Milletlerin hayatında mitolojinin çok önemli bir yeri vardır. Yetişkinler, yetişmekte olanlara millî değer ve mukaddesleri destanlarla, destanlardaki motif ve kavramlarla öğretirler.
Mesela bizim çocukluğumuzda ilk öğrendiğimiz hikâyelerden birisi, yerin demir, göğün bakır olduğu bir soğuk kış gününde karşılaşan bir kurt ile bakımlı, besili bir köpek üzerine idi. Köpek, kırda karşılaştığı açlıktan kemikleri sayılan kurt’a acıyarak bakar ve sahibinin evinde ne kadar iyi beslendiğinden söz ederek “benimle gelir, sahibimin evinde yaşarsan sen de iyi ve yeterli yiyecekle beslenirsin” der. Kurt’un dikkatini köpeğin boynundaki bir iz çeker ve sorar, “bu boynundaki iz neden oldu?”. Köpek cevap verir: “Sahibim beni geceleri, beklenmeyen ziyaretçilere karşı evinin kapısına bir zincirle bağlar. Boynumdaki iz o zincirdendir”. Bunun üzerine kurt, “Seninle yollarımız ayrılıyor” der, “Ben açlıktan ölsem de birinin kapısına zincirle bağlanmaya gelemem”.
Bozkurt, Ergenekon, Oğuz Kağan, Türeyiş destanlarımızda da kurt, Türk’ün koruyucusu, atası, anası, yol göstericisi olarak yer alan temel motiftir, var oluşu ve bağımsızlığı sembolize eder.
“Bir çift güzel kadın bacağına vatanını satabileceğini” söyleyen, “anaya karşı duyulan sevgide cinsel dürtüler ve yönelişler” arayan, destanları “uydurma efsaneler” olarak nitelendiren besleme lümpenlerin tarihî ve destanî kavramları, motifleri anlamasını ve özümsemesini beklemek elbet de mümkün değildir. Onlar, çıkarlarıyla bağlı oldukları merkez neyi emrediyorsa onu yaparlar, karşılığında da besili görünmelerini sağlayacak ödülleri alırlar. Onları tanımak çok kolaydır.(Zaten utanma duygusundan yoksun oldukları ve hiçbir mukaddesleri bulunmadığı için kendilerini gizleme ihtiyacı da duymuyorlar. Ama yine de ortak özellik ve tavırlarını göz ardı etmemekte, aramıza karışmalarını önlemek ve çok iyi niyetli insanlarımızı yanıltmalarını engellemek bakımından büyük yararlar var).
Onlar, herhangi bir bilgi ve belge ihtiyacı duymaksızın Türk Milleti’ni suçlayacak her hangi bir iddiayı peşinen kabul ederler. Mesela Türkiye Cumhuriyeti Devleti yabancı devletlerin sözde Ermeni soykırımı iddialarına karşı bütün gücüyle mücadele verirken, Onlar Ermenilerden özür dileme kampanyaları düzenlerler. Türk Milleti’nin tarihiyle yüzleşmesi gerektiğini öne sürerler. Ermeni iddialarını dillendiren bir gazeteci öldürülünce meydanlara çıkıp “hepimiz Ermeniyiz” diye bağırırlar, ama 1973-1984 döneminde Ermeni saldırganlarca katledilen çoğu diplomat 41 Türk vatandaşının ölümünü görmezden gelirler. Ermenilerin halâ Türkiye’den toprak talep etmeleri, tehcir döneminde Rus ve Fransız askeri üniformalarıyla Türk’e yaptıkları insanlık dışı saldırılar, Hocalı katliamı, Azerbaycan topraklarının % 20’sinin Ermeni işgali altında bulunması umurlarında değildir.
Onlar, son 45 günde terörist pusularıyla şehit edilen korucu, polis, asker 25 güvenlik görevlisinin kaybını dert edinmezler, hiçbir şehit cenazesinde “hepimiz Mehmetçiğiz” diye bağırmazlar ama Samsun’da PKK’nın siyasî temsilcileri tarafından “şerefsizler” diye hakaret gören vatandaşların tepkisini kınayarak Ahmet Türk’ün zedelenen burnuna ağıtlar yakarlar. Bütün bunlarla da yetinmezler, Mehmetçiğin şahsında devlete kurşun sıkanlarla şehitlerimizi kardeş ilan ederek “Durdurun bu kardeş kanını” talebiyle terörist avukatlığına soyunurlar.
Onlara göre devlet faşist, devletin kurucu kadrosunun önderi “sergüzeştçi”dir. Ordu mensupları ayırımsız “hukuk ve demokrasi düşmanı”dır. “Kışla duvarının başladığı yerde hukuk biter” sözünü slogan haline getirmişlerdir. Onlar, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’i, Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’i asan, Mustafa Muğlalı Paşa’yı cezaevinde öldüren kafa yapısının tabii mirasçılarıdır. Hepsinin gönlünde birer Nemrut/Kürt Mustafa Paşa olmak, Mustafa Kemal Paşa’yı ve arkadaşlarını gıyaben idama mahkûm etmek hevesi vardır.
0 Yorumlar