Alevi sanılarak işten atıldım
Anadolu Türkmenleriyle ilgili provokatif yakıştırmalara karşı TDK’dan TRT’ye ve TBMM’ye kadar bir çok resmi makamda mücadele veren DSP’li Yağız “Alevilerle Cumhuriyetin bağını koparmaya kimsenin gücü yetmez” diyor
Horasan’dan Anadolu’ya Yol Hikayesi’nin devamını getirmeye ve zaman içinde bu kez, Aleviler’in Milli Mücadele’de “kurtuluş” nöbeti tuttukları duraklara uğramaya karar verdiğimiz günlerde, DSP İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın haberakis.com’a yazdığı “Türkiye’de Alevi olmak” başlıklı yazı düştü e-posta kutumuza.
Yağız Alevi değildi ama “17 yıl önce Alevi sanılarak işten atılan biri” olarak, Alevileri anlamak konusunda, birçoğumuzdan adımlarca öndeydi. Üstelik de bu konuyu kendisine “mesele” edinmiş ender siyasilerden biriydi. Alevilere dönük bir “iftira” ifadesi olarak kullanılan “mumsöndü”nün Türk Dil Kurumu’nca yayımlanan Türkçe Sözlük’teki karşılığının, “Cem ayinlerindeki çerağ dinlendirmenin maksatlı olarak yanlış yorumlanmasıyla ortaya çıkarılan bir safsata” olarak değiştirilmesini o sağlamıştı. Yine TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın’la birlikte “muhasip” sözcüğünün aynı sözlüğe “yol kardeşi” anlamıyla eklenmesine katkıda bulunmuştu. TRT’nin “Şah yasağı”nı, 2008 yılında TBMM gündemine getiren ve Pir Sultan Abdal’ın “Kul olayım kalem tutan eline / Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz” türküsüne uyguladığı “sansür”ü konu alan soru önergesini hazırlayan kişi de Yağız’dan başkası değildi.
Anadolu Türkmenleriyle ilgili provokatif yakıştırmalara karşı TDK’dan TRT’ye ve TBMM’ye kadar bir çok resmi makamda mücadele veren DSP’li Yağız “Alevilerle Cumhuriyetin bağını koparmaya kimsenin gücü yetmez” diyor
Horasan’dan Anadolu’ya Yol Hikayesi’nin devamını getirmeye ve zaman içinde bu kez, Aleviler’in Milli Mücadele’de “kurtuluş” nöbeti tuttukları duraklara uğramaya karar verdiğimiz günlerde, DSP İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın haberakis.com’a yazdığı “Türkiye’de Alevi olmak” başlıklı yazı düştü e-posta kutumuza.
Yağız Alevi değildi ama “17 yıl önce Alevi sanılarak işten atılan biri” olarak, Alevileri anlamak konusunda, birçoğumuzdan adımlarca öndeydi. Üstelik de bu konuyu kendisine “mesele” edinmiş ender siyasilerden biriydi. Alevilere dönük bir “iftira” ifadesi olarak kullanılan “mumsöndü”nün Türk Dil Kurumu’nca yayımlanan Türkçe Sözlük’teki karşılığının, “Cem ayinlerindeki çerağ dinlendirmenin maksatlı olarak yanlış yorumlanmasıyla ortaya çıkarılan bir safsata” olarak değiştirilmesini o sağlamıştı. Yine TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın’la birlikte “muhasip” sözcüğünün aynı sözlüğe “yol kardeşi” anlamıyla eklenmesine katkıda bulunmuştu. TRT’nin “Şah yasağı”nı, 2008 yılında TBMM gündemine getiren ve Pir Sultan Abdal’ın “Kul olayım kalem tutan eline / Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz” türküsüne uyguladığı “sansür”ü konu alan soru önergesini hazırlayan kişi de Yağız’dan başkası değildi.
400 yıllık baskı tesadüf değil
Alevilik konusunda bu denli emek harcayan Yağız “Ülkemiz topraklarında Aleviler’e yapılanların hiçbiri tesadüfü değildir” diye giriyor söze. Gerilere gidiyor, “Anadolu Alevileri’nin mağdur edilme tarihi” ni anımsatıyor; Çaldıran Seferi öncesi 40 binden fazla Alevi’nin katledilişini, canını kurtaranların ulaşılması zor dağlara ve ıssız vadilere göçünü, Şii bir Türk olan İran Şahı İsmail’in Hatayî mahlasıyla Türkçe yazdığı şiirlerin nasıl bir korku vesilesi olduğunu, II. Selim, III. Murat, III. Selim, II. Mahmut “icraatları”nı, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasını, Hacıbektaş Dergâhı’nın başına bir Nakşibendî Şeyhi’nin getirilmesi, Saru Görez ismiyle bilinen Müftü Hamza’nın “ ..hem kâfir ve imansız, hem de kötülük yapan kimselerdir. Bu iki sebepten onların öldürülmesi vaciptir. Dine yardım edenlere Allah yardım eder” fetvasını... Özetle, 1514’ten 1914’e kadar, 400 yıl süren baskıyı...
Alevilik konusunda bu denli emek harcayan Yağız “Ülkemiz topraklarında Aleviler’e yapılanların hiçbiri tesadüfü değildir” diye giriyor söze. Gerilere gidiyor, “Anadolu Alevileri’nin mağdur edilme tarihi” ni anımsatıyor; Çaldıran Seferi öncesi 40 binden fazla Alevi’nin katledilişini, canını kurtaranların ulaşılması zor dağlara ve ıssız vadilere göçünü, Şii bir Türk olan İran Şahı İsmail’in Hatayî mahlasıyla Türkçe yazdığı şiirlerin nasıl bir korku vesilesi olduğunu, II. Selim, III. Murat, III. Selim, II. Mahmut “icraatları”nı, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasını, Hacıbektaş Dergâhı’nın başına bir Nakşibendî Şeyhi’nin getirilmesi, Saru Görez ismiyle bilinen Müftü Hamza’nın “ ..hem kâfir ve imansız, hem de kötülük yapan kimselerdir. Bu iki sebepten onların öldürülmesi vaciptir. Dine yardım edenlere Allah yardım eder” fetvasını... Özetle, 1514’ten 1914’e kadar, 400 yıl süren baskıyı...
Mehdi kabul ediliyor
Anadolu topraklarındaki kıyımın tarihini azıcık araştıranlar, kendilerini İngiliz, İtalyan, Fransız kadar dönme ve devşirmeden de kurtaran Atatürk’ün, Tükmenler’in zihnindeki karşılığının “mehdi” oluşunu anlamakta zorlanmazlar. “Bütün yıldırmalar, baskılar, baskınlar, kırımlar, kıyımlar ve fermanlar yüzünden, kimliklerini dahi gizlemek zorunda kalan Aleviler” için Atatürk’ün ne anlama geldiğini şöyle tarif ediyor Yağız: “Cemevlerinde üç resim asılıdır... Biri Hazreti Ali, diğeri Hacı Bektaş Veli... Bir diğeri ise Atatürk’ün fotoğrafıdır. Aleviler, Atatürk’ün fotoğrafını resmî bir görevi yerine getirmek için asmazlar; onu gerçekten çok sevdikleri için asarlar. Aleviler, Atatürk’le birlikte kendilerini rahat hissetmeye başlamışlardır. Hatta o kadar ki, Atatürk’ü bir Mehdi gibi görmüşlerdir. Ona gönülden bağlanmışlardır. Maddi-manevi büyük destek vermişlerdir. Bu ilgi ve destekten çok mutlu olan Atatürk de ”amacının cumhuriyeti kurmak olduğu“ fikrini ilk olarak Hacıbektaş’ta Aleviler’in önderi Cemalettin Çelebi’ye açıklamıştır. Aleviler ile Atatürk ve cumhuriyet arasındaki bağı koparmaya kimsenin gücü yetmez.”
Anadolu topraklarındaki kıyımın tarihini azıcık araştıranlar, kendilerini İngiliz, İtalyan, Fransız kadar dönme ve devşirmeden de kurtaran Atatürk’ün, Tükmenler’in zihnindeki karşılığının “mehdi” oluşunu anlamakta zorlanmazlar. “Bütün yıldırmalar, baskılar, baskınlar, kırımlar, kıyımlar ve fermanlar yüzünden, kimliklerini dahi gizlemek zorunda kalan Aleviler” için Atatürk’ün ne anlama geldiğini şöyle tarif ediyor Yağız: “Cemevlerinde üç resim asılıdır... Biri Hazreti Ali, diğeri Hacı Bektaş Veli... Bir diğeri ise Atatürk’ün fotoğrafıdır. Aleviler, Atatürk’ün fotoğrafını resmî bir görevi yerine getirmek için asmazlar; onu gerçekten çok sevdikleri için asarlar. Aleviler, Atatürk’le birlikte kendilerini rahat hissetmeye başlamışlardır. Hatta o kadar ki, Atatürk’ü bir Mehdi gibi görmüşlerdir. Ona gönülden bağlanmışlardır. Maddi-manevi büyük destek vermişlerdir. Bu ilgi ve destekten çok mutlu olan Atatürk de ”amacının cumhuriyeti kurmak olduğu“ fikrini ilk olarak Hacıbektaş’ta Aleviler’in önderi Cemalettin Çelebi’ye açıklamıştır. Aleviler ile Atatürk ve cumhuriyet arasındaki bağı koparmaya kimsenin gücü yetmez.”
Yeniden fişleme nedeni oldu
Atatürk’ten sonrası da “karanlık” Aleviler için. Özellikle de 1950’den sonraki süreç... Çünkü orada Maraş var, Çorum var, Madımak var... Orada “mumsöndü yapıyorlar” denilerek uğradıkları ve Süleyman Yağız’ın deyişiyle “dünyanın en adi, en namussuz iftirası” var (“Oysa” diyor Yağız, “Aleviler; ”el“e, ”bel“e, ”dil“e sahip olmayı temel ilke edinmişlerdir”), orada cemevlerini “cümbüş yeri” olarak gören başbakanlar var... Biraz da bu “varoğlu var”ların etkisinde “Türkiye’de Alevi olmak çok zor” diyor Yağız.
“Neden” sorusuna cevabını güncel bir örnekle vermeyi tercih ediyor: “Bu ülkede, 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk örneğinde yaşandığı gibi, bırakınız Alevi olmayı, Alevi köylerine yardım etmeyi dahi suç olarak gören bir zihniyet var! Saldıray Berk, meşrep olarak kendini Aleviliğe yakın hissediyormuş!.. Ama Sünni cemaat önderleriyle görüşmüyormuş!.. Bunlar, Berk hakkında açılan davanın iddianamesinin fişleme ekinde suç olarak yer alıyor.”
Alevistan talebi varmış gibi göstermek, Türkmenlere karşı en büyük hakarettirAtatürk’ten sonrası da “karanlık” Aleviler için. Özellikle de 1950’den sonraki süreç... Çünkü orada Maraş var, Çorum var, Madımak var... Orada “mumsöndü yapıyorlar” denilerek uğradıkları ve Süleyman Yağız’ın deyişiyle “dünyanın en adi, en namussuz iftirası” var (“Oysa” diyor Yağız, “Aleviler; ”el“e, ”bel“e, ”dil“e sahip olmayı temel ilke edinmişlerdir”), orada cemevlerini “cümbüş yeri” olarak gören başbakanlar var... Biraz da bu “varoğlu var”ların etkisinde “Türkiye’de Alevi olmak çok zor” diyor Yağız.
“Neden” sorusuna cevabını güncel bir örnekle vermeyi tercih ediyor: “Bu ülkede, 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk örneğinde yaşandığı gibi, bırakınız Alevi olmayı, Alevi köylerine yardım etmeyi dahi suç olarak gören bir zihniyet var! Saldıray Berk, meşrep olarak kendini Aleviliğe yakın hissediyormuş!.. Ama Sünni cemaat önderleriyle görüşmüyormuş!.. Bunlar, Berk hakkında açılan davanın iddianamesinin fişleme ekinde suç olarak yer alıyor.”
“Aleviler’i bölücülerle özdeşleştirme” çabalarının yeni olmadığını savunan Süleyman Yağız, özellikle bazı yandaş gazetelerin yürüttüğü “kara propaganda”ya Daimi Baba’nın, “Olmadıkça insanlığa faydalı/ Sünni’yisem Alevi’ysem ne çıkar” dizeleriyle cevap veriyor ve ekliyor:
“Kendileri öteki görülmelerine karşın, onlar kimseyi öteki görmezler. Dolayısıyla Aleviler asla bölücü olmazlar; olamazlar. Çünkü bir olmayı, iri olmayı, diri olmayı amaçlamışlardır.”
Yine de bir “ama” koyuyor:
“Alevileri siyaseten bölücülerle özdeşleştirmek isteyenler olmuştur.”
Terörle özleştirme tuzağı
“Kime, ne gerek bu çaba?” sorusunun cevabı için arşive dönüyor, kendi kişisel tarihi de olan anekdotlar, yazı örnekleri, haberler çıkarıyor belleğin tozlu raflarından. 14 yıl önce, 21 Temmuz 1996’da Takvim’deki köşesinde yazdığı bu satırlar mesela:
“Kime, ne gerek bu çaba?” sorusunun cevabı için arşive dönüyor, kendi kişisel tarihi de olan anekdotlar, yazı örnekleri, haberler çıkarıyor belleğin tozlu raflarından. 14 yıl önce, 21 Temmuz 1996’da Takvim’deki köşesinde yazdığı bu satırlar mesela:
“(...) Aleviler’in terörle bağlantılı gösterilmeleri tamamen bir ’tuzak’tır. Bu tuzağın iki ayağı vardır... Birinci ayağı Almanya’dadır. Bu ülkede kurulan Kürdistan Aleviler Birliği, PKK’ya hizmet etmektedir. (...) Tuzağın ikinci ayağı ise öteki terör örgütleridir. Kendilerine taban bulamayan örgütler, yurt içinde ve dışında Aleviler’i teröre bulaştırarak, onların gücünü kullanmak istemektedirler. (...) Teröristlerin Gazi Cemevi’ni üs yapması, toplumumuzun diğer kesimlerinde yanlış izlenimler uyandırmasın. Alevi kardeşlerimizi düşürülmek istendikleri tuzaktan kurtarmak hepimizin görevidir.”
Cemevleri eylem yeri değildir
Aynı sıcak günlerden birinde 26 Temmuz 1996’da, “Cemevleri eylem yeri değildir” başlığı altındaysa şunları yazmış Yağız:
“Hatırlarsanız Alevi dedesi Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın başkanlığında kurulan Cem Vakfı, belli tipte cemevi oluşturmak için yarışma bile açtı. Yarışmanın amacı, cemevi yapacak olanlara örnek bir model sunmaktı.
Aleviler bu denli önem verdikleri cemevlerinin eylem yeri olarak kullanılmasını akıllarına bile getirmemişlerdir. Fakat aşırı sol örgütler eylemleri için cemevlerini kullanmayı en kolay yol olarak seçiyorlar. Bir kişi ya da olayı mı protesto edecekler? Hemen harekete geçip bir cemevi önünde toplanıyorlar. Sonra güvenlik güçleriyle taşlı sopalı çatışmaya giriyorlar.
Sık sık tekrarlanan bu görüntü, kamuoyunda ’terörün altında Aleviler’in parmağı olduğu’ kanaatini uyandırma amacını taşıyor. Bazıları diyebilir ki, ’Aleviler madem ki bu kadar teröre karşılar, o zaman cemevlerini teröristlere kullandırmasınlar.’ Silahlı güvenlik güçlerinin zor baş edebildiği teröristleri sivil Alevi vatandaşlarımızın önleyebilmeleri olanaksızdır...”
Yeni tezgah peşindeler
Yıllar önce Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan ’Alevilik’ dizisinde gündeme gelen “Aleviler, Alevistan hayal ediyor” iddiasını da hatırlatan Yağız, “Onları, Alevistan talebi varmış gibi göstermek, Aleviler’e yapılacak en büyük hakarettir. Gerçi geçmişte bu ifadeyi dillendiren birileri olmuştur. Yanılmıyorsam, Fransa’da bir grup tarafından... Bu grup, harita da yayınlamıştır. Ancak bu grubun, Alevi cemaatleri ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu grubun amacı da zaten, Aleviler’le Türkiye Cumhuriyeti’ni karşı karşıya getirmekti” diyerek, 2001 yılında gazetedeki köşesinde gösterdiği tepkiyi yineliyor.
“O zaman bu tür tuzaklardan sonuç alamayanlar şimdi yeni tezgâhların peşinde olabilirler” diyen Yağız Aleviler’e ilişkin tespitlerine şu cümleyle nokta koyuyor: “Anadolu Alevileri, başka bir ifadeyle de Alevi-Bektaşiler; laik, demokratik Atatürk cumhuriyetinin en kadim, en kararlı ve en sağlam güvencesidirler.”
Adına “Ergenekon” denen süreçle ilişkilendirme çabası fos çıktıAynı sıcak günlerden birinde 26 Temmuz 1996’da, “Cemevleri eylem yeri değildir” başlığı altındaysa şunları yazmış Yağız:
“Hatırlarsanız Alevi dedesi Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın başkanlığında kurulan Cem Vakfı, belli tipte cemevi oluşturmak için yarışma bile açtı. Yarışmanın amacı, cemevi yapacak olanlara örnek bir model sunmaktı.
Aleviler bu denli önem verdikleri cemevlerinin eylem yeri olarak kullanılmasını akıllarına bile getirmemişlerdir. Fakat aşırı sol örgütler eylemleri için cemevlerini kullanmayı en kolay yol olarak seçiyorlar. Bir kişi ya da olayı mı protesto edecekler? Hemen harekete geçip bir cemevi önünde toplanıyorlar. Sonra güvenlik güçleriyle taşlı sopalı çatışmaya giriyorlar.
Sık sık tekrarlanan bu görüntü, kamuoyunda ’terörün altında Aleviler’in parmağı olduğu’ kanaatini uyandırma amacını taşıyor. Bazıları diyebilir ki, ’Aleviler madem ki bu kadar teröre karşılar, o zaman cemevlerini teröristlere kullandırmasınlar.’ Silahlı güvenlik güçlerinin zor baş edebildiği teröristleri sivil Alevi vatandaşlarımızın önleyebilmeleri olanaksızdır...”
Yeni tezgah peşindeler
Yıllar önce Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan ’Alevilik’ dizisinde gündeme gelen “Aleviler, Alevistan hayal ediyor” iddiasını da hatırlatan Yağız, “Onları, Alevistan talebi varmış gibi göstermek, Aleviler’e yapılacak en büyük hakarettir. Gerçi geçmişte bu ifadeyi dillendiren birileri olmuştur. Yanılmıyorsam, Fransa’da bir grup tarafından... Bu grup, harita da yayınlamıştır. Ancak bu grubun, Alevi cemaatleri ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu grubun amacı da zaten, Aleviler’le Türkiye Cumhuriyeti’ni karşı karşıya getirmekti” diyerek, 2001 yılında gazetedeki köşesinde gösterdiği tepkiyi yineliyor.
“O zaman bu tür tuzaklardan sonuç alamayanlar şimdi yeni tezgâhların peşinde olabilirler” diyen Yağız Aleviler’e ilişkin tespitlerine şu cümleyle nokta koyuyor: “Anadolu Alevileri, başka bir ifadeyle de Alevi-Bektaşiler; laik, demokratik Atatürk cumhuriyetinin en kadim, en kararlı ve en sağlam güvencesidirler.”
Süleyman Yağız Alevilerin “Ergenekon” süreciyle ilişkilendirilme nedenlerini analiz ederken, “Yargıyı etkilemek gibi bir düşüncem yok; olamaz da... Zaten bir muhalefet milletvekili olarak böyle bir gücüm de yok...” diye belirtiyor özenle.
“Fos” çıktığını ileri sürdüğü süreci şöyle özetliyor:
“Bazı Alevi önderlerine suikast yapılacağı iddiası ortaya atılmıştı... Bana göre, Aleviler’i, adına ”Ergenekon“ denilen dava ve soruşturma sürecine bulaştırmak istediler. Tahminim odur ki, bu davaya Aleviler’in de destek olmalarını sağlamayı amaçladılar. Geçmişte Aleviler’e yönelik birçok katliamda, kontrgerilla ya da gladyo denilen yapılanmaların olması nedeniyle Aleviler’i Ergenekon karşıtı yapmayı başaracaklarını sandılar.
Alevi önderlerine yönelik suikast iddiası fos çıkınca, bu işi organize edenlerin niyeti de belli olmuştur. Erzurum-Erzincan hattında yaşananlar; yani Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in, Erzurum’un özel yetkili savcısı Osman Şanal’ın talebi üzerine özel yetkili mahkeme tarafından hapse atılması, 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk’in Alevi köylerine yardım etmekle suçlanması, bu niyeti biraz daha belirginleştirmiştir. Eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay ile ilgili operasyon ise Ergenekon denilen dava ve soruşturma sürecinin Alevi karşıtı yanını tamamen netleştirmiştir. Görünen o ki, Aleviler de hedef tahtasına oturtulmuşlardır.
Derin provokasyonlar
Aleviler arasında çok saygın yeri olan ve aynı zamanda Alevi dedesi olan Seyfi Oktay savcılığa davet edilmek yerine, evi basılarak gözaltına alınmıştır. Bu yapılan hem hukuksuzluktur, hem de saygısızlıktır. Bu, eski bir adalet bakanına yapılan adaletsizliktir; evrensel hukuk kurallarına da aykırı bir durumdur. Bana göre, Seyfi Oktay bu yaşadıklarını Alevi olduğu için yaşıyor. Zaten yandaş medyanın bir grubu, ”yargıda Alevi yapılanması“ olduğu izlenimi vermek için özel çaba gösteriyor.”
Ve elbette “provokasyonlar”; örneğin “Maraş”...
Yıllardır bu kanlı tezgahın arkasında “derin güçler”in bulunduğunu savunsa da elinde bilgi ve belge olmamasından yakınan Yağız’ın iddialarına en anlamlı teyid, dönemin MİT ajanı Mahir Kaynak’tan gelmişti. Kaynak’ın, 4 Ekim 2005 tarihli Tempo dergisinde yayınlanan sözleri şöyle:
“Türkiye’de mezhep ve etnisite çatışması olmamıştır. Devlet yapmıştır; ama halk karışmamıştır. 12 Eylül’e hazırlıktı onlar da...”
Kaynak’ın sözlerini küçük bir eklemeyle tamamlıyor Yağız: “Sözünü ettiği ’devlet’, elbette ki, ’derin devlet’tir’”