Sahaya önce batılılar indi
Kimi fitne peşinde, kimi ilim; Alevilerin etnik kimliği üzerine yapılan çalışmalarda yabancı akademisyen ve araştırmacılar gözle görülür biçimde öndeler. Saha çalışmaları sırasında kafatası ölçenler var…
Kimi fitne peşinde, kimi ilim; Alevilerin etnik kimliği üzerine yapılan çalışmalarda yabancı akademisyen ve araştırmacılar gözle görülür biçimde öndeler. Saha çalışmaları sırasında kafatası ölçenler var…
Narlıdere Belediyesi’nin müzeye dönüştürdüğü cemevinde sergilenen mezar odası Orta Asya Türk inanışını yansıtıyor
İngiliz Sosyal Antropoloğu David Shankland, Alman araştırmacı Anton Jozef Dierl, Ruth Mandel, F.R. Hasluck…
Yabancı akademisyen, gazeteci ve gezginlerin “Aleviler”i özel ilgi alanı olarak seçmelerinin geçmişi epey eskiye dayanıyor. Birçok belgenin günümüze ulaşmasını sağlayan, bir dönemin “yok sayılan” kültürünün “yazılı kaynakları” haline gelen bu eserlerden ne kadar veya nasıl faydalanabiliriz?
Elbette, 1800’lerden itibaren dünyanın bir ucundan Anadolu’ya gelen bu araştırmacıların “neden”lerini göz önünde bulundurarak. Aralarında birçok “gerçeği” gün ışığına çıkaranlar olduğu gibi, tahrik amaçlı yazılmış düzmece tarihlere imza atanlar da var.
İngiliz Sosyal Antropoloğu David Shankland, Alman araştırmacı Anton Jozef Dierl, Ruth Mandel, F.R. Hasluck…
Yabancı akademisyen, gazeteci ve gezginlerin “Aleviler”i özel ilgi alanı olarak seçmelerinin geçmişi epey eskiye dayanıyor. Birçok belgenin günümüze ulaşmasını sağlayan, bir dönemin “yok sayılan” kültürünün “yazılı kaynakları” haline gelen bu eserlerden ne kadar veya nasıl faydalanabiliriz?
Elbette, 1800’lerden itibaren dünyanın bir ucundan Anadolu’ya gelen bu araştırmacıların “neden”lerini göz önünde bulundurarak. Aralarında birçok “gerçeği” gün ışığına çıkaranlar olduğu gibi, tahrik amaçlı yazılmış düzmece tarihlere imza atanlar da var.
Hedef mezhep kavgası
Cumhuriyet öncesinde “Türkiye, İran, Afganistan ve Arap ülkeleri gibi kapitalist gelişmesini tamamlamamış ülkelerde sınıf mücadelesi yerine mezhep, tarikat mücadelelerini kışkırtmalı, bir avuç aydını fikren bölmelidir” mantığıyla yola çıkanlar, Cumhuriyet’in ilk yıllarında “rejimi” yıkmaya dönük ayaklanmaları “din” maskesiyle gizlemek aklını verenlerle aynı odaklardı.
Albay Stoks’un 1920 yılında Lord Curzon’a gönderdiği şu mesaj üzerinde durup düşünmek gerekir:
“Azerbaycan’da Sünnilerle Şiiler arasında zıtlık büyüktür, biz bu zıtlığı daha da geliştirebiliriz.”
Şüphesiz bu zıtlığı geliştirmek isteyenler Türkiye’de de boş durmadılar. Olayları bu pencereden ele alınca, hala “faili meçhul” sayılan birçok provokatif olayın sorumlusu gün gibi ortada değil mi?
Cumhuriyet öncesinde “Türkiye, İran, Afganistan ve Arap ülkeleri gibi kapitalist gelişmesini tamamlamamış ülkelerde sınıf mücadelesi yerine mezhep, tarikat mücadelelerini kışkırtmalı, bir avuç aydını fikren bölmelidir” mantığıyla yola çıkanlar, Cumhuriyet’in ilk yıllarında “rejimi” yıkmaya dönük ayaklanmaları “din” maskesiyle gizlemek aklını verenlerle aynı odaklardı.
Albay Stoks’un 1920 yılında Lord Curzon’a gönderdiği şu mesaj üzerinde durup düşünmek gerekir:
“Azerbaycan’da Sünnilerle Şiiler arasında zıtlık büyüktür, biz bu zıtlığı daha da geliştirebiliriz.”
Şüphesiz bu zıtlığı geliştirmek isteyenler Türkiye’de de boş durmadılar. Olayları bu pencereden ele alınca, hala “faili meçhul” sayılan birçok provokatif olayın sorumlusu gün gibi ortada değil mi?
Barış gönüllüleriyle pişti
Osmanlılar dönemindekilerden sonra, “ikinci dalga” olarak karşımıza çıkan yabancı “Alevilik uzmanları”nın Türkiye’ye geliş tarihinin, ABD’nin “Barış Gönüllüleri” adıyla sofralarımıza kadar oturtmayı başardığı “misyonerleriyle” aynı tarihe rastlaması ve Alevililerin hafızasındaki en derin yaraların da onların mesken tuttuğu Maraş, Çorum gibi illerde açılmış olması tesadüf olabilir mi?
Reha Çamuroğlu’nun, Bektaşiliğin “Hristiyanlığın boş inançlarını” devam ettirdiğini belirten tarihçi F.R. Hasluck için “İngiliz İstihbaratı’nda görevliydi ve tezlerini ortaya atarken siyasi amaçlar güdüyordu” demesine bakılırsa Aleviler bu konuda, haklı olarak şüpheci davranıyorlar.
Alevileri konu eden yabancı yayınlar arasından en çarpıtılmış olanı, son yıllardaki etniklik kavgasının da fitilini ateşleyen Peter Alfred Andrews’in Türkiye’de Etnik Gruplar çalışması oldu. Türkleri kendi içinde “Türk, Alevi, Sünni, Sünni Yörükler, Alevi Yörükler, Tahtacılar, Abdallar, Azeriler, Kırgızlar, Kazaklar, Sünni Kürtler, Alevi Kürtler…” diye ayıran Andrews, her bir Türk boyunun ayrı bir etnik kimlik olduğunu savunacak kadar ileri giderek, Erdoğan gibi “mozaiğin parça sayısını zenginleştirme!” çabasındaki siyasilere de ilham kaynağı oldu.
Osmanlılar dönemindekilerden sonra, “ikinci dalga” olarak karşımıza çıkan yabancı “Alevilik uzmanları”nın Türkiye’ye geliş tarihinin, ABD’nin “Barış Gönüllüleri” adıyla sofralarımıza kadar oturtmayı başardığı “misyonerleriyle” aynı tarihe rastlaması ve Alevililerin hafızasındaki en derin yaraların da onların mesken tuttuğu Maraş, Çorum gibi illerde açılmış olması tesadüf olabilir mi?
Reha Çamuroğlu’nun, Bektaşiliğin “Hristiyanlığın boş inançlarını” devam ettirdiğini belirten tarihçi F.R. Hasluck için “İngiliz İstihbaratı’nda görevliydi ve tezlerini ortaya atarken siyasi amaçlar güdüyordu” demesine bakılırsa Aleviler bu konuda, haklı olarak şüpheci davranıyorlar.
Alevileri konu eden yabancı yayınlar arasından en çarpıtılmış olanı, son yıllardaki etniklik kavgasının da fitilini ateşleyen Peter Alfred Andrews’in Türkiye’de Etnik Gruplar çalışması oldu. Türkleri kendi içinde “Türk, Alevi, Sünni, Sünni Yörükler, Alevi Yörükler, Tahtacılar, Abdallar, Azeriler, Kırgızlar, Kazaklar, Sünni Kürtler, Alevi Kürtler…” diye ayıran Andrews, her bir Türk boyunun ayrı bir etnik kimlik olduğunu savunacak kadar ileri giderek, Erdoğan gibi “mozaiğin parça sayısını zenginleştirme!” çabasındaki siyasilere de ilham kaynağı oldu.
Uyur idik uyardılar
Alevilik, özellikle etnik şifreleri konusunda çalışan yabancı akademisyenlerin en tanınmışı, önceki bölümlerde de yer yer alıntılar yaptığımız “Rus ve Azeri asıllı Fransız Türkolog(!)” Irene Melikoff oldu. Bakü Devlet Üniversitesi ve Selçuk Üniversitesi’nin fahri doktora verdiği Melikoff uzun süre Strasburg Üniversitesi Türk Dilleri Enstitüsü’nün yöneticiliğini yaptı.
1969 yılından 2009’daki ölümüne kadar Alevilik ve Bektaşilik üzerine çalışan Melikoff, Umur Paşa Destanı, Melik Danişmend, Ebu Müslim Horasani, Türk Sufizminin İzinde, Uyur İdik Uyardılar, Efsaneden Gerçeğe Hacı Bektaş ve Kırklar Sofrası gibi çok sayıda Türkçe eser verdi.
Bektaşiliği “Türk halk dini” olarak tanımlayan Melikoff’un Selçuklular döneminde “İslam’a girmiş, Müslüman olmuş, kültürü İranlaşmış kentli Türk”e Müslüman, “yeterince Müslümanlaşmamış(!), göçer ya da yarı göçerler”e ise Türk dendiği yönündeki tespiti önemlidir.
Sonraki dönem saray tarihçilerinin “hakaretamiz” sıfatlarla anışına bakılırsa durum Osmanlı’da da değişmedi ve “Türk”, bir “aşağılama, dışlama, kötüleme” ifadesi olarak kullanıldı.
İlk Safeviler’in taraftarlarının adı olan, fakat giderek horlayıcı ’asi zındık’, hatta ’Kürt’ anlamlarına gelmeye başlayan Kızılbaş deyiminin yerini, sonradan Alevi sözünün aldığını ifade eden Melikoff “Aleviler’in büyük bölümü Türk olduğu halde, günümüzde Alevi deyimi de aynı anlama doğru çekilmektedir” der.
Alevilik, özellikle etnik şifreleri konusunda çalışan yabancı akademisyenlerin en tanınmışı, önceki bölümlerde de yer yer alıntılar yaptığımız “Rus ve Azeri asıllı Fransız Türkolog(!)” Irene Melikoff oldu. Bakü Devlet Üniversitesi ve Selçuk Üniversitesi’nin fahri doktora verdiği Melikoff uzun süre Strasburg Üniversitesi Türk Dilleri Enstitüsü’nün yöneticiliğini yaptı.
1969 yılından 2009’daki ölümüne kadar Alevilik ve Bektaşilik üzerine çalışan Melikoff, Umur Paşa Destanı, Melik Danişmend, Ebu Müslim Horasani, Türk Sufizminin İzinde, Uyur İdik Uyardılar, Efsaneden Gerçeğe Hacı Bektaş ve Kırklar Sofrası gibi çok sayıda Türkçe eser verdi.
Bektaşiliği “Türk halk dini” olarak tanımlayan Melikoff’un Selçuklular döneminde “İslam’a girmiş, Müslüman olmuş, kültürü İranlaşmış kentli Türk”e Müslüman, “yeterince Müslümanlaşmamış(!), göçer ya da yarı göçerler”e ise Türk dendiği yönündeki tespiti önemlidir.
Sonraki dönem saray tarihçilerinin “hakaretamiz” sıfatlarla anışına bakılırsa durum Osmanlı’da da değişmedi ve “Türk”, bir “aşağılama, dışlama, kötüleme” ifadesi olarak kullanıldı.
İlk Safeviler’in taraftarlarının adı olan, fakat giderek horlayıcı ’asi zındık’, hatta ’Kürt’ anlamlarına gelmeye başlayan Kızılbaş deyiminin yerini, sonradan Alevi sözünün aldığını ifade eden Melikoff “Aleviler’in büyük bölümü Türk olduğu halde, günümüzde Alevi deyimi de aynı anlama doğru çekilmektedir” der.
“Kürt Aleviliği”ni inceledi
Kürtler üzerine “ilan edilen” ilk saha çalışmalarını yapan isim Hollandalı araştırmacı Martin Van Bruinessen’in “Kürt Aleviliği”ni incelemek üzere çıktığı yol da onu “ister istemez” Türk inanç ve ritüellerine çıkardı. Bruinessen “Kürtçe konuşan Aleviler”in aşiret adlarının ve ritüel dillerinin Türkçe olması karşısında “muğlak kimlik” gibi bir tanım geliştirmeyi denedi.
Çalışmasında Jandarma Genel Komutanlığı tarafından hazırlanan bir rapora değinen Bruinessen, “Zaza Aleviler’in mezhep ve ibadet dilinin Türkçe olduğu, ayinlere iştirak edenlerin Türkçe konuşmak mecburiyetinde oldukları” bilgilerini aktardı. Söz konusu rapora göre “Türklük’ten pek de uzaklaşmamış Dersim Alevileri arasında Türkçe meram anlatmak mümkünken, 10 yaşından küçük çocuklarla Türkçe konuşmak imkanı ortadan kalkmak üzeredir ve bu netice Dersim Alevi Türkleri’nin benliklerini kaybetmelerine ve günün birinde Türk dili ile konuşana tesadüf edilememesine” neden olabilir. Günümüzde karşımıza çıkan fotoğraf, bu kaygıların yok yere olmadığını göstermiyor mu?
Dersim konusunda Başbakanlık arşiv belgelerinde çalışan Cevdet Türkay’ın tespitlerini de dikkate alan Bruınessen, Türkay’ın “Konar- göçer Türkmen Erkadi taifesinden”, göçmen Türkmen Kürtler “, yani Kürtleşmiş Türkler” olarak bahsedildiği , Dersimlilerin de Kürtleştirilmiş (ya da Zazalaştırılmış) Kızılbaş Türk aşiretleri olduğu“ tezine destek verir.
Kürtler üzerine “ilan edilen” ilk saha çalışmalarını yapan isim Hollandalı araştırmacı Martin Van Bruinessen’in “Kürt Aleviliği”ni incelemek üzere çıktığı yol da onu “ister istemez” Türk inanç ve ritüellerine çıkardı. Bruinessen “Kürtçe konuşan Aleviler”in aşiret adlarının ve ritüel dillerinin Türkçe olması karşısında “muğlak kimlik” gibi bir tanım geliştirmeyi denedi.
Çalışmasında Jandarma Genel Komutanlığı tarafından hazırlanan bir rapora değinen Bruinessen, “Zaza Aleviler’in mezhep ve ibadet dilinin Türkçe olduğu, ayinlere iştirak edenlerin Türkçe konuşmak mecburiyetinde oldukları” bilgilerini aktardı. Söz konusu rapora göre “Türklük’ten pek de uzaklaşmamış Dersim Alevileri arasında Türkçe meram anlatmak mümkünken, 10 yaşından küçük çocuklarla Türkçe konuşmak imkanı ortadan kalkmak üzeredir ve bu netice Dersim Alevi Türkleri’nin benliklerini kaybetmelerine ve günün birinde Türk dili ile konuşana tesadüf edilememesine” neden olabilir. Günümüzde karşımıza çıkan fotoğraf, bu kaygıların yok yere olmadığını göstermiyor mu?
Dersim konusunda Başbakanlık arşiv belgelerinde çalışan Cevdet Türkay’ın tespitlerini de dikkate alan Bruınessen, Türkay’ın “Konar- göçer Türkmen Erkadi taifesinden”, göçmen Türkmen Kürtler “, yani Kürtleşmiş Türkler” olarak bahsedildiği , Dersimlilerin de Kürtleştirilmiş (ya da Zazalaştırılmış) Kızılbaş Türk aşiretleri olduğu“ tezine destek verir.
Horasanlı aşiretler
Yine Bruinessen’in gündeme getirdiği 1930’lara tarihlenen bir istihbarat raporuna göre ”Pülümür bölgesindeki yaşlı erkekler hala Celalettin Harzemşah’a dair efsaneleri hatırlarlar. Büyük Baba Dağı O’nun mezarı olarak sayılır.”
“Şeyhhasan aşiretinin aslen Horasan’dan olduğu ve Dersim’e yakın zamanda Malatya yakınındaki Alacadağ bölgesinden geldiği” bilgisini de değerlendiren Bruinessen, Dersim’de Zazaca konuşan Şeyhhasan aşiretinin Malatya’daki köyünde Zazaca konuşan bir tek kişinin olmamasının Zazaca’nın sonradan öğrenildiğini kanıtladığını savunur.
“Yalnızca Şeyhhasan değil, ama bazı başka Dersim aşiretleri”nin de Horasan’dan geldiğinden bahseder ki bunlar İzol, Hormek ve Şadi’dir. Ona göre Bingöl, Muş, Varto’da yaşayan çoğu Hormek, Lolan ve Balaban aşiretine mensup Aleviler “Kendilerini Kürt addetmeye daha az meyillidirler.”
Kaldı ki bu aşiretler Şeyh Sait isyanına katılan Kürtlere karşı çıkarak Mustafa Kemal’e destek vermişlerdir.
Yine Bruinessen’in gündeme getirdiği 1930’lara tarihlenen bir istihbarat raporuna göre ”Pülümür bölgesindeki yaşlı erkekler hala Celalettin Harzemşah’a dair efsaneleri hatırlarlar. Büyük Baba Dağı O’nun mezarı olarak sayılır.”
“Şeyhhasan aşiretinin aslen Horasan’dan olduğu ve Dersim’e yakın zamanda Malatya yakınındaki Alacadağ bölgesinden geldiği” bilgisini de değerlendiren Bruinessen, Dersim’de Zazaca konuşan Şeyhhasan aşiretinin Malatya’daki köyünde Zazaca konuşan bir tek kişinin olmamasının Zazaca’nın sonradan öğrenildiğini kanıtladığını savunur.
“Yalnızca Şeyhhasan değil, ama bazı başka Dersim aşiretleri”nin de Horasan’dan geldiğinden bahseder ki bunlar İzol, Hormek ve Şadi’dir. Ona göre Bingöl, Muş, Varto’da yaşayan çoğu Hormek, Lolan ve Balaban aşiretine mensup Aleviler “Kendilerini Kürt addetmeye daha az meyillidirler.”
Kaldı ki bu aşiretler Şeyh Sait isyanına katılan Kürtlere karşı çıkarak Mustafa Kemal’e destek vermişlerdir.
Kafatası ölçümü yaptı
Luschan, 1890’da Zincirli Göyük’te kazı yapan Alman bilim kurulunda görevliydi.
1880 – 84 yılları arasında Balkanlar’ı, Türkiye’yi ve Kuzey Afrika’yı dolaşan Felix Von Luschan, Tahtacılar ve Bektaşiler ile Erzincan, Diyarbakır, Tunceli, Elazığ gibi kentlerde yaşayan Aleviler üzerinde araştırmalarda bulundu.
Luschan, 1890’da Zincirli Göyük’te kazı yapan Alman bilim kurulunda görevliydi.
1880 – 84 yılları arasında Balkanlar’ı, Türkiye’yi ve Kuzey Afrika’yı dolaşan Felix Von Luschan, Tahtacılar ve Bektaşiler ile Erzincan, Diyarbakır, Tunceli, Elazığ gibi kentlerde yaşayan Aleviler üzerinde araştırmalarda bulundu.
Karakteristikleri değişmedi
Antropolog olan Luschan, buralarda yaptığı kafatası ölçümlerinin sonucunu şöyle nakletti:
“Tüm bu Alevi ve Bektaşi gruplar kısa kafalı (brakisefal), Arap ve Kürt gruplar ise Dolikosefaldir. Ayrıca Aleviler dinlerini korumuşlar, bu yüzden yabancılarla dış evlilikten kaçınmış, böylece de eski karaktersitik özeliklerini korumuşlardır.”
Antropolog olan Luschan, buralarda yaptığı kafatası ölçümlerinin sonucunu şöyle nakletti:
“Tüm bu Alevi ve Bektaşi gruplar kısa kafalı (brakisefal), Arap ve Kürt gruplar ise Dolikosefaldir. Ayrıca Aleviler dinlerini korumuşlar, bu yüzden yabancılarla dış evlilikten kaçınmış, böylece de eski karaktersitik özeliklerini korumuşlardır.”
Hükümete bağlılıkgösteriyorlardı
Osmanlı dönemi “Anadolu gezginleri”nden biri de Alman Feldmareşal Moltke’tur. Gözlemlerini Türkiye Mektupları adıyla yayımlayan Moltke Pazarcık’ı şöyle anlatır: “Pazarcık Ovası’nı geçtik. Bu ovada üç Türkmen kabilesi: Atmalı, Kılıçlı, Sinimili’ler konaklamıştı. Bu üç kabile halkı 2000 çadırda oturuyordu. Reşit Paşa, en nüfuzlu Kürt beylerinin akıllarını başlarına getirdikten sonra bu Türkmenler de hükümete karşı olan sevgi ve bağlılıklarını ilan etmişlerdi ve 400 kese akçelik (20.000 florin) bir salyana (yani vergi) ödüyorlardı.”
Osmanlı dönemi “Anadolu gezginleri”nden biri de Alman Feldmareşal Moltke’tur. Gözlemlerini Türkiye Mektupları adıyla yayımlayan Moltke Pazarcık’ı şöyle anlatır: “Pazarcık Ovası’nı geçtik. Bu ovada üç Türkmen kabilesi: Atmalı, Kılıçlı, Sinimili’ler konaklamıştı. Bu üç kabile halkı 2000 çadırda oturuyordu. Reşit Paşa, en nüfuzlu Kürt beylerinin akıllarını başlarına getirdikten sonra bu Türkmenler de hükümete karşı olan sevgi ve bağlılıklarını ilan etmişlerdi ve 400 kese akçelik (20.000 florin) bir salyana (yani vergi) ödüyorlardı.”
0 Yorumlar