Eski Türkler’de İnanç Motifi
Gelenek, Göktürk, Oğuz ve daha eski Türk inançlarından gelmektedir. Orta-Asya Türkleri’nin inancını dört temel noktada toplayabiliriz.Gök-Tanri kültü, Atalar kültü, Tabiat Kültleri ve IX.yüzyıldan itibaren bu kültlere eklemlenen Şamanizm inancı; tüm bu inançlar öylesine birbirine girmiş ki, ayırmak imkansiz hale gelmiştir.
Atalar Kültü; ölmüş büyüklere tazim, atalara saygı, "baba hukuku"nun inanç sahasindaki belirtisi olarak görülmektedir.
Hemen hemen bütün kuzey ve Orta-Asya kavimlerinde bulunduğu görülen ve Ata-erkil aile yapısının bir sonucu olarak yorumlanan atalar kültü, tarihi nisbeten iyi bilinen en eski Türk topluluklarından Hunlar zamanında tesbit edilmektedir. Hunlarda yılda bir kere umumi bir merasim düzenlenerek ataların ruhlarına kurban kesiliyordu.
Atalara ait hatıraların kutlu sayılması, Türk mezarlarına yapılan tecavüzlerin ağir şekilde cezalandırılmasından da anlaşılıyor. Attila’nın I.Balkan Savaşı’nın bir gerekçesi de Hun Hükümdar ailesi kabirlerinin Bizans’ın Margos Piskoposu tarafından açılarak soyulması idi...Soyulma nedeni, Eski Türkler de ölülerin silahları, kıymetli eşyası, bazen tam techizatlı atları, kadınların mücevherleri ile birlikte gömülmesi idi. Böylece öteki dünya da rahat yaşamlarının sağlandığı düşünülüyordu. Türkler ölenin yeri belli olsun diye Kurgan inşa ederler, mezarlarının üstüne tümsek yaparlar veya geniş daireler şeklinde taş yığarlar ve hatta taş heykeller (Balbal’lar) dikerlerdi.
Göktürk Yazıtları’ndan anlaşılıyor ki; "Türk halk inancına göre, insanin ruhu, öldükten sonra kuş yahut böcek şekline giriyormuş. Ölen hakkında "uçtu" deniyor.Bilindiği gibi Batı Türkleri’nde, hatta İslamiyeti kabulden sonra,"öldü" yerine “şukar boldu” yani "şahin oldu" deyimi kullanılıyordu.
Yakutların inancına göre, ölüm halinde “Kut” (can) bedeni terk ederek, kuş şeklini alır ve kainatı kaplayan Dünya Ağacı’nın dalları üzerine konar.Yakutlar’da ruh, hayvan şekline de girmektedir. Moğol şamanın kuş şekline girmesini sağlayacak kanatları vardır.Orhun Yazıtları’nda ve Kaşgarlı Mahmut'un Divanı’nda görüldüğü üzere, eski Türkçe’de “Cennet”in “Uçmak-Uçmağ” kelimesi ile açıklanması da bu bakımdan mana taşır. Bu kelimeyi bazı Alevi Şairlerinin nefeslerinde de buluruz. Bektaşiler ölen insanın canının hayvan şekline girebileceğine inanİrlar.Bu tarikata göre ölüm, "göçmek" bir diyardan, başka bir diyara taşınmak, "Kalıbı dinlendirmek”tir. Tasavvuftaki Devriye görüşünün, bu eski Türk inancının tesiri altında kaldığı tahmin edilebilir.
Definle İlgili Gelenekler
İnsan öldükten sonra evinin büyük odasında orta bir yere cenaze konur, üzerine cecim örtülür etrafına yakın akrabaları (kadınlar) ve köyün diğer kadınları toplanarak ağıtlar yakılır.
Ölü mezara götürülürken arkasından su dökülür ve tüm köy halkı evlerinde bulunan depo edilmiş içme sularını dökerler “umup umacağın bu olsun” diye. Yaşamları boyunca atı çok seven insanların ölümü esnasında atı var ise atı eğerlenip cenaze mezarlığa götürülürken cenazenin önünden at götürülür ve mezarlığa kadar götürülür. Ölen kişi gömülürken eğer çok sevdiği bir eşyası var ise o eşyası cenaze ile mezara konur. Mezarlıktan dönen kişiler ölü evine yemek yemeye giderler. Yemek için önceden bir koç kesilir, pişirilir ve yapılan yemekler insanlara yedirilir. Buna “kazma kürek” ekmeği denir. Ölü evinde kuran okutulup ev boşaltılır. Ölü evinde birkaç gün yakın akrabaları kalır. Ölünün yıkandığı yerde ki genelde burası kapı önüdür. Üç gün boyunca akşamları ateş yakılır. İnanca göre bu ateş ahretine çıra tutmak (kişiyi ahrette aydınlatmak) amacıyla yapılır. İnsanlar kendi çocuklarından yakınırken “sanki ahretime çıramı (ışık mı) yakacak” diye yakınırlar. (Babam İstanbul’ da öldüğünde Annem üç akşam balkonda mum yakmıştı ve ateş yakamamanın ızdırabını çekmişti. A.K.)
Orta Asya Şamanist Türkler’de de ölen için duyulan acı, çeşitli şekillerde ve birtakım törenlerle ifade edilirdi. Hubyar Köyü’deki bu gelenekte eski Türk izlerini taşımaktadır.
Ahretine karşılık gelsin ve öbür dünyada çıplak gezmesin diye ölünün elbiseleri fakir insanlara dağıtılır. Fakir insanın bu elbiseleri giydiği zaman ölen insanın ahrette çıplak gezmediğine inanılır. Ölü kişi için aynı gün “kazma kürek ekmeği” düzenlenir koç kesilir ve insanlara yemek verilir. İlk Cuma akşamı cumalık yapılır. Yemek verilir. Kuran okutulur.
Kırk gün sonra kırk yemeği verilir.Kuran okutulur. 52. gün etin kemikten acı duyularak ayrıldığına inanılır . ölünün bu acıyı duymaması için kendisinden önce ölen akrabalarının ve sevdiği insanların o kişinin bu acıyı hissetmemesi için eğlence düzenledikleri ve yemek verdiklerine inanılır. 52 sinde yemek mezarı başınd a verilir. Kuran okunur. Kişinin vasiyetnamesi okunur. Ölümün birinci yılında ve takip eden yıllarda da can ekmeği verilir. Can ekmeği toplu bir yemek olarak verilebildiği gibi herhangi bir zamanda da insanlara herhangi bir parça lokma da ölü kişinin canı için verilir.Can ekmeğinden sonra Cem yapılır. Ölen kişinin mezarı bir yıl dolmadan yaptırılmaz.Ölen insan için öldü denmez göç etti, yolcu oldu denir. Mezarlıklar bayramlarda ziyaret edilir ve mezarlıklara Elma, Helva, Börek, ve yiyecekler götürülür. Orada gelenlere yedirilir. Artanlar mezara bırakılır. Ölü kişi yıkanırken veya yıkama bittikten sonra ölü kişinin yakınları su döker ve ölen kişi büyük saygın birisi ise eli öpülür. Hortladığına inanılan kişinin mezarının ortasına elma ağacından bir kazık çakılır. Ölü kişi çok fazla rüyaya girerse hortladığına inanılır.
Sıraç Topluluklarında iki türlü cenaze kaldırılmaktadır. Bunlardan ilki ve yaygın olanı Sünni inançlı insanların kaldırdığı şekilde kuranla v.b. şekilde kaldırılanıdır. İkinci şekil ise tüm Hubyarlı Sıraç topluluklarında eskilerde olduğu gibi halen de günümüzde de Orta Asya Türkmen geleneklerine göre kaldırılanıdır. Bu şekle göre; Kişi öldükten sonra köyde bulunan dede ya da sofu kişinin öldüğünü köy ahalisine duyurtur. Bundan sonra ağıt v.b törenler yapıldıktan sonra ölü kişinin üzerine yeni elbiseleri giydirilir. Diğer taraftan eşilen mezara bir döşek serilir , yastık konulur. Ölü kişi bir salla mezarlığa getirilir. Önceden hazırlanan döşeğin üzerine konulur. Üzerine yorganı örtülür. Ve mezar toprakla kapatılır. Sofu veya Dede Türkçe deyişlerini ve dualarını okurlar. Bu topluluklarda KURAN okunmaz , mezar taşlarında fatiha veya benzeri kelimeler yer almaz. Arapça bir kelime hiç yer almaz. Sıraç topluluklarının küçümsenemeyecek bir sayıda olan köylerinde cenazeler bu şekilde kaldırılmaktadır.
Hubyar köyü başta olmak üzere diğer birçok köyünde ise Sünni inançta olduğu gibi kaldırılmaktadır. Burada Hubyar köyü ile birlikte diğer köylerin bu konuda asimilasyona uğradığı söz konusudur. Çünkü aynı topluluklara ve inanca mensup insanların farklı şekillerde cenaze kaldırmaları normal değildir. Gerçi Hubyar Dedeleri bu durumu kabul etmekte ve Diğer şekilde cenaze kaldıranları da yanlış bir şekil olarak değerlendirmekteler. Hatta bir kısım Dedelerimiz sakın bunların bu şekilde cenaze kaldırdıklarını başka yerde anlatmayın sonra bunların yüzünden bizlere MÜSLÜMAN DEMİYORLAR demektedir. Tüm kaygının ve zamanla Hubyar – Sıraç topluluklarının bu şekilde cenaze kaldırmaktan vazgeçmelerinin temel noktası buradır. Bugün halen Hubyar Toplulukları içerisinde Anşa Bacılılar veya Babacılar diye adlandırılan topluluklar bu şekilde asimle olmadan cenazelerini kaldırmaktadırlar. Fakat bu guruplar yoğun bir şekilde Hubyar Dedelerinden ve Taliplerinden ve diğer Alevi topluluklardan tepkiler almaktadırlar. Bir çok köy bu sebeple günümüzde veya yakın geçmişte de asimle ye uğramıştır. Bu asimilasyona direnen köyler de cenazelerini kimseler görmesin diye ya akşam gün batımından sonra veya sabahın çok erken vakitlerinde kaldırmaktadırlar.
ATEŞ VE OCAK İLE İLGİLİ İNANÇ
Ocak ve Ateş Kültü; Sümer, Asur, Hitit gibi Antik Anadolu uygarliklarında ve Eski Türkler’de önemli bir inançtır. Aynı gelenek Alevi kültürüne ve örfüne de eklemlenerek yaşatılmıştır.
Şamanın Ocak kutsiyeti ve tanımlaması; "Od Ata ve Od Ana" geleneği, Alevilerde "Dede Ocakları" şeklinde İslami bir forma girer. Cemlerde ilk önce “çerağ uyandırılıp” ayine başlanması, Ateş kültünün bir gereğidir.
İnsan olan bir evde ateş söndürülmez, bacadan duman çıkmak zorunluluğundadir. Ateşin sönmesi istenmiyorsa ocağa tezek yerleştirilerek, için için yanması sağlanır ve üstü külle örtülerek dinlendirilir, tekrar odun ocağa atılarak ateş çoğaltılır. Ocak kendiliğinden sönerse "hayra-alamet" sayılmaz. Bir kimseye beddua edilecekse “Ocağın Sönsün” diye beddua edilir.
Yeni ev kuranların ya da yeni evlilerin ocağı, baba evinden götürülen ateşle odunlar tutuşturularak yakılır.Yeni yanan ocağa da “Allah-Muhammed Ya Ali” diye sağına, soluna ve ortasına niyaz edilir. Davlumbazlı ocak olmayan evde; tasavvufda “küre” denilen sobalar kutsal sayılır ve ateş yakıldığı için bunlara niyaz edilir. Cuma akşamları ocağın başında Atalara dua edilir, Kuran okunur, toplu yemek yenerek sofra duası ve duvaziman okunur. Cuma Cemleri ocağın bulunduğu odada eda edilir ve o gece ocağın yanında mum yakılır. Sercem olarak dedelik görevini ifa eden zatın postu ocağin yanına serilir. Ocağın diğer yanında ise iman ve rehber oturur.
Ocak ve Ateş Kültü; Türklerde Atalar Kültü ile irtibatlı olup, ateşin ilk atalarının yaktığına inanılır. Sıraçlar’da ateşin közü oturursa misafir gelir denilir. Ateş ses çıkartarak (gürüldeyerek) yanarsa birisinin ev sahipleri hakkında (yani kimin ateşi gürlerse onun aleyhinde) dedikodu yapıldığına inanılır.
Ocak kutsal olup dede postu ocak başına yakın olur. Ocak ve Ateşle ilgili fallar mevcuttur.Bir kişi ev yapıp ilk ateşini yaktığı zaman kurban keser.
GÜNEŞ-AY-YILDIZ KÜLTÜNÜN SIRAÇLARDAKİ İZLERİ
Eski Türkler’ine inanışına göre, kainatın kuruluşunda güneş ile ay yoktur. Gök- Tanrı’nın gönderdiği ulu bir varlık, göğe iki büyük ayna asarak yeyüzünü aydınlatmıştır. Bu inanç geleneğinin bir devamı olarak Aleviler’de “Ay Ali’dir güneş Muhammed’dir” demektedirler. Bu özdeyişinde ki gerçek, “Muhammed-Ali”nin aydınlatıcı, irşat edici olmasını belirtmektir. Türkmen Şamanlar hırkasına güneşi ve ayı sembolize eden parlak madeni yuvarlaklar takarlar. Türkler güneşi “diş”i, ayı “erkek” olarak düşünmüşlerdir. Güneş, doğurganlığı, üremeyi simgelemekte, Ay ise döllenme yaptığından “Ay Baba/Dede” olarak anılmaktadı. Hz.Muhammed’in nesli kızı Fatıma’dan yürüdüğü için “güneş/gün” olarak telakki edilmekte; baba olab Hz.Ali ise “Ay” olarak kabul edilmektedir. Hz.Fatıma zühre yıldızıdır. Türkler, Zühre yıldızını Tanrı’ya aşık, güzel bir bakire kız olarak düşünürler. Alevilerde bu “Ali ile Fatıma aşkı ve beraberliği” olarak algılanır. Ali ile Fatıma izdivacı nesli idame ettirir. Tanrı ile Zühre’nin birliği de yeryüzüne yağmur yağdırırkı bu da berekettir. Türkler göre, gök bir çadır şeklindedir. Aleviler de cemevlerini bu gök çadıra göre dizayn etmişlerdir. Türkler, Gök-Tanrı’ya dua ettikleri ve kurban sundukları yerlere sütun dikerler.Bu direk dünyanın mihveri sayılan kutup yıldızını simgeler. Cemevlerin ortasında ki “Karadirek”te aynı şeyi simgelemektedir.
Sıraçlar’da; Ay tutulunca önüne haremi çıktığına inanılır, teneke çalınır, saz çalınır. Güneş kız imiş, Ay erkek Güneş gündüzleri gezer ve kendisine bakana iğne batırırmış. Sabahları güneşe karşı dua edilir. Akşamları aya karşı dua edilir. Dokuzlar Tepesine (Tekeli Dağı) güneşin doğuşunu izlemek için geceden gidilir. Güneşin bin bir güçlükle ve engellemelere rağmen doğduğu düşünülür. Bu doğumun çabuk olması için dualar edilir. Doğduktan sonra da güneşe dualar edilir.
HAYVANLAR İLE İLGİLİ İNANÇ
İnsanın öldükten sonra ruhunun “börtü-böcek ile hayvan”a hatta bitkilere geçeceğine inanan Aleviler, O’nlara yaklaşımları sevgiyle olmuştur. Öküz-İnek, Koç-Koyun,Arslan, Geyik,Kurt,Turna,Güvercin,Yılan,At-Eşek,Kaz,Şahin, Doğan, Keçi, Arı gibi hayvanlar uğurlu sayılmıştır. Keklik gibi soyuna ihanet eden hayvanlar ile Katır gibi üretimde bulunmayan ve Tavşan gibi şeklen diğer hayvanlardan özellik farklılığı olanlar uğursuz sayılmıştır.Aleviler horozu “cebrail” olarak niteleyerek kutsal saymışlardır.Horoz ibadet törenlerininde ve adak olarak kurban edilir.Aleviler evliyalarına kutsal saydıkları hayvanların adlarını vermişlerdir. Bunlardan bazıları: Arslan Baba, Koyun Baba, Koçu Baba, Geyikli Baba, Barak Baba, Bozgeyikli Baba, Horoz Dede, Buzağı Baba, Kurt Baba....
Pir Sultan Abdal, şiirlerinde Alevi ulularıyla hayvan motiflerini özdeşleştirerek şöyle ifade etmektedir.
“Hazret-i Şah’ın avazıTurna derler bir kuştadır”
Bir başka deyişinde:
“Bakışı arslan da kaldı
Düğüşü dahi koçtadır”
Yine bir nefesinde:
“Haberim duyarsın geyikler ile
Yaramı sararsın şehidler ile
Kırk yıl dağda gezdim geyikler ile
Dost senin derdinden ben yana yana”
Tahtacı ve yörüklerde geyik bolluk ve bereketi,iyiliği ve koruyuculuğu simgeler. Alevi dergahlarında ve türbelerinde geyik boynozu ile takdis yapılır.
Kul Hasan, Alevi inancında ki “don değiştirme”yi hayvan ve insan motifiyle şöyle ifade etmektedir.
“Aslan olup yol üstünde oturanSelman idi ana nergis getiren
Kendi cenâzesini kendi götüren
Hünkâr Hacı Bektaş,Ali kendidür”
Aleviler de müsahib kurbanı tığlama (kesme-pişirme) şölenleri belli bir ritüelle olur. Kesilen kurbanlık hayvanın yeniden dirileceğine inanıldığı için, kemikleri hiç kırılmaz, bir bütün olarak pişirilerek sofraya gelir.Eti yendikten sonra iç organlarıyla birlikte gömülür.
Dişi hayvan üretimde bulunduğu için kesilmez.Kısır ve yaşlı olanlar kesilir.Hayvan kesilirken mutlaka gözleri ve ayaklar bağlanır.Tekbirlendikten sonra çok hızlı bir şekilde hayvan kesilerek, canının acımaması sağlanır.
Sümer,Mısır,Hitit uygarlıklarında olduğu gibi Alevilerde de “Boğa/Öküz” kutsal sayılmıştır. Derviş Muhammed “Öküz Divanı” adlı deyişini Arapkir-Onar Köy’ünde ki “Büyük Ocak Tekkesi”nde ( 17 .yy.? da) irticalen söylerken bir üretim ve iş hayvanı olan öküz’ün önemini şöyle belirtmektededir:
Damdan kütür kütür hezen indirir
İndirir de aşk oduna yandırır
Her evin devliğini öküz döndürür
İreçberler iyce bakın öküze
Öküzün damını alçacık yapın
Altını yaş koman kuruluk serpin
Koşumdan koşuma gözünü öpün
İreçberler iyce bakın öküze
Derviş Muhammed’im sözüm dağlıdır
Elim,belim,dilim Hakk yoluna bağlıdır
Şah-ı Merdan Onar Baba oğludur
İreçberler iyce bakın öküze
Çiftleşme mevsiminde Koçlar ve koyunlar’ın yünleri toprakaşı boyalarla rengarenk süslenir. Koçların boynozlarına elmalar ve kurdeleler takılır.Gelin-güveği görünümüne büründürülür.Yemleri özel olarak hazırlanır.Çobanlara ve hane halkına,komşulara günün önemini belirten yemekler verilir.Çocuklara leblebi şeker dağıtılır. Keci ve Koyunların doğduğu mevsimd de aynı tip tören ve şölenler yapılır.
Kuşların,Hayvanların yuvasını bozmak,yavrularını öldürmek günahtır.Onlara yapılan işlemler insana yapılmış olarak kabul edilerek; dâra çekilerek cezalandırılır.Aynı muamele yaş ağaç kesenlere de yapılır.
Oğuz Boylarının her birinin ayrı bir kuştan totemi vardır. Bazı hayvankar kutsal (rahmani) sayılırken bazı hayvanlar ise kötü ruhların temsilcisi (şeytanın) ya da simgesi olarak adletmişlerdir.
Sıraç topluluklarında; Saksağanın haberci kuş olduğuna inanılır. Eğer bir evin önüne gelip saksağan öterse gurbetçi, yolcu veya bir misafirin geleceğine inanılır. Leş kargalarının ötmesi hayra yorulmaz ve öttüğü zamanda da susturmak için taş atılır. Köpek ulumasının iyi olmadığı ve ölüm getirdiğine inanılır. Hz. Ali ‘ nin “durna” donuna girdiğine inanılır. Kurt kutsal bir hayvan olarak kabul edilir. Kurt’ un erenler tilkinin ise kurdun kardeşliği olduğuna inanılır. Kurt un Yalıncak Sultanın itleri olduğuna inanılır. Kurdun öldürdüğü koyunun mundar olmadığı söylenir. (Yinede itibar edilmez). Ayı ya eli büyük veya karaoğlan denir. Geyik kutsal hayvandır ve uğurlu sayılır. Dünyanın sarı öküzün üstünde kurulu olduğuna ve kıpırdadığı zaman ise deprem olduğuna inanılır.
“Bak sarı öküzün işine
Dünyayı almış başına
Sineğini savaşına
Tutar Ali Ali deyu”
Sarı öküz kültü; tarım toplumuna geçmiş Sıraçlar’ın bir üretim hayvanı olan öküzü kutsamaları, onun tarlada tapanda, sabanda iş görmesinden kaynaklanmaktadır. Öküz öldüğü takdirde de “iktisadi deprem” olacağını dolayısı ile “dünya sarı öküzün boynozunda döndüğü” mecazi olarak vurgulanmaktadır. “Saban daima kılıçı galebe çalmıştır” özdeyişini Sıraçlar “öküzü kutsayarak” anlatmışlardır.
DOĞA OLAYLAR - YEL VE YAĞMUR KÜLTÜ
Eski Türk inancına göre rüzgarlar yüce dağlarda uyur ve gürültüyle uyanırlar. Kasırga kötü ruhu temsil eder. Yağmur yağdıran “Yada Taşı” denilen bir tür taştan eski Türk kaynaklarında bahsedilmektedir ki, yağmur duasını da “Yadacı” denen “Kam” yapmaktadır.
Şamanist Türkler gökte ve yerde gerçekleşen çeşitli doğa olayları, Tanrıların işi olduğuna inanırlardı. Aleviler de; Gök Gürlemesi Hz. Ali’nin nağarasına, Şimşeği atı Düldül’ün nal izine, yıldırımı kamçısı olduğuna inanmaktadırlar ki, bu inanç motifi eski bir Türk kültüdür. Türkler gök gürlediği zaman bağırarak göğe doğru ok fırlatırlardı. Yıldırımdan korunmak için, teneke çalıp gürültü çıkarırlardı ki kötü ruhlar gitsin. Yıldırım düşen yerden kötü ruhları kovmak için Şaman özel bir ayin töreni yap ve kurban kesilirdi.
Sıraçlar’da “Yel” kelimesi rüzgar anlamında kullanılır. Bir de başı ağrıyan kişi başıma yel değdi der.Yağmur duası için “Yağlaş dede”nin yemesi için “yağlaş” yapılarak ziyarete sunulur. Ağaç kültü gereği kap eşiği kutsaldır. Soğan ve sarımsak kabuğu yakılmaz. Hubyar- Sıraç topluluklarının büyük bir kısmında davul- zurna çalınması günah sayılır. Eski Türk geleneğinde kötü ruhların uyandırılacağından korkulduğu için bu tip sazlar kullanılmamıştır. Davul zurnanın yerine bağlama (saz) kullanılmıştır. Bilhassa Davul sesi hoş karşılanmaz. Bunun sebebi konusunda yaşlılardan net bir cevap alınamamışsa da, Hz. Hüseyin’ in Kerbela da başının kesilmesinden sonra, Şam da Yezit ve taraftarlarınca Davul – Zurna eşliğinde şehirde gezdirilmesi sebep olarak gösterilmektedir. Davul çalınmasının uğursuzluk getirdiğine inanılır.
HIDIRELLEZ İNANÇ İLE YAPILAN ETKİNLİKLER
Bir küpe dağda bulunan 7 tür çiçek atılır ve ayrıca küpün içine orada bulunan insanlar altın, bilezik, yüzük, v.b. eşyalarını da atarlar. Diğer bir kişi manilerle küpten bunları birer birer çıkartır.
“Çiçek çiçek çil olu
İçi dolu gül olu”
Çiçeğe gelenlerin dileği kabul olur. Küpten kimin eşyası çıkarsa onun dileği kabul olur.Eve giren ilk kişinin o seneki duruma göre hayırlı gelip gelmediğine bakılır. O sene aile için hayırlı geçmiş ise bir sonraki senede eve ilk önce o kişi davet edilir. İyi gelmemişse ondan uzak durulur. Cöfer inancı vardır. Tekke ve kutsal yerlerde bulunan toprak cöfer olarak yenir ve hastalara yemesi için götürülür. (Tabi burada bahsedilen toprak çay kaşığı kadar küçüklükte ve toz halindeki topraktır.)
Bir yılanın 7 yıl insan yüzü görmemesi durumunda ejderha haline geldiğine inanılır.Ziyaret yerlerine Cuma akşamları mum yakma geleneği vardır.
DOĞUMLA İLGİLİ İNANÇ
Eski Türkler’in inancına göre, insanın ruhu (kut), doğmadan önce gökte bulunur ve çocuğun ruhu annenin bedenine girer.Manas Destanı’nda kısır kadınlara çocuk veren “ardıçlı mezar”dan bahsedilmektedir. Hubyar Köyü’nde çocuğu olmayan kadınlar Sersem diye adlandırılan kutsal yere gider ve ağaca bez, beşik bağlayarak dilekte bulunurlar.
Al Karısı İnancı:
Tüm Anadolu da olduğu gibi Hubyar-Sıraç topluluklarında da al-karısı inancı vardır. Bu sebeple hamile kadın daha doğum yapmadan önce beklenmeye yalnız bırakılmamaya çalışılır. Hamile kadın doğum yaptıktan sonra da yanında mutlaka bir erkek çocuk veya yetişkin. Süpürge, iğne, kitap (Kuran veya Buyruk), erkek elbisesi loğusa kadını al karısından korumak için konur. Ayrıca loğusa nın başına demirden malzemeler balta, bıçak, nacak, zevle v.b malzemeler konur.Tüfek atılır. Al Karısının kapalı kapılar ardından giren hayalet gibi bir şey olduğu söylenmektedir. Loğusa kadının sevdiği bir insan kılığında gelip, loğusa kadının ağzını açtırmaya uğraşırmış. Al karısının parmakları uzun ve kemiksizmiş, kadın ağzını açınca rahatlıkla parmaklarını ağzından içeri sokup kadınların ciğerini alırmış. Al karısı ahırlara girip atları koşturmayı çok severmiş. Al karısı uzun saçlı bir kadın tipindedir. Al karısında bulunan iğne alındığı takdirde bir yere gidemediği ve bu yolla teslim alındığına inanılmaktadır. Hubyar Köyünde Ürfangil den birisi ahırdaki atın üzerine yapışkan kara sakız yapıştırmış ve al karısı ata binmiş bir daha inememiş. Böylece al karısı yakalanmış. Yakalayan kişi al karısının yakasında bulunan iğnesini almış ve al karısını attan indirmiş. İğnesi alınan al karısı hiçbir yere gidemez olmuş. Kendisine iş yaptırmaya ve konuşturmaya başlamış. Anlatılanlara göre yoğurduğu hamur , pişirdiği ekmek bitmez imiş. Ürfan Ocağından bu kişi al karısına yemin ettirir ki bir daha bizim sülalemize hatta bez parçamızın değdiği yere uğramayacaksın diye. Al karısı yemin eder ve iğnesi verilerek serbest bırakılır. Al karısı giderken benden her şeyi öğrendin eme öldürdüğüm kişileri nasıl kurtaracağınızı öğrenemedin der ve kaçar gider.Anlatılan kişinin Al karısı ile cinsel ilişkide bulunduğu bile anlatılmaktadır.
Al Karısı ile ilgili bir hikaye de şöyledir:
Genç bir delikanlı dağda gezerken bir ev görüyor. Ev de üç beş tane kadın ve kız yaşamaktadır. Genç delikanlı bunlardan birisine aşık oluyor ve evleniyorlar. Gel zaman git zaman gelinle damat kızın annesinin evine misafir oluyorlar oturup sohbet ediyorlar. Vakit ilerleyince genç adam yatıyor. Kızlar ve anaları sohbete devam ediyorlar. Kızların Annesi soruyor. Kızım nasılsın evliliğin nasıl, memnun musun diye. Kız anne çok iyiler fakat insan ciğeri yemiyorlar der. Annesi köylerinde loğusa var mı diye sorar. Kız; var ama çok iyi birisi yazıktır anne diyor. Annesi oklavaya binip genç adamın köyüne gidiyor. Loğusa kadının ciğerini alıp geliyor. Közde pişirip yiyorlar. Kız acıyor, anne ölmüş müdür diyor. Annesi ölmüştür ama kızım eğer bu közlerden götürülüp ezilir ve suya atılıp suyundan geline içirilirse loğusa kadın sağalır diyor. Diğer tarafta uyur gibi gözüken genç adam bunu duyuyor. Kadınlar yattıktan sonra genç adam közden bir parça alarak doğrum köye gidiyor. Al karısının anlattıklarını uygulayarak loğusa kadını hayata döndürüyor.
0 Yorumlar