Demek ki görüşme hükümet adına yapılmış
OSLO ’da, PKK ile görüşmeleri yürüten MİT ekibinin KCK soruşturması çerçevesinde “ifadeye” çağrılması yarım kalmış bir tartışmayı sonlandırmamıza vesile oldu.
Eski MİT Müsteşarı Emre Taner ve eski Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş ile bugünkü MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, o görüşmeyi “kimin adına” yaptıkları üzerine yürütülen bir tartışmaydı bu.
Başbakan, “Görüşmeyi devlet yaptı” dedi, muhalefet partileri ise görüşmenin hükümet adına yapıldığında ısrarcılardı. Ve Türkiye’deki her konu gibi bu da sonucuna ulaşmayan bir tartışma olarak kalmış, herkes kendi söylediğini dinlemişti.
İfade çağrısı üzerine görüşünü açıklayan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, dün bu tartışmayı noktalayan bir açıklama yaptı. “Oslo görüşmesi siyasi iradenin kararı ile yapılmıştır” dedi.
Ve böylece ortaya çıktı ki görüşme, hükümetin verdiği talimat çerçevesinde yapılmıştır, “devlet adına görüştüler” açıklaması durumu kurtarmak için söylenmiş bir sözden ibarettir!
Normali de budur aslında, o vakit de yazmıştım.
Eğer, MİT’in iki yöneticisi ve Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı bu görüşmeyi, hükümetin talimatı olmadan kendi kafalarına göre yapmış olsalardı tuhaf karşılanmalıydı.
Hükümetin hem böyle bir görüşme için talimat vermesi ama sonra olay ortaya çıkınca haberi yokmuş gibi “görüşme devlet adına yapıldı” demesi ise, hükümetin böyle bir sorunu çözmek için ne kadar kararlı olabildiğini gösteren bir durumdur.
Savcılığın ifade çağrısının gazetelere yansımasından sonra hem MİT’in, hem de Başsavcılığın “böyle bir davetten bilgimiz yok” açıklamaları yapmaları ise talihsizlikten ibarettir. Nitekim dün öğlen saatlerinde savcılıktan yapılan açıklama ile davetin yapıldığı kabul edildi.
Böyle bir davet yapıldığı halde, konunun yalanlanıp geçiştirilmeye çalışılması ise Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın geçen gün sözünü ettiğim açıklamasının doğruluğunu da ortaya koyuyor: Her resmi açıklamaya inanmayın!
‘Kanaat’ varmış, ‘delil’ yokmuş!
KPSS’deki kopya iddiaları ortaya çıktığından bu yana 1,5 yıl geçti.
Başbakan, MİT Müsteşarı ve Emniyet Müdürü’nü çağırarak kopya olayının araştırılmasını, sorumluların bulunmasını ve dosyanın önce kendisine getirilmesini istemişti.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da konuyla ilgili bir soruşturma başlatmıştı.
Bu iki soruşturma ile ilgili henüz bir gelişmeye tanık olmadık ama bu arada YÖK’ün yaptığı “idari soruşturma” tamamlandı.
Vatan’dan Kıvanç El’in haberine göre 8 personel hakkında yürütülen idari soruşturmada “görevi suiistimal ettikleri” gerekçesiyle maaşlarının onda biri oranında kesinti yapılmasına karar verilmiş. Personelin İdare Mahkemesi’ne bu ceza ile ilgili olarak itiraz ettikleri de belirtiliyor.
Soruşturmada soruların ÖSYM personeli tarafından sızdırıldığına ilişkin “kanaat” oluşmuş ama “kesin delillere” ulaşılamamış.
Her pazartesi günü unutturulmak istenen bu konuyu gündeme getiriyorum. Bu sefer bu haber dolayısıyla yeniden hatırlatayım:
Sınavda bir bölümü aynı evde yaşayan 350 kişinin yanıtlara ulaştığı ve 120 sorunun 120’sini de bildikleri tespit edilmişti.
Ama bu başarının nasıl sağlanabildiğine ilişkin olarak hiçbir bilgi edinemedik.
Soruları kim çaldı, Türkiye’nin değişik yerlerinde yaşayan bu insanlara kim dağıttı, bilemiyoruz.
O günlerde MİT Müsteşarı’na ve Emniyet Genel Müdürü’ne sorumluların bulunması talimatını veren Başbakan’ın da daha sonra bu konuya ilgisini kaybettiğini biliyoruz.
Belli ki çok ciddi bir örgüt var ve Başbakan bile bunların peşini takip edemiyor!
Ben sormaya devam edeceğim. Bakalım bu işin arkasındaki örgüt ne zaman ortaya çıkartılacak?
‘Başbakan niçin böyle konuşuyor?’
Geçen gün İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in şu özlü sözlerini aktarmıştım:
“Birilerine ne oluyor acaba? Sıkıntı nedir? Özgürlük. Hangi özgürlükten bahsediyorsun? O zaman tutuklanınca da şikâyet etme.”
Bakan’ın özgürlük anlayışı, özgürlük istersen tutuklandığın vakit bundan şikâyet etmemek şeklindeydi.
“Daha çok Louis De Funes tipi bir mizah anlayışının ürünüdür” diye düşünmüştüm. Gençler o filmleri hatırlamaz, ama internetten indirip bol bol gülebilirler. Ya da İdris Naim Bey’i izlemeliler ki aynı kapıya çıkar!
Fakat bu demokrasi anlayışı sadece İdris Naim Şahin’e özgü değil gibi görünüyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da önceki gün AKP Grup toplantısında konuşma yapıp, herkese verip veriştirirken şöyle bir cümle sarf etti:
“Hem demokrasi diyeceksin, ondan sonra da demokraside ‘Başbakan niçin böyle konuşuyor’ diyeceksin. Ben milletimin dili ile konuşuyorum.”
Buradan anlıyoruz ki AKP demokrasisinde, eğer “demokrasi” istiyorsak “Başbakan niçin böyle konuşuyor” deme hakkımız yok!
Başbakan’ın akıl yürütme yolunu izlersek, eğer “Başbakan niçin böyle konuşuyor” diye soruyorsak, bundan demokrat olmadığımız sonucu çıkıyor.
Ama öte yandan Başbakan da her fırsatta, beğenmediği fikirleri söyleyenlere aynı eleştiriyi yapıyor. “Niçin böyle konuşuyorlar” diye soruyor, sormakla kalmıyor ciddi şekilde azarlıyor da!
Buradan anlıyoruz ki AKP demokrasisinde, eğer “demokrasi” istiyorsak “Başbakan niçin böyle konuşuyor” deme hakkımız yok!
Başbakan’ın akıl yürütme yolunu izlersek, eğer “Başbakan niçin böyle konuşuyor” diye soruyorsak, bundan demokrat olmadığımız sonucu çıkıyor.
Ama öte yandan Başbakan da her fırsatta, beğenmediği fikirleri söyleyenlere aynı eleştiriyi yapıyor. “Niçin böyle konuşuyorlar” diye soruyor, sormakla kalmıyor ciddi şekilde azarlıyor da!
Aynı akıl yürütmeyle, sadece böyle konuştuğu için Başbakan’ın da “demokrat” olmadığı sonucuna mı varmalıyız?
Mehmet Y. Yılmaz
0 Yorumlar