Subscribe Us

header ads

Hoca Ahmet Yesevi | Kul Koja Ahmet

Hoca Ahmet Yesevi’yi, Türk sufiliğinin temel şahsiyeti olarak nitelendirmek yerinde olacaktır. Yüzyıllardır halk arasında yaşayan anısı, menkıbelerle örülmüş sözlü gelenek yoluyla günümüze ulaşmıştır. Laçiler tarafından “Kul Koja Ahmet ve Sultanım” olarak anılmaktadır. Bugün Güney Kazakistan’da bulunan Sayram kasabasında doğduğu ve Türkistan’da hakka yürüdüğü (1166) üzerinde kaynaklar görüş birliği halindedir. 
Babası İbrahim Ata ve annesi Karaşaş Ana’dır. Onların türbeleri yine Sayram kasabasında bulunmaktadır. Ahmet Yesevi’nin 11–12. yüzyıl Sayram’da doğduğu ve o çevrede yetiştiği, eğitim gördüğü ve Türkistan’da yaşadığı düşünülürse, onun bölgedeki Türk kitlelerin inanç ve gelenekleri doğrultusunda yetişmiş bir şahsiyet olduğu rahatça söylenebilir.
Bu inanç ve geleneklerin izlerini bugün dahi bölgede gözlemlemek olanaklıdır. Rus araştırmacı Gordlevski bile Türkistan (eski adıyla Yesi) şehrinin 12 kışlak/köyden oluşması (12 sayısı sembolizmi) ve Ahmet Yesevi adına her Cuma günü Ahmet Yesevi dergahında yemek dağıtılmasını ve dergahta bulunan Taykazan’ı (şölen/sofra kültürü) eski Türk geleneklerine bağlamaktadır. (1)
Kaynaklarda Arslan Baba’nın ona hocalık yaparak zahir ve batın ilimleri öğrettiği de ifade edilmektedir. Sözlü gelenek onun Arslan Baba ile menkıbelerini bugün hala naklettiği gibi, Divan-ı Hikmet’te de Arslan Baba’nın zikredildiği pek çok Hikmet bulunmaktadır. Oysa Divan-ı Hikmet’te Yusuf Hemedani zikredilmemektedir. Yusuf Hemedani’nin onun sonraki hocası olduğu yönündeki görüşlerse, onun Orta Asya’daki büyük nüfuzundan yararlanmak isteyen Nakşibendî geleneğince literatüre sokulmuş bilgilerdir. Ayrıca bu amaçla Ahmet Yesevi’nin Nakşibendî tarikatı silsilelerine de eklendiği görülmektedir. (2)
Onun yaşadığı göçebe-yarı göçebe yaşamın haki olduğu sözlü kültüre dayalı çevreyle, Nakşibendîliğin Buhara gibi yerleşikliğe ve yazılı kültüre dayalı çevresi arasında ayrılıklar vardır.
Ahmet Yesevi’yi de İslamlaşmaya geçiş döneminin temel şahsiyeti olarak görebiliriz.  O, eski inançlarla da uyumlu bir İslam yorumu oluşturmayı ve bunu geleneklerini din buyruklarından önde tutan Türk kitlelere benimsetmeyi başarmıştır. Bu gerçekten büyük bir başarıdır ve Ahmet Yesevi’ye Türk tasavvufunun temellerini atan kişi olma özelliğini kazandıran da işte bu başarıdır.
Ahmet Yesevi, Türk töresinin yanı sıra yine çok etkili bir araç olan “Hikmetler”i başarıyla kullanmıştır. Ahmet Yesevi’nin yaşadığı dönemde Yesi ( şimdiki Türkistan) ve çevresinde göçebe-yarı göçebe kitlelerin ağırlıkta olduğu, medrese çevresinden uzak, sözlü geleneğin ağırlıkta olduğu ve İslamiyet’in yayılmasıyla birlikte, eski inançların hala baskın olduğu bir sosyal çevreyle karşı karşıyayız. Mensup olduğu Türkmen toplulukların duygu, düşünce ve eğilimlerini çok iyi bilen Ahmet Yesevi, eski Türk inanç sisteminin pek çok unsurunu yaşamakta, yaşatmakta ve İslam’la bütünleştirerek farklı şekiller altında sürdürülmesi için yeni yollar geliştirmekteydi.  Kadınlı erkekli söz ve müzik eşliğinde zikirlerin yanı sıra, cezbeli semaların da edildiği zikr-i cehr uygulaması, Ahmet Yesevi’nin eski Türk inanç ve gelenkleri ile İslam’ı birleştirmesinden başka bir şey değildir.
Onun kendisinden sonra izini süren Mansur Ata, Said Ata ve Süleyman Bakırgani gibi adları bilinen ve bilinmeyen pek çok halifesi yoluyla inanç anlayışı, Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar geniş bir coğrafyada yayılmıştır. Başka tarikatlar da Yesevilik’ten etkilenmiştir. Balkanlar’da Ahmet Yesevi’den çok Hacı Bektaş, Sarı Saltuk gibi yerel inanç önderlerinin adı ön plana çıksa da ayin-i cemler ile zikr-i cehr arasında ibadette kadın erkek birlikteliği, müzik, semah, cezbe gibi pek çok paralellikler bulunmaktadır. Orta Asya’da onun zikrilerini günümüze kadar ulaştıranlar Fergana Vadisi’ndeki Laçiler olmuştur. Ayrıca Orta Asya’daki Laçilerin dışındaki Cehriye topluluklarında da sesli zikir ve sema var olmakla birlikte, müzik ve ibadette kadın erkek birlikteliği olmaması nedeniyle kısmi benzerliklerin olduğu söylenebilir.
Laçiler, Ahmet Yeseviyi tarikatlarının kurucusu olarak görmektedir. Öyle ki bir yaşlı Laçi kadın kendilerini, “biz Kul Koja Ahmet Yesevi’nin ümmetleriyiz” diyerek nitelendirmiştir. O’nun Hikmetler’i alelade şiirler olmayıp kutsal niteliğe sahip sözlerdir. Onları Laçi abızları ezbere bilmektedirler. Divan- Hikmet’in gerek el yazması, gerekse taş basması nüshaları Laçilerin evlerinde hala bulunmaktadır. Ahmet Yesevi’nin Divan-ı Hikmet’i bütün Türk halkları, özellikle de Kazak, Kırgız,  Özbek ve Türkmenler arasında yüzyıllar boyunca dinsel konuları ele alan bir ders kitabı işlevi görmüştür.
Onun izinden giden şairler de bu geleneği sürdürmüştür. Onun halk üzerinde yüzyıllara yayıla nüfuzu, hikmetlerinde yer alan İslam dini kuralları ve eski Türk inanç ve geleneklerinin uyumlu bir yorumunu sunması ile doğrudan bağlantılıdır. Halkın kendi diliyle onlara seslenmesi bu nüfuzun temelini oluşturmaktadır.
Ahmet Yesevi’nin Türkistan’daki ziyaretgâhına gitmek adeta Hac özelliğine sahiptir. (3) (YN. Aynı şekilde Anadolu ve Balkanlarda yaşayan Alevi-Bektaşi’ler için de Hacı Bektaş, Sarı Saltuk, Abdal Musa türbe ziyaretleri aynı işlevi görmesi bakımından dikkat çekicidir.) Tarih içerisinde Ahmet Yesevi’nin ziyaretgâhı’na verilen büyük değerin ve onun yattığı toprağın kutsal olarak görülmesinin bir sonucu olarak, pek çok insan onun mezarının yanına gömülmek için çaba göstermiştir. Özellikle zenginler ve beyler arasında onun mezarı çevresinde defnedilenler bulunmaktadır. Geçmişte buraya adaklar adanır, kurbanlar kesilirdi. Bugün de ziyaretçiler bağış yapmaya devam etmektedirler.
Hu halkası kuruldu, ey dervişler keligler
Hak sofrası yayıldı, andın uluş alınglar
Divan-ı Hikmet, 82
Evvel hu, ahir hu deb bihud bolgıl
Hakk cemalin körsetmese damen bolay
Zahir hu, batın hu deb yolğa kirgil
Hakk cemalin körsetmese damen bolay
Divan-ı Hikmet, 186
La la aytıb, İllallah ğa şeyda bolğıl
Mansur sıfat Enel hak deb gavğa kılğıl
Divan-ı Hikmet, 188
KAYNAKLAR
Yukarıdaki yazı Dr. Ali Yaman’ın Allahçılar, Orta Asya’da Yesevilik, Kızılbaş Türkler Laçiler isimli kitabından derlenmiştir.
1- Gordlevski, 1962:364,365. Yine yazar aynı makalede Timur’un yaptırdığı kazanın (Taykazan) kendisine Bektaşilerdeki ve Yeniçerilerdeki kazanları hatırlattığını da ifade etmektedir. (bknz: V. A. Gordlevski 1962. “Hoca Ahmed Yesevi” İzbrannie Soçineniya, c. III, İstoria i Kultura, Moskva. İzdatelstvo Vostoçnoy Literaturi. s. 361-368
2- Yazılı kültüre hâkim Nakşibendî geleneğinin Yusuf Yemedani ile Ahmet Yesevi arasında kurduğu bağ, Bektaşi geleneğini bile yanıltmış görünmektedir. Bektaşi icazetnamelerinde de Yusuf Hemedani ve Ahmet Yesevi aynı şekilde yer almaktadır. Bilindiği üzere Yesevilik hakkındaki Nakşibendî ağırlıklı yazılı kaynak hâkimiyeti, M. Fuat Köprülü’yü de “Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar” adlı tanınmış eserinde yanıltmış ve Köprülü bu hatasını daha sonra İslam Ansiklopedisi’ndeki makalesinde düzeltme ihtiyacı hissetmiştir. [bknz. M. Fuad Köprülü (1993b) “Ahmet Yesevi md”., İslam Ansiklopedisi, c. 1, İstanbul Milli Eğitim Basımevi, s.210-215
3- Onun ziyaretgâhı hiç tartışmasız Orta Asya’nın en görkemli ve tanınmış mekanıdır. Halk arasındaki ” Medine’de Muhammed, Türkistan’da Koja Ahmet” deyimi de bunu göstergesidir.

Yorum Gönder

0 Yorumlar