Bir insan adını neden değiştirir?
Said-i Kürdi’nin Kürtlerin anadilinde eğitime izin vermesi ve özerk Kürdistan kurulması için II. Abdülhamid’e bir mektup yazar. Derhal tutuklanır. Tutarsız ve dengesiz davranışları yüzünden tımarhaneye kapatılır. Said-i Kürdi bütün 1907 senesini tımarhanede geçirir.
Nurculuk Türkiye’deki en köklü Kürt akımlarından biridir. Ve bu akım kendini gizlemek, mütedeyyin Türk insanlarını kandırmak için en sinsi oyunları başarıyla kullanmıştır.
Hakkında binlerce keramet ve kutsallık öyküsü anlatılan Said-i Nursi isimli bir garip adama hayranlık duyan, Kuran-ı Kerim yerine onun anlamsız risalelerini okuyan, Hz. Muhammed yerine bu deliyi adeta peygamber, mehdi gibi görüp takip eden binlerce yoksul Türk insanı, bu Kürtçü tarikat tarafından yıllardır sömürülmektedir.
Oysa Said-i Nursi’nin kendisi bir Müslüman veya İslamcıdan önce fanatik bir Kürtçüdür.
Ve Türk halkından bu insanın ismi bile saklanmaktadır.
Kendisinin asıl adı Said-i Kürdi’dir.
Hayatının ilk elli yılında bu ismi kullanmış, kendini “Kürdistan’ın en büyük alimi” olarak lanse etmiştir.
Ancak 1925’teki başarısız Şeyh Sait isyanından sonra kılık değiştiren Said-i Kürdi, bu ismini kullanmayı bırakmış, yerine Said-i Nursi ismini tercih etmiştir.
Aslında bu tavır bile Nurculuk-Fethullahçılık akımının sinsi taktiklerini anlamak için yeterlidir. Said-i Kürdi’nin kendisi ve taraftarları onun hayatını üçe bölmektedir: Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said.
Bu kişilik bölünmesinin nedeni bir bukalemun gibi kılık değiştirme ve Kürtçülük davasını sinsice yürütebilme çabasıdır.
Eski Said, II. Meşrutiyet’ten 1925’e kadar “bağımsız Kürdistan” için mücadele eden mürteci ve bölücü bir kişinin İstanbul ve Güneydoğu’daki faaliyetlerini kapsamaktadır.
Sonunda karşısında devrimci Cumhuriyet’in çelik iradesini bulan Eski Said kılık değiştirir. Başlangıçta destek verdiği Şeyh Sait isyanına son anda katılmaz.
Yani “büyük biraderim” dediği Şeyh Sait’i de satar!
Böylece postu kurtarır.
Bundan sonra Burdur, Isparta, Afyon’da Türk köylülerini kandıracak Yeni Said karşımıza çıkacaktır.
İsmi de artık Said-i Nursi’dir.
En sonunda Menderes’in keşfetmesiyle anti-komünist, Amerikancı ve yobaz kışkırtıcı olarak Üçüncü Said karşımıza çıkacaktır.
Fethullah’ın öyküsü de farklı mıdır ki?
Bu Kürtçü akımın asla değişmeyen bir yanı varsa, o da çok sinsi ama derinden akan bir Türk düşmanlığıdır.
Türk Ordusu’na, Türk’ün Ata’sına ve Türk Cumhuriyeti’ne karşı kinleri asla bitmez.
Bugün artık açıkça PKK ile işbirliği içindeler. Yani sonunda100 yıl önceki asıllarına döndüler.
Tımarhanelik bir Kürt ayrılıkçısı
Eski Said olarak adlandırılan Said-i Kürdi’nin ilk önemli siyasi faaliyeti II. Meşrutiyet öncesi dönemin padişahı II. Abdülhamit’e yazdığı mektuptur.
Bu mektupta “Kürdistan” diye bahsedilen Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Kürtçe eğitimin şart kılınması istenmekte ve “Kürdistan” için bir nevi bölgesel özerklik istenmektedir.
Okullarda eğitim Kürtçe bilen Kürt öğretmenler tarafından yapılacak, Arapça mecburi ikinci dil, Türkçe ise ek dil olarak öğretilecektir.
Said-i Kürdi bu düşüncelerini Meşrutiyet’ten sonra da defalarca tekrar etmiştir:
“Fünun-u cedideyi, Ulûm-u medaris ile mezc ve derc; lisan-ı Arabi vacib, Kürdi caiz, Türkî lazım kılmak…”
Abdülhamit, bu garip adamı derhal tutuklatır. Ancak mahkemede çok tutarsız ve dengesiz davranışlar sergileyen Said’i heyet mahkûm etmez.
Akıl sağlığından şüphe edildiği için tımarhaneye kapatılır.
Nasıl etmesinler?
Said-i Kürdi kendini kendine Bediüzzaman yani “zamanının en ileri, en güzeli” ismini takmıştır.
1907 yılını tımarhanede geçiren Said belki de hapsedilmemek için mahkemede deli numarası yapmıştır. Çünkü sürekli isyanlara karışıp, ayaklanmaları kışkırtıp sonra da mahkemelerden sıyırmak onun bir numaralı becerisidir.
Kendisi tımarhaneye kapatılmasını iftiharla savunduğu Kürtlük adına katlandığı büyük bir fedakârlık olarak açıklamaktadır:
“Cesaret, sadakat ve diyanetin unvanı olan tabii Kürtlükle iftihar ediyorum. Nasıl ki zaman-ı İstibdad’da bu tabii Kürtlük için tımarhaneye düştüm…
“Ey Kürtler! Tımarhaneyi kabul ettim, Kürtlüğü lekedar etmemek için irade-i padişahı ve maaş ve ihsan-ı şahaneyi kabul etmedim.”
Said’e göre güya Abdülhamit hatasını anlamış, onu tımarhaneden çıkarmış ve büyük görevler vaat ederek Doğuya göndermek istemiş.
Ama Said Kürtlüğü lekelememek için bunu kabul etmemiş.
Zaten Said-i Kürdi’ye göre birileri hep ona çok yüksek görevler veriyor. O da hep reddediyor.
Ama bunu bir tek kendisi biliyor!
Burada aslında Şeriatçıların da önünde bir ayrım vardır. Yıllarca idol olarak savundukları iki kişilik Abdülhamit ve Said-i Kürdi karşı karşıyadır. Kürt-İslamcı Said, Abdülhamit’in verdiği görevi kabul etmeyi Kürtlüğe bir ihanet olarak görmektedir.
Demek ki bir Kürt için Kürtçülük İslamcılığın ve Osmanlıcığın önüne geçmektedir.
Oysa bizim saf Türk hâlâ Nurculukta diretmektedir…
Osmanlı tarihinde ilk “Kürtçe” yazı
Tımarhaneden çıktıktan sonra Said-i Kürdi’nin Kürtçülük faaliyetleri kaldığı yerden devam ediyor.
Kısa süre sonra II. Meşrutiyet ilan ediliyor. Kürt ayrılıkçıları tıpkı, Ermeni, Rum, Arap ve Arnavut ayrılıkçıları gibi harekete geçiyor. Maksat karışıklıktan yararlanıp Osmanlı’dan toprak koparmak.
Kürtçüler o dönem ilk kez gazete ve dergi çıkarmaya başlıyorlar. Said-i Kürdi bu yayınların en başta gelen yazarıdır. “Kürdistan ve Şark” dergisinin yanı sıra “Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi”nde Kürtçülüğü destekleyen yazıları çıkar.
Ve hatta kendisi Kürtçülükte o kadar ileridir ki, yoldaşlarını da geri de bırakıp, Osmanlı tarihinde ilk bozuk Farsçayla yani sözde Kürtçeyle yazıyı yazar. Mela Se’id imzalı bozuk Farsça yazı şöyle başlamaktadır:
“Ey geli Kürdan, ittifaqe quwwet, ittihade de heyat, di biratiye de se’adet, hukûmete de selamet heye…”
Yani “ey Kürt halkı ittifakta kuvvet, ittihatta hayat, uhuvette saadet, itaa-yı hükümette selamet vardır.”
Said-i Kürdi Kürtçülükte ilklerin adamıdır.
İlk “Kürtçe” anadilde eğitim talebini öne süren kimse olduğu gibi Osmanlı yazınında bir dergide ilk “Kürtçe” yazıyı yazan da odur.
Kürt Teavün ve Terakki gazetesinde Said-i Kürdi “Kürtler için ne gereklidir?” başlıklı bir yazı kaleme alıyor ve şöyle diyordu:
“Kürtlerin kaderini garantileyecek şu iki fikirden başka hiçbir şey bulamıyorum:
1- Ulusal birlik,
2- Dini bilim ile birlikte asgari uygarlık düzeyine ulaşmak için teknik sanatları öğrenmek ve ileri götürmek…
Kürdistan’ın özgürleşmesi için büyük bir askeri gücün oluşturulması gerekir…”
Böylelikle bugün PKK tarafından dillendirilen Kürt özerkliği iddiaları daha 100 yıl önce Said-i Kürdi tarafından dile getiriliyordu.
İngiliz uşaklarının mürteci isyanı
II. Meşrutiyet’in hemen ertesinde Said-i Kürdi İngiliz ajanı Derviş Vahdeti’yle birlikte Volkan isimli gerici bir gazete çıkarmaya başladı.
Bu ikilinin faaliyeti tam bir dış istihbarat operasyonuydu. Meşrutiyet’ten sonra idarede güçlenen Almancı akıma karşı İngiliz Büyükelçiliği gericileri örgütlüyor ve bir karşı devrim tezgâhlıyordu.
Volkan gazetesi hem Şeriatı hem de Kürtlere, Araplara, Arnavutlara özerlik düşüncesini temel alan adem-i merkeziyet düşüncesini temel alıyordu.
Said-i Kürdi ve Derviş Vahdeti birlikte İttihad-ı Muhammedi Fırkası’nı kurdular.
Kısa süre sonra tarihe 31 Mart vakası olarak geçen kanlı irtica olayı gerçekleşti.
Atatürk’ün kurmaylığını yaptığı Hareket Ordusu bu isyanı bastırdı.
Mahkemede Said-i Kürdi’nin savunması yine aynıydı. Aslında kendisi isyanı yatıştırmaya çalışmış, ayaklanmaya karşı çıkmıştı.
Daha sonra karıştığı bütün Kürt isyanlarında da aynı tezi yineleyecekti.
Şüpheli bir esaret
Bundan sonra Said-i Kürdi’nin hayatında daha da şüpheli bir dönem başlayacaktır.
Bir iddiaya göre 1913’te Said-i Kürdi Teşkilat-ı Mahsusa’ya girecektir. Birinci Dünya Savaşı’nda Bitlis’in savunmasında milis kuvvetlerde görev alacak ve esir düşecektir.
Nurcular eskiden Said-i Nursi’yi kahraman ilan etmek için bu hikâyeyi ballandıra ballandıra anlatmaktaydı. Ancak nasıl Said-i Kürdi’nin hayatı üçe bölünüp kişiliği sürekli dönüşmekteyse, hakkındaki masallar da sürekli değişmektedir.
Artık Ergenekon vardır. Ergenekon da aslında Teşkilat-ı Mahsusa’nın devamıdır.
Dolayısıyla bir zamanlar Said-i Kürdi’yi kahraman yapmak için Teşkilat-ı Mahsusa’ya üye gösteren Nurcular, şimdi asla böyle bir üyelik olmadığını, Said-i Kürdi’nin gidip kendi kendine milis komutanlığı yaptığını ileri sürmektedir ki bu imkânsızdır.
Çünkü o dönem ya düzenli ordudasınızdır ya da milis komutanıysanız Teşkilat-ı Mahsusa’da yani dönemin MİT’inde.
Sonra 1916’da Bitlis’te Ruslara esir düşme meselesi var. Oysa Bitlis’in düşüşünde Kürt aşiretlerinin ihanetini bilinen bir gerçektir. O dönem Türk Ordusu hem Ermeni hem Kürt ihanetine rağmen Rus ordusuyla savaşıyordu.
Ve ne hikmetse Said-i Kürdi daha savaş devam ediyorken, Rusların elinden kurtuluyor, Petersburg üzerinden Berlin’e, oradan Sofya’ya, oradan da İstanbul’a 1918 Haziranında geliyor.
Oysa Rusya’daki esirlerimiz 16 Mart 1921’de imzalanan Moskova Antlaşması’na kadar orada kaldılar.
Bir tek Said-i Kürdi’nin elini kolunu sallaya sallaya Rusya’dan gelmesi “aslında hiç esir değildi ve Bitlis’te bir işbirliği mi söz konusuydu” sorusunu ister istemez akla getiriyor.
Kürt Teali Cemiyeti ve Said-i Kürdi
Kurtuluş Savaşı yıllarında Said-i Kürdi’nin Kürtçülük faaliyetleri devam eder.
Said-i Kürdi Kurtuluş Savaşı boyunca İstanbul’dan Anadolu’ya adımını atmadığı gibi, İstanbul’da işgalcilerle işbirliği yapan zararlı cemiyetlere de üye olur.
Bunlar arasında Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti, Kürdistan Teali Cemiyeti, Teali-i İslam Cemiyeti bulunmaktadır.
Bu cemiyetler İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin, İngiliz ajanı Rahip Frew ve Sait Molla’nın paravan örgütleridir. Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’da çıkan sayısız iç isyanı bu örgütler tezgâhlar.
Kürt Teali Cemiyeti Sivas Kongresi’ne karşı Binbaşı Noel ve Ali Galip ile birlikte Malatya’da bir Kürt isyanı örgütler.
Bu başarısız olunca Batı cephesinin en kanlı günlerinde Sivas’ta Koçgiri isyanını çıkarırlar.
Antep ve Urfa’daki savunmaya karşı ise Milli Aşiretinin isyanı tertiplenir.
İşte güya Kurtuluş Savaşı’na büyük desteği olan Said-i Kürdi’nin üyesi olduğu örgütlerin faaliyetleri bunlardır.
İhanet bunla da bitmeyecek Türk Ordusu Musul’a girmeyi planladığı 1925’te İngiliz ajanı Kürt Teali Cemiyeti mensupları Şeyh Sait isyanını çıkaracaktır.
Nurculara göre bunların hiçbiri tarihte yaşanmamıştır. Türk vatanseverlerini ipe gönderen Nemrut lakaplı Divan-ı Harp Başkanı Kürt Mustafa ve Kürtçü hain Mevlanzade Rıfat ile yakın dost olan Said-i Kürdi böyle bir örgüte üye olmamıştır!
Said-i Kürdi ve Atatürk
Son zamanlarda ortaya atılan iddialara göre Said-i Kürdi Kurtuluş Savaşı’na İstanbul’dan destek olmuş ve bu desteği yüzünden 9 Kasım 1922’de Ankara’ya çağrılmış. Meclis’te yaptığı konuşmayla Said-i Kürdi Türk ordularının zaferi için dua etmiş. Sonra da Atatürk ile görüşüp güya Atatürk’e nasihatler vermiş.
Eğer Said-i Kürdi’nin Ankara’ya gelmesi onun Kurtuluş Savaşı’na desteği anlamına geliyorsa beyefendi biraz gecikmiş! Çünkü bilindiği gibi Kurtuluş Savaşı 9 Eylül 1922’de Türk Ordularının İzmir’e girmesiyle sona erdi.
Dolayısıyla kahraman ordumuzun zafer için ne duaya ne de Said’in desteğine ihtiyacı kalmıştı.
Ayrıca Atatürk’ün böylesi zavallı bir meczuptan nasihat almayacağı kesindir. Nitekim Atatürk ile sözde görüşmenin tek tanığı Said-i Kürdi’nin kendisidir.
Nurcular bu görüşmeyi kanıtlayamayınca bu sefer bir mektup ortaya sürdüler. Mektup 23 Kasım 1922’de Said-i Kürdi tarafından Atatürk’e yazılmış.
Mektupta Said-i Kürdi Atatürk’e yaltaklanıyor. Onu büyük İslam fatihi ilan ediyor. Sonra da 10 tane öneri yapıyor.
Tipik Nurcu taktik…
Zaferden sonra ve yaşıyorken Atatürk’e methiyeler düzen Said-i Kürdi daha sonra risalelerinde isim vermeden O’nun için “süfyan ve deccal” ifadesi kullanacaktır.
Nurculara göre bu mektup Said’in Atatürk ile ilişkisinin kanıtıdır. İyi de bir meczup günde yüz kişiye yüz mektup yazabilir. Bu bir belge değildir ki!
Ancak Atatürk ona mektup yazsa, bu bir ilişkinin belgesi olabilir.
Kaldı ki eğer Said-i Kürdi 9 Kasım’da Atatürk ile görüştüyse ve her istediğinde O’nun odasına girip nasihat çekebiliyorsa, neden iki hafta sonra mektup yazma gereği duymuş!
Said-i Kürdi büyük bir kahramanmış!
Bu olayların tek bir kanıtı var. Tımarhanelik bir adamın anıları…
İnanan da ancak tımarhaneliktir…
Kurtuluş Savaşı’na gerçekten de destek olan din adamları elbette vardır.
Osmanlı Şeyhülislam’ı Dürrizade’nin Atatürk ve arkadaşlarını idama mahkum eden ihanet fetvasına karşı, Ankara’da Börekçi Rıfat Efendi’nin liderliğinde tam 153 müftünün imzaladığı bir karşı fetva vardır.
Yine Said-i Kürdi’nin küçümsediği Libya Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın lideri Şeyh Şunusi ve Ali Fuat Paşa’nın çabalarıyla Bursa’da din adamları toplanmış Milli Mücadele’yi destekleyen bir fetva yayınlamıştır.
Said-i Kürdi’nin bu fetvalarda tabii ki imzası yoktur!
Burada iki olasılık söz konusudur. Ya kendisi dikkate değer bir din adamı olarak görülmemiş ya da İstanbul’daki İngilizlerin kanatları altındaki rahat hayatını tehlikeye atmak istememiştir.
Aslında iki olasılık da geçerlidir. Said-i Kürdi’nin Kurtuluş Savaşı’na yararı değil sadece zararı dokunmuştur.
Kürt İsyanları, Şeyh Sait ve Said-i Kürdi
Atatürk bu meczubun Ankara’yı karıştırmasına izin vermez. Said-i Kürdi derhal Van’a postalanır.
Kendi iddiasına göre aslında Atatürk ondan yardım istemiş, Şeyh Şunusi yerine doğuda vaiz-i umumi görevini üstlenmesini istemiş, pek çok da para teklif etmiş. Ama o “ihtilal yüzünden kesilen yüz bin adamın hayatını kurtarmasını” sağlayacak bu görevi “milyonlarca vatandaşa uhrevi hayatı kazandıracak Risale-i Nur” yazımı için reddetmiş.
Tabii ki Atatürk’ün bu teklifi yine bir tek Said’in anılarında geçiyor.
Başka hiçbir belge veya tanık yok.
Üstelik bir de Cumhuriyet Devrimi doğuda yüz bin kişinin katili olarak karalanıyor.
Van’da da Said-i Nursi boş durmuyor. Cumhuriyet tarihinin en büyük ihaneti, Musul’u İngilizlere bıraktıran Şeyh Sait isyanının hazırlanmasına katılıyor. Şeyh Sait ile isyan için mektuplaşıyor. İsyancılardan Kör Hüseyin Paşa isyana katılmak için bizzat Said-i Kürdi ile irtibata geçiyor.
Nurcular bu konuda da tamamen ikiyüzlü davranmaktadır. İsyandan hemen sonra Türk devletine verdiği savunmada Said-i Kürdi, Kör Hüseyin Paşa’yı isyana katılmaktan vazgeçirdiğini ve isyancılara Türk askerine kılıç çekmenin İslam’a aykırı olduğunu söylediğini ileri sürmektedir.
Son günlerde yayınlanan ve Said-i Kürdi’yi Türk dostu olarak göstermek isteyen filmde de bu iddia öne sürülmektedir.
İşin ilginci Osmanlı’ya karşı 1914’te gerçekleşen Bitlis’teki Kürt isyanının liderleri de güya gelip Said-i Kürdi’den destek ve onay istemiş, o ise onlara “Osmanlı’ya karşı isyan günahtır” demiştir.
Ne hikmetse bölgede çıkan tüm Kürt isyanlarının liderleriyle irtibat halindedir. İsyan bastırılınca da aslında kendisinin isyan etmeyin diye nasihat ettiğini öne sürmektedir.
Oysa idam tehlikesi geçtikten sonra 1960’da Şeyh Sait’in torunlarına Said-i Kürdi şunları söylemiştir:
“Kardeşim Şeyh Sait kıyama başladığı zaman Van’da mağarada idim. Kendisine bir mektup yolladım, mektubun cevabını alamadan duydum ki kardeşim Şeyh Sait yakalanmıştır. Düşündüm ki mağaradan çıksam bile bir faydam olamazdı. Sonra beni mağaradan yakalayıp sürgüne gönderdiler. Altı yıl süre ile dizlerime vurarak esef çekip memleketimizde fiili olarak yapılan mukaddes cihattan mahrum kaldım.”
Bu kanlı Kürt isyanı Said-i Kürdi’ye göre cihattır.
Hatta öyle ki Şeyh Sait’in torunu “Şeyh” Sait Fırat’a göre Said-i Kürdi aileye başvurmuş ve manevi evlatları olmuştur.
Said-i Kürdi’nin Sait Fırat’ın amcasına yazdığı mektup şu şekildedir:
“Ben Van’da iken Şeyh Said’in mektubu bana ulaştı. Beni de bu hizmete davet etti. Ben de mektubuna cevaben dedim ki bana görev ver ki ben de bu hizmete buradan katılayım. Mektubun ulaşıp ulaşmadığını bilmiyorum. Sonra Şeyh Said tutuklandı. Benim mektubumdan dolayı beni de götürürler dedim ama beni götürmediler. Bunun üzerine ağladım sızladım. Sonra istedim ki, Şeyh Said oğullarını göreyim. Bugün bana nasip oldu beni kardeş kabul etsinler. Ben bu manevi üzüntüden kurtulayım. Beni manevi evlat kabul etsinler.”
Allah güya Kürtçülerle konuşuyor
Kürtçü dayanışması deyip geçebiliriz. Ancak bu fanatik Kürtçüler kendilerini Allah’ın adeta elçisi konumuna yükseltmektedir.
Dinin ırkçılık için kullanılmasına bundan iyi bir örnek olabilir mi?
Said-i Kürdi’ye göre Allah Şeyh Sait ve Said-i Kürdi’yi görevlendirmiştir. Bunu da ilham vererek veya rüyalara girerek yapmaktadır:
“40 gün Van’da mağarada feryat figan ettim. Daha sonra bana denildi (Allah tarafından) ki ‘Kardeşin Şeyh Sait üzerine küfrü mutlak karşısında silahla cihat etmek vacip oldu. Cühl-i mutlakı kaldırmak için kalemle mücadele etmek de senin üzerine vacip oldu.’ Ben bunun üzerine kalemimle cihat ettim.”
Allah’ın vahiy yoluyla görüştüğü bir tek peygamberlerdir. İslamiyet’e göre ise son peygamber Hz. Muhammed’dir. Ancak Said-i Kürdi öylesine müfrit bir Kürt ırkçısıdır ki, İslam’ın bu en temel kuralını inkâr etmekte ve Allah’ın kendisiyle konuştuğunu iddia etmektedir.
Şeyh Sait isyanıyla ilgili yıllar sonra yapılan bu sapıkça itiraflar açıkça göstermektedir ki Said-i Kürdi bu isyanın tertibine katılmış ancak korkusundan mağaradan çıkamamıştır.
Yıllar sonra bu korkusunu meşrulaştırmak için Allah ile konuştuğunu ve Allah’ın kendisine küfür ilan ettiği Cumhuriyet’e karşı silahla değil, kalemle isyanı uygun gördüğünü ileri sürmektedir.
Ayrıca güya Şeyh Sait’in de silahla isyan edip, Türk kanına girmesi yine bizzat Allah’ın emri gereğidir.
İki Kürtçü Sait adeta Allah’ın elçileridir.
Nitekim Şeyh Said ve arkadaşları için “şehit” yakıştırmasını yapan Said-i Kürdi, Şeyh Sait’in torunu Kasım Fırat’a göre şöyle demektedir:
“Ben birader-i a’zamım, ekremim Şeyh Sait Efendi’nin hayfını (öcünü) kalemimle almıştım.”
Nur Risaleleri işte Türklüğe karşı böylesine büyük bir nefretin ürünüydü. Said-i Kürdi Türklükten intikamını kalemle alıyordu.
Oysa Isparta’da, Afyon’da, Kastamonu’da öz be öz Türk olan müritleri bu şeyhin kerametlerine inanmış, onun İslam adına savaştığını sanarak, Risalelerin binlerce kopyasını el yazısıyla çoğaltarak tüm Türkiye’ye yaymıştı.
Nurcular Kuran-ı Kerim’i bile müritlerine okutmamakta Nur Risalelerini adeta yeni bir kutsal kitap gibi bellemektedirler.
Nitekim Said-i Kürdi’ye göre Nur Risaleleri “ilham-i ilahidir.” ve “Kuran bal ise Risaleler Kuran’dan süzülmüştür.”
Ya da yine kendi ifadesiyle:
“Risale-i Nur benim şahsi malım değildir. Kur’an-ı hakim’in bu zamanda tereşşuh eden bir mucize-i maneviyesidir.”
Tüm bu ifadeler Said-i Kürdi’nin Risaleleri Müslümanların kutsal kitabı Kuran’dan üstün gördüğünü açıkça göstermektedir. Risale-i Nur adeta zamanın Kuran’ıdır.
Bununla da yetinmeyen Said-i Kürdi kendine güpegündüz peygamberlik vasıfları ve kerametleri yakıştırmaktadır.
Güya elleri kelepçeliyken namaza durur ve kelepçeler kendinden açılır.
Veya Bitlis’te herkes siperlere saklanırken, o Rus mermilerine karşı ayakta durur ama mermiler ona işlemez.
İşte bugün bile on binlerce saf Türk bu Kürtçü meczubun peşinden gitmektedir.
Nurculardan Risalelerdeki Kürtçülüğe sansür
En sinsi Kürtçü-bölücü akım olan Nurculuk ve Fethullahçılık o kadar iki yüzlüdür ki, Türkleri kandırabilmek için bizzat kendi Bediüzzaman’larının eserlerini tahrif etmekte, bu eserlerdeki Kürtçü ifadeleri sansürlemektedir.
PKK’lı Kürtçüler ise Nurcuları bu açıdan eleştirmekte, tam bir Kürtçü olan Said’in gerçek ifadelerini halktan gizledikleri için Fethullahçıları kınamaktadır.
Yine Ahmet Türk Fethullah cemaatini Kürtçülükte samimi olmamakla suçlamaktadır. Çünkü Nur Risalelerindeki “Kürt”, “Kürt halkı”, “Kürdistan” kelimeleri cemaat ve diğer Nurcular tarafından yıllarca sansür edilmiştir.
Gerçekten de Nurcular tarafından 1960 ve 1978’de basılan ve diğer basımlara kaynaklık eden Risalelerde, Said-i Kürdi’nin defalarca kullandığı “Kürdistan” kelimeleri “vilayeti Şark”, “Kürdistan Dağları” ifadesi “şark dağları”, “Kürt” kelimesi “şarklılar”, “Kürt halkı” ifadesi ise “şark halkı” olarak değiştirilmiştir.
Son yıllarda Kürtçü-Nurcu Med-Zehra çevresi bu değişiklikleri eski haline getirmek için çalışmaktadır.
Bazı Kürtçüler artık Said-i Kürdi gerçeğinin Türk milletinden gizlenmesinin değil kendi kesimlerinin motivasyonu için açığa çıkarılmasını savunmaktadır.
Fethullahçılar ise Türkleri kandırmak için hâlâ kendi “üstadlarına” sansür uygulamayı tercih etmektedir.
Örneğin Said-i Kürdi’nin Kürtleri Türk idaresine karşı ayağa kalkmaya çağıran şu ifadelerini ele alalım:
“Ey Asuriler ve Keyanilerin cihangirlik zamanında pişdar kahraman askerleri olan arslan Kürtler. Beş yüz senedir yattınız yeter. Artık uyanınız sabahtır…”
Neden beş yüz sene?
Çünkü Kürtçülere göre sözde “Kürdistan’ın” Türk hâkimiyetine geçmesi Yavuz Sultan Selim ile birliktedir ve beş yüz yıldır esaret altındadırlar.
Oysa bakın Türk milletini kandırmak isteyen Nurcular ve Fethullahçı takiyeciler bu cümleyi nasıl sansürlemektedir:
“Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin ahfâdı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim! Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız sabahtır…”
Elbette ki bu sansürlü haliyle beş yüz sene hitabı anlamsızlaşmaktadır. Oysa esas metinde Said-i Kürdi açıkça beş yüz yıldır esir olduğunu iddia ettiği Kürtlere seslenmekte ve ayaklanın demektedir.
Kuran’dan bile önemli gördükleri Nur Risalelerini böylesine sansürleyen Nurcuların tek amacı saf Türk halkını kandırabilmektir.
Onlardaki gizli ve aşırı Kürtçülük böylesine sinsi taktikleri temel almaktadır.
Kadın düşmanlığı
Said-i Kürdi’nin gizli ırkçı motivasyonunu en iyi açığa çıkaran örneklerden biri kadın düşmanlığıdır.
Said-i Kürdi hayatı boyunca evlenmemiş ve kadınlardan uzak durmuştur. Ona göre kadınlar şeytandan beterdir.
Oysa bu tavır bile çok sinsi bir ırkçılığı gizlemektedir. Said Doğu illerinde Kürt müritlerine “Hz. Muhammed gibi çok kadınla evlenin, çok çocuk yapın” derken, Batı illerindeki Türk müritlerine “beni örnek alın, kadınlardan uzak durun” demiştir.
Kadına saygı, evlenmek ve elbette ki çocuk yapmak sadece dinimizin değil, aynı zamanda Türk töresinin de bir gereğidir.
Oysa Said-i Kürdi ve şimdiki cemaatin lideri kadından kaçmaktadır. Ondan bir mikrop ve günah kaynağı gibi uzak durmaktadır. Bu bile Türk aile yapısı, Türk ahlakı ve kültürüne aykırıdır.
Ya da ırkçılıktan değil cinsel tercihlerinden dolayı böyle davranmaktadırlar…
100 yıllık garabet, meczupluk ve cinsel sakatlık bugün bize ermişliğin kerameti gibi gösterilmek istenmektedir.
Filmler yapılmakta, Kürtçü-bölücü mürteciler Türk dostu gibi gösterilmekte, Atatürk gibi kahramanlar karalanırken, hainler kahramanlaştırılmaktadır.
Ve yine o sinemalara gidip, paraları bayılacak olan saf Türkler olacaktır.
Yeter artık bunca inanç sömürüsü!
Bu masum ve iyi niyetli halkın sırtından beslendiğiniz yeter!
Said-i Kürdi’den inciler
“Kürdistan’da eğitim Kürtçe bilen Kürt öğretmenler tarafından yapılmalı, Arapça mecburi ikinci dil, Türkçe ise ek dil olarak öğretilmelidir.” (II. Abdülhamit’e mektubu)
“Cesaret, sadakat ve diyanetin unvanı olan tabii Kürtlükle iftihar ediyorum.”
“Kürtlerin kaderini garantileyecek şu iki fikirden başka hiçbir şey bulamıyorum: 1- Ulusal birlik, 2- Dini bilim ile birlikte asgari uygarlık düzeyine ulaşmak için teknik sanatları öğrenmek ve ileri götürmek… Kürdistan’ın özgürleşmesi içinbüyük bir askeri gücün oluşturulması gerekir…”
“süfyan ve deccal” (Atatürk için)
“Kardeşim Şeyh Sait kıyama başladığı zaman Van’da mağarada idim. Kendisine bir mektup yolladım, mektubun cevabını alamadan duydum ki kardeşim Şeyh Sait yakalanmıştır. Düşündüm ki mağaradan çıksam bile bir faydam olamazdı. Sonra beni mağaradan yakalayıp sürgüne gönderdiler. Altı yıl süre ile dizlerime vurarak esef çekip memleketimizde fiili olarak yapılan mukaddes cihattan mahrum kaldım.”
“Ben Van’da iken Şeyh Said’in mektubu bana ulaştı. Beni de bu hizmete davet etti. Ben de mektubuna cevaben dedim ki bana görev ver ki ben de bu hizmete buradan katılayım. Mektubun ulaşıp ulaşmadığını bilmiyorum. Sonra Şeyh Said tutuklandı.
Benim mektubumdan dolayı beni de götürürler dedim ama beni götürmediler. Bunun üzerine ağladım sızladım. Sonra istedim ki, Şeyh Said oğullarını göreyim. Bugün bana nasip oldu beni kardeş kabul etsinler. Ben bu manevi üzüntüden kurtulayım.
Beni manevi evlat kabul etsinler.”
“40 gün Van’da mağarada feryat figan ettim. Daha sonra bana denildi (Allah tarafından) ki ‘Kardeşin Şeyh Sait üzerine küfrü mutlak karşısında silahla cihat etmek vacip oldu. Cühl-i mutlakı kaldırmak için kalemle mücadele etmek de senin üzerine vacip oldu.’ Ben bunun üzerine kalemimle cihat ettim.”
“Ben birader-i a’zamım, ekremim Şeyh Sait Efendi’nin hayfını (öcünü) kalemimle almıştım.”
“Ey Asuriler ve Keyanilerin cihangirlik zamanında pişdar kahraman askerleri olan arslan Kürtler. Beş yüz senedir yattınız yeter. Artık uyanınız sabahtır…”
“Ey Asuriler ve Keyanilerin cihangirlik zamanında pişdar kahraman askerleri olan arslan Kürtler. Beş yüz senedir yattınız yeter. Artık uyanınız sabahtır…”
Ali Özsoy
0 Yorumlar