Türk Alevî ve Bektaşîliği ile Gök Tanrı inancı arasında çeşitli paralellikler mevcuttur. Bunlardan bazıları, kamlar ile dede-baba geleneğindeki benzerlikler, uçmağ-tamu inancının donuna girmek anlayışını andırması, atalara kurban kesme ve şenlik adetleriyle Cem Ayinlerinin yapılış tarzlarındaki uyumluluk olarak sıralanabilir.
Eski Türklerdeki din adamı olan kamlar ile Alevî-Bektaşî geleneğinin din adamları olan dede-babalarda belirli bir sülâle ve soydan gelme mecburiyetinin olması Alevîlik-Bektaşîliğin Gök Tanrı inancıyla benzerlik olan yönlerinden birisidir. Her ikisinde de belirli olan bir soydan gelme zorunluluğu olmasına rağmen, yine söz konusu soylar içerisinde bir seçim bulunmaktadır. Kamlar ve dede-babaların seçiminde kabiliyetlerin yanı sıra, post sahibi olmak şartı aranmaktadır. Belirli olan soy ile, kamlıkta Tanrı kutuna sahip, vazifeli, ayrıcalıklı olmayı, dede-babalıkla seyyidlik ve ocak geleneğine sahip olmayı gerektiren sülâlelerden olmak ayrıcalığı kastedilmektedir.
Eski Türklerdeki inanışlar ile Alevî-Bektaşî kültürü arasındaki temel benzerlik noktalarından bir diğeri de uçmağ-tamu (cennet-cehennem) ile donuna girmek inanışının birbirine paralel olmasıdır.
Eski Türklerde, yeryüzünde sürdürülen hayata göre ruhların alacağı iki şekil bulunmaktaydı. Bunlar; iyi ve kötü ruhlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bahsedilen iyi ruhlar gökyüzünün en yüksek katı olan uçmağda (yani cennette) ikamet eder ve Tanrı ile insan arasında şefaatçi olurlar. şnsanlar, doğrudan Tengri’ye yalvarmak yerine uçmağa varmış ataların ruhları aracılığıyla isteklerini bildirirler. Bu dileklerin iletilmesi gücüne ise, ancak olağanüstü yetenekleri bulunduğuna inanılan ġamanlar, kılık değiştirerek herhangi bir şeyin şekline (donuna) girmektedir. Eski Türk inanışına göre şekil değiştirmeleri genellikle üstün bir güç (yerine göre Allah, sihirbaz, cadı, evliya) tarafından gerçekleştirilmektedir. Bunu yaparken iki türlü sebepten yola çıkılmaktadır: iyiliğe karşı mükâfat ve kötülüğe ceza.
Şamanlar ve halk kahramanları gibi üstün nitelikli kişilerin kendileri de öldüğünde insan, kuş şekline girerek uçmağa ulaştıklarına inanılmaktaydı. Efsanelerde yerini bulan bu anlayışa göre, Yesevî ve çırakları kuş şekline bürünerek uçabilmektedir. XIII yy.daki ilhanlı Sarayı’nda büyük bir tesire sahip olan Türk mutasavvıfı Barak Baba, Arap yazarlarının ifadesine göre Altaylı kam ve Kırgızlıların baksısının aynısı görünümündedir.
Alevî-Bektaşî kültürü ile islâmiyet’ten önceki Türklerin inanışları arasındaki bir başka benzerlik noktası, kurbanlı ayin, tören ve şölenlerle Cem Ayininin birbirlerini çağrıştırıyor olmasıdır.
Eski Türkler, dinî ve sosyal sistemlerinin bir gereği olarak, her vesile ile toplantılar, şölenler, toylar, ziyafetler düzenler; burada yer, içer, eğlenir veya yas ederlerdi. Bu gibi etkinlikler çok büyük bir oranda sosyal dayanışmanın sağlayıcısı olurlardı. Oğuz Kağan Destanı’na, Dede Korkut Hikâyelerine, tarihin kayıtlarına bakıldığında; şölenler, toylar ile bir arada toplantıların yapıldığı görülebilir. Bu tür toplantılar, tarihin eski dönemlerinden günümüze kadar benzer şekilde devam edegelmiştir. Kesilen kurbanlar için yapılan törenler (yuğ) ve yenilen yemekler yanında, bol miktarda içki içilir ve raks (semah) edilirdi.
Ethem Ruhi Fığlalı, atalara kurban kesmek için mukaddes yerlere gidilmesinin din tarihçileri tarafından İslâmiyet’teki hac ibadetine benzetildiğini ifade etmektedir. Fığlalı bundan sonra şu bilgileri vermektedir:
Asya Hunları, yılın ilk ayında Tan-hu’nun sarayında ve ilkbaharda (5. ayda -bizim takvimde Haziran-) Lung Çengde (Ongın Nehri Bölgesi) Gök Türkler ve Uygurlar yine aynı ayda Tamir Irmağı kaynağında ve Hunlar sonbaharda Tai-lin’de Gök Tanrı’ya, atalara, tabiat kuvvetlerine at ve koyun kurban ederlerdi. Çin yıllıklarında Vu-huanların yaktıkları öküz ve koyunları atalarına kurban ettikleri belirtilmektedir. Slav-öncesi Bulgarların her kabilesi, atalarına hürmetlerinin bir gereği olarak, büyüklerinin önderliğinde kurban sunma törenleri yapmaktaydılar. Bu toplantılarda devlet erkânı konumlarına göre sıralanır ve kurbandan üzerine düşen payı üleşirlerdi (bölüşürlerdi). Bahsedilen bölüşüm esasının Anadolu’daki Alevîlerin Cem Ayinlerinde de geçerli olduğunu araştırmacılar tespit etmiştir. Türkiye’deki Alevî ve Bektaşîler, atalarının usûl ve erkânına İslâmi bir cila katmışlardır. Orta Asya’daki kansız kurbana Alevî-Bektaşîler Dolu-tolu demişlerdir. Saçı niyetine, ibadet niyetine bu merasimlerde içki içilmektedir. Toplantıya kadın ve çocuklar da katılabilirler ve yaşlarına, mevkilerine göre yerlerini alarak ayine iştirak ederler. Her ikisinde de usûl ve erkân aynıdır, fakat Eski Türklerde içki olarak içilen kımızın yerini Anadolu’da rakı almıştır. Bir de Tanrı’ya dolu sunan kamın yerini Müslüman oluşu sebebiyle velilik mertebesine erişmiş olan dede almıştır. Ayrıca dolu içilirken dua olarak gülbanklar okunmaktadır.
Eski Türkler, Gök Tanrı çağında tabiat ruhlarına yer-su (yer-sub, yer-suv) demekteydiler. Orhun Abideleri ve İslâmiyet öncesi Oğuz Kağan Destanında da rastlanılan yer-su (yer-sub) kültü, Gök Tanrı inancı ile Türk Alevîliği arasındaki benzerliklerden bir başkasını ifade etmektedir.
Eski dönem Türkleri, tabiatta iki zıt kuvvet (ışık ile karanlık) arasında insanoğlunun bulunduğu şeklinde sistemli bir inanca sahipti. Bu inanışa göre iki zıt kuvvetten birincisi yeryüzüne ışık ve iyilik saçan tabii bir kuvvet olup gökyüzünde bulunmaktaydı. Yeryüzünü ışıtan ve ısıtan güneş, gece karanlığını aydınlatıp soğuğunu ısıtan ay ve yıldızlar bu inanca göre tabii güçleri temsil etmektedir. Arşın soğuk ve karanlığı üzerinde bulunup kötülük ve ölümün kaynağı olan ikinci güç de gökyüzünün derinliklerinde bulunmaktadır. İyiliğin ve kötülüğün kaynağı olan bu iki zıt kuvvetin çatışmasıyla (bu inanca göre) üçüncü bir kuvvet doğmaktadır ki, buna yer-su (yer-sub) adı verilmektedir.
Yer-su kültü, dağ, orman ve su kültlerine ayrılır. Bunlar Gök Türk Yazıtlarında iduk yir sub (kutlu yer-su) olarak yazılmaktadır. Bu tabir yer-suv şekliyle Uygurlarda da vardır. Yer-sular kutsal (iduk) sayılmaktaydı. Bahsedilen bu iduk (kutsal) yerlerde Gök Tanrı’ya kurban kesilirdi. Bu anlayışlar, Anadolu’da Alevî ve Sünnî Türkmenlerde, İslâmiyet öncesi akideler, evliya ve veli şekillerine döndürülerek devam ettirilmiştir. Telli Baba, Tezveren Dede, Dumlu Baba, Hasan Baba, Ak Baba, Çoban Dede vb gibi on binlerle ifade edilen yatırların bulunması, bu bakımdan anlamlıdır.
Netice itibarıyla yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı gibi Türk Alevîliği, pek çok bakımdan kendine özgü bir karaktere sahiptir. Türk kültürünün geçmişindeki bazı inanç ve kültürel değerlerle doğrudan ilgisi olan Alevî-Bektaşî geleneğini dünyadaki başka akımlarla ilişkilendirmek, her şeyden önce Türk tarihi, Türk sosyolojisi ve tabii ki Türk kültürüne haksızlık yapmak olur.
0 Yorumlar