alevi-Bektaşiler elbette bunu isterler.
Cumhuriyet insan ve Tanrı arasına dini bir sınıfın girmesinin önünde bir engel ise Alevi-Bektaşiler elbette bunu benimserler.
Çünkü Alevi-Bektaşiliğin felsefesinin merkezinde Tanrı’nın mucizesi olan insan vardır. İnsan en yüce varlıktır. İnsan emeği en yüce değerdir.”