Bu okullar ABD-Türkiye işbirliğinde, ABD nin adım atmak istediği ya da kesin yerleşmek istediği yerlerde “öncü karakol” olarak görev yapmaktadır. Eğitim dilleri “İngilizce” , Türkçe “seçmeli dil” olduğu halde, “bu okullar yolu ile Türk kültürü” yayılıyor yalanı söylenmektedir. Okulların eğitim dilinin “İngilizce” olduğu MEB’nda arşivde mevcuttur. Hatta bu arşivlerde “ABD devlet görevlilerine verilen ‘Resmi Görevli-CIA’ pasaportlu” kişiler olduğu gerçeği vardır.
Laik-Antilaik çatışmanın tırmandırılarak, “İslam”a bir darbe daha vurma peşinde olan AB-D, Fetullah Gülen’e ait okulları teşvik etmekte, onun için sempozyumlar düzenlemekte, İngiliz hükümetince “İngiliz Kültürüne Katkı Ödülü” verilmekte, ABD’de “Dünya barışına hizmet” ettiğinden dolayı “Araştırma” tezleri hazırlanmaktadır.
Laik-Antilaik çatışmanın tırmandırılarak, “İslam”a bir darbe daha vurma peşinde olan AB-D, Fetullah Gülen’e ait okulları teşvik etmekte, onun için sempozyumlar düzenlemekte, İngiliz hükümetince “İngiliz Kültürüne Katkı Ödülü” verilmekte, ABD’de “Dünya barışına hizmet” ettiğinden dolayı “Araştırma” tezleri hazırlanmaktadır.
Tamamen reklama dayalı, Türk’ün vicdanını aldatmaya dönük organizasyonlarla, Türk Milletine karşı oynamaktadırlar. “Türkçe Olimpiyatı” düzenleyebilmek için, Dünyanın dört bir yanına dağılmış bu okullarda ”Türkçe Eğitim“ yapılması icap eder. “Seçmeli Türkçe” ve özel yetiştirilmiş çocuklar ile “Türkçe Olimpiyatı” yapmak, akıllıca hazırlanmış senaryonun parçasıdır.
Amerikalı görevli Graham Fuller Zaman Gazetesi ile yaptığı bir röportajda bakın neler diyor?
——————————————————————————-
Aynı gazetede yazdığım arkadaşlarıma cevap yazmak farz oldu. Bu en son yapmak istediğim hareket olmakla birlikte. Gülen hakkında (mesnetsiz) konuşmayı kul hakkı olarak gören Süleyman Özışık ve ideolojik gözlük taktığımı, inancı ağzıma yakıştıramadığım için Gülen hakkında yazdığımı ve ırkçı olduğumu ( hem de Yahudiler gibi) söyleyen Murat İlkter beylere cevap hakkım doğmuş oldu böylelikle.
Made In Fetullah Gülen hareketine karşı yazdığım her satırda, yapmam gerekeni yapıyorum. Şer odaklar hakkında yazabilmek için “davranışlarına” bakılır. “Rüşvetin belgesi mi olur” dense de, bu grubun bıraktığı izler ortadadır. Ezbere konuşmuyorum.. Bu örgütü ve benzerlerini yıllarca izleyen, İslam başta olmak üzere İslam’ın koruyucusu Türk Milletine yaptıkları tahribatı görerek susmanın bana yakışmayacağını söylüyor ve kendimi “dilsiz şeytan” olarak görmemek adına yazıyorum.
Önce birkaç kişi diyor ki, nüfusta “Fethullah Gülen” yazan birine niçin “Fetullah” diyorsunuz?
Cevap: Doğduğunda kulağına ezanla okunmuş olan adı “Fetullah” tır..
(Bu sahtekarın gerçek Nüfus müdürlüğünde kayıtlı ismi, Fetullah’tır; biz de bunu vurgulamak için sürekli FeTTullah deyip durduk. 30,01,1986 yılında İzmir Nüfus Müdürlüğünden, değişme sebebi ile aldığı 3881 kayıt no’lu kimliğinde ismi FeT-ullah’ tır. Daha sonra adına bir H harfi ekleyip, Allah’ın fetihçisi anlamına gelen Fet-H-ullah’a dönüştürerek saf insanlar üzerindeki etkisini arttırmaya çalışmıştır (Ergun Poyraz, Fetullah’ ın Gerçek Yüzü, s.26, Nisan 2000)
Fetullah müritleri yolu ile uçurulma işini de bizzat kendi yüklenmiştir:
“Birgün bu arkadaşlardan biri rüya görüyor. Hatice validemiz kapının dışında. Efendimiz de içerde oturuyor. Ders yaptığımız bu dört-beş kişiyi kastederek Hatice validemiz, efendimize: ‘Ya Resulullah’ bunlar ‘Bizden hoşnut musun Ya Resulullah’ diye soruyorlar diyor. Ve Efendimiz’den cevap geliyor: ‘Evet hoşnudum. Hele birisi, hele birisi!…’ diyor.” Dikkat edilirse, Fetullah, tevazu göstermekten de geri kalmamakta; burada sözü edilen “hele birisi”nin kendisi olduğunun anlaşılmasını okurlara bırakmaktadır” (Bizzat okuduğum F.Gülence yazıldığı iddia edilen şişirme kitaplarından birinde- Adını hatırlayamadım.)
Kul hakkı mı alıyorum?
Binlerce yıllık Türk-İslam diyarında “Müslüman”ın papaza ön yargısını yıkan ve onu savunmasız bırakan bu ekip, “Vatikan’ın üçüncü bin yılda Asya’yı “Hıristiyanlaştıralım” vizyonunun aciz kulu başlarında olmak üzere çalışmalar sürdürmektedirler. Kuran ayetlerini “Yahudiler” lehine değiştirecek kadar da acımasızdılar. “Yahudiler hakkında ki hükümlerin günümüz Yahudilerini” kapsamadığını söyleyerek, “kuran” hükmünü değiştirenler hakkında konuşanları, “kul hakkı alıyorsun” diye suçlamaya bakıyorum da, “Allah’ın kullarının aldatılmamasına vesile oluyorum.” diyorum.
Fetullah ekibini yine onların yayını Zaman gazetesinin bir haberi ile anlatalım:
“Gülen’e akademik mercek” –30.4.2001 (Ali H. Arslan-Washington)-Zaman Gazetesi
Georgetown Üniversitesi’nde 26-27 Nisan tarihlerinde yapılan ‘İslami Moderniteler: Fethullah Gülen ve Çağdaş İslam’ konulu uluslararası konferansta birbirinden ilginç tebliğler sunuldu
Gülen olgusunu farklı boyutlarıyla bilim merceği altına yatıran tebliğlerin kısa birer özeti şöyle: Vatikan Dinlerarası Diyalog Bakanı Peder Dr. Thomas Michel’in tebliğ konusu ‘Bir eğitimci olarak Fethullah Gülen’ idi.. Fethullah Gülen’in eserlerinde serd edilen eğitim prensipleri ve bunların okullarda nasıl tecessüm ettiğini anlatan Michel, Gülen’in ‘tarihsel geçmişiyle bütünleşmiş ve geleceğe zekice hazırlanan’ bir nesil yetişmesine vesile olduğunu söyledi.”
Bu yazıdan ne anlamalıyız? (Tamamına erişmek için Zaman gazetesi arşivine bu tarihe bakılabilir.)
• İslami modernite: Saptırılıp, kontrol altına alınma işlemi
• Çağdaş İslam: Siyonizmin kontrolünde ki İslam.
• Önce Işık evlerinde “Risaleler” ile amel eden ve Fetulah’ı Mehdi (Halife) gibi gören, emre amade, “Altın Nesil” olduğuna inandırılan “Sorgulama yetisinden mahrum” gençliğin yetiştirilmesi.
• Bu gençliğin, ABD’nin emri Fetullah’ın işareti ile Dünya’nın çeşitli yerlerinde “Karın tokluğuna” konuşlandırılmaları.
• Şakirtlerin “geleceğe zekice hazırlanması”
• Fetullah okullarına kabul edilen öğrencilerin “İngilizce eğitim“ ile kültürlerinden koparılması, geleceğe Batı emperyalizmi yandaşı devlet görevlisi olarak formatlanması.
Bu okullar ABD-Türkiye işbirliğinde, ABD’nin adım atmak istediği ya da kesin yerleşmek istediği yerlerde “öncü karakol” olarak görev yapmaktadır. Eğitim dilleri “İngilizce”, Türkçe ”seçmeli dil” olduğu halde, “bu okullar yolu ile Türk kültürü yayılıyor” yalanı söylenmektedir. Okulların eğitim dilinin “İngilizce” olduğu MEB’nda arşivde mevcuttur. Hatta bu arşivlerde “ABD devlet görevlilerine verilen Resmi Görevli-CIA pasaportlu” kişiler olduğu gerçeği vardır.
Laik-Anti laik çatışmanın tırmandırılarak, “İslam”a bir darbe daha vurma peşinde olan AB-D, Fetullah Gülen’e ait okulları teşvik etmekte, onun için sempozyumlar düzenlemekte, İngiliz hükümetince ”İngiliz Kültürüne Katkı Ödülü“ verilmekte, ABD de “Dünya barışına hizmet” ettiğinden dolayı “Araştırma” tezleri hazırlanmaktadır.
Tamamen reklâma dayalı, Türk’ün vicdanını aldatmaya dönük organizasyonlarla, Türk Milletine karşı oynamaktadırlar. “Türkçe Olimpiyatı” düzenleyebilmek için, Dünyanın dört bir yanına dağılmış bu okullarda ”Türkçe Eğitim“ yapılması icap eder. “Seçmeli Türkçe” ve özel yetiştirilmiş çocuklar ile “Türkçe Olimpiyatı” yapmak, akıllıca hazırlanmış senaryonun parçasıdır.
Amerikalı görevli Graham Fuller Zaman Gazetesi ile yaptığı bir röportajda bakın neler diyor?
“Batı, Fethullah Gülen gibi örnekleri görünce çok umutlanıyor. Çünkü Gülen, modern devlet ve toplumda İslam’ın nasıl bir rol oynaması konusunda geniş bir vizyonu temsil ediyor.”
Peki kim bu Graham Fuller? F.Gülen’in Müslüman yaptığı bir Amerikalı mı? ..Hayır efendim , bu kişi ünlü bir CIA görevlisidir.
Fetullah Gülen’e verilen görev ile öncelikle içinde bulunduğu toplumu arkasına alması sağlanarak, geçmişte halifeliğin Türklerde olduğu gerçeği de kullanılarak, ”Tahrif edilmiş” Kuran ile “İslam Dünyasını” kontrol altına almaktır. “Modern devlet de İslam’ın alacağı rol”ün senaryosunun ise Washington’ca yazıldığını söylemek için “kahin“ olmaya gerek yok sanırım. (Unuttukları gerçek Kuran-ı Kerim’in bizzat Allah tarafından koruma altına alındığıdır.)
“Sözde Kürdistan”da kurulan iki Gülen kolejinin eğitim dili “İngilizce”dir. Bu okulların yine ABD nin teşvik ve onayı ile kurulduğu pek tabidir. Burada ki okulların varlığını bizzat “nurcu” kanat, “barış köprüleri” kuruyoruz açıklaması ile duyurmuştur.. “Sözde Kürdistan”ın temelinde “Binlerce Türk Vatandaşının“ kanı vardır. Uluslararası arenada her cepheden sarılan Türkiye Cumhuriyetinin topraklarını bölmeye yönelik PKK hareketinin, askerlerini oluşturduğu “Israkürt” devletinde “okul kurmanın” vicdani açıklaması nedir? Binlerce askerimi şehit eden, “Kürtçü unsurun” yapılandığı K.Irak topraklarında ki “sözde devletin“ nihai hedefleri arasında “G.Doğumuz“ da var iken, hangi mantık bu okulları bana “Barış Köprüsü” olarak kabul ettirebilir?
Sovyetler Birliğinin kendi derdine düştüğü, dağılma günlerinde, Türkçesi Türk Cumhuriyetlerinden çekildiği yıllarda, ABD’nin icazeti- Türkiye’nin kefaleti ile Fetullah Gülen okulları buralarda hızlı bir şekilde açılmaya başladı. Kozadan çıkan “şakirtler” , “altın nesil” olmanın gurur ve şuuru ile ABD’ye yol açmaya gittiler.. Aynı dönemde Türkiye’de başlayan PKK terörü ile Türkiye Cumhuriyeti ve insanın dikkati, Türk Devletlerinden çekilmesi de sağlandı. Böylelikle, bağımsızlıklarına kavuşan bu devletlerdeki tek önemli yapılanma “Amerikan Kolejleri “ oldu.
Türkiye’de eğitim dilinin İngilizce olduğu “Anadolu Liseli” ve üniversiteli gençlerimizin “kendi kültürüne yabancı” olarak yetiştiği gerçeğini, aradan geçen onca zaman sonra yakın gözlemlerim neticesinde belirtiyorum. Çocuklarımızı “İngilizce eğitim“ yolu ile Türk Milletinden koparmışlardır. Anadili ile eğitim yapılmayan ülkelerin sadece “sömürgeler” olduğunu hatırlatmaya gerek var mıdır?
“Amerikan Yüzyılı” projesi sadece “Amerikalı askerle” kurulmayacaktır. Yandaş siyasetçi, medya, aydın ve cemaatler stratejik ortağın neferleri olarak yola çıkarılmıştır.
Fetullah Gülen cemaatinin yayın organı Zaman Gazetesinde on yıl başyazarlık yapan, yazdığı kitapla Gülen’i “Anadolu Müslümanı’nın lideri” konumuna yükselten Fehmi Koru’nun “Bilderberg”e katılması az mı bir iştir? Dünyayı kendi lehlerine değiştirmek isteyen “Küresel-Siyonist baronların” kontrolünde, sadece hizmetkarların çağrıldığı bir organizasyondur. Güvenlik tedbirlerinin abartılmasında “Dikkat çekme ve güç gösterisi” hâkimdir. Katılımcılara, döndüklerinde ki “görevleri” verilir. Burada konuşulanlar kesinlikle açıklanamaz. Fehmi Koru, Bilderberg’e “gazeteci” sıfatı ile değil, Gülen örgütü içindeki “etkin kişilik” olması sebebi ile çağrılmıştır.
Bilderberg’de “konuşulanları yazıyorum“ saçmalığına “uzaktan kumandalı cemaat” ve Gülen’in kimliğinden habersiz temiz Anadolu insanı inanır.
Fetullah Gülen’in “onursal başkanı” olduğu, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfınca hazırlanan, “Diyalog ve Hoşgörü” toplantıları ile sadece “Müslüman’ın” gönlüne gönderme yapılmaktadır. Dünya Barışı için yola çıktıklarını söyleyen bu grubun seyircileri sadece “Müslüman“ kitledir. “İslam”ı din olarak kabul etmeyen, Hz. Muhammed’i şair, Kuran-ı Kerim’in de onun eli ile yazıldığını söyleyen Papaz ya da Hahamlar ile neyin diyaloğu yapılmaktadır?
15-18 Nisan 2000 tarihinde Urfa ve İstanbul’da yapılan “Uluslararası Halil İbrahim Sempozyumu”nda neler yapılmıştır?
• Haham, Papaz ve hoca imal edilen “sırat köprüsün”den geçirilerek, son dinin İslam olmadığı vurgusu yapılmıştır. (Elinin beğendiğini seç göndermesi yapılmıştır. İslam gelene kadar elbette ki önceki dinler geçerlidir. İslam’ın gelmesi ile diğerlerinin geçerliliği kalktığı halde bu düzenekler ile İslam’ın aklı niçin karıştırılıyor? )
• “Ortak ata İbrahim” denilerek, Hıristiyan ve Yahudiliğinde benimsenebileceğine vurgu yapılmıştır.
• Çift dinli olunabileceğinin örneği Lester’in şahsında verilmiştir.
Avrupa’nın göbeğinde binlerce Müslüman-Boşnak’ın katliamında, Afganistan ve Irak’ta hala süren katliamlara sessiz kalışları ile destek veren Vatikan – Kudüs hattı ile neyin diyalogu yapılıyor?
Vatikan ve Yahudiler, “İslam dinini“ kabul ettiğini resmen açıklamadan yapılan bu toplantılar “misyonerlik çalışması” olmaktan öteye geçemez.
“Amerika ile iyi geçinmezseniz işinizi bozarlar. Amerika’nın bize yarım arpa kadar sadece bizim menfaatimize desteği yoktur. Buna rağmen şurada bulunmamıza izin veriyorsa, bu bizim için bir avantajsa, bu avantajı sağlıyor demektir.” (Fethullah Gülen İle New York Sohbeti- Nevval Sevindi) diyerek doğruyu söyleyen Fetullah Gülen’e niçin inanmıyorsunuz?
“Amerika şu andaki konum ve gücüyle bütün dünyaya kumanda edebilir. Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir. Amerika hala bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır.” (s.6- N.Sevindi- F.Gülen ile New York Sohbeti) diyen Gülen yalan mı söylüyor diyorsunuz? (ABD ye tam teslim olmuş görüntü çizilen bu satırların sahibi, hangi İslam için çalışır diye sormak hakkımız değil mi?)
“Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinden hiçbir is yaptırmazlar. simdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığınız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz.” (s.8- N.Sevindi- F.Gülen ile New York Sohbeti) diyen Gülen, ABD’den habersiz “yaprak dahi kımıldamaz” mesajını kendisi vermiyor mu?
Bunlar aradan çekilen ya da uydurulan sözler değildir. Kitabın tamamı okunduğunda da bu manalar çıkmaktadır.
İçinde bulunduğumuz çağı “Amerikan Yüzyılı“ yapmak için yola çıkmış, öncelikle İslam coğrafyalarında kan döken stratejik ortağın, “Müslüman Fetullah Gülen ve ekibine!” izin vermesini hangi mantık kabul edebilir? George W. Bush Müslüman mı olmuştur? Ki Fetullah ekibinin önünü açsın. K.Irak’ta “İlan edilmek“ için geri sayıma geçen, İsrail’den sonra ikinci çıbanbaşı olmaya hazırlanılan “Sözde Kürdistan”daki okulların ABD “himaye ve kontrolü” dışında olması mümkün müdür? “Normal prosedürdeki ”Türk okulunu”, normal şartlarda“ Peşmergeler ‘olası Devletlerinin’ içinde yapılandırırlar mı?
“Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli. Amerika gözardı edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkılmamalı.” (s.7- N.Sevindi- F.Gülen ile New York Sohbeti) diyen F.Gülen, icazet almadan yani ABD gerçeğini kabul etmiş, “hakiki manada inanmış!” bir insan olarak Washington’a entegre olduğunu daha nasıl açıklayacaktır?
Fetullah Gülen sadece vitrindir. Nasıl ki Türkiye’nin zengini diye geçen bir takım kişiler “Türk kimliği“ taşıyan paravanlarsa, F.Gülen’de ayni öyledir. İslami coğrafyalarda “Türk”e yakınlık duyulması (Halifelik ve adalet sebebi ile), M.Fetullah Gülen’in ABD tarafından yaratılmasına vesile olmuştur. Stratejik ortak, Gülen vesilesi ile tüm cemaati kontrol altında tutmaktadır , diyen rahmetli Hablemitoğlu’na katılıyorum.
“Yönetim sisteminde, kâinat imamından, düz müride kadar inen hiyerarşik sıralama önem taşımaktadır. ABD için hiyerarşinin sadece tepesini kontrol altında tutmak yeterlidir, çünkü cemaat disiplini nedeniyle tabanda sıkıntı yaşanmayacaktır. Oysa, ulus-devlet yapılanması içinde sömürüye dur diyenler her zaman var olacaktır, dolayısıyla da hedef ülkeye yönelik her yatırımının maliyeti ve riski yüksek olacaktır. ABD’nin tarikatlara öngördüğü modelde, önemli olan hiyerarşinin tepesinde yer alan tek karar vericiyi ve veliahtlarını-varislerini sımsıkı kontrol altında tutabilmektir. Bu modelde, hocaefendinin yanısıra, kıta imamları ülke imamları ve de az sayıdaki danışman ABD’ne (CIA) muhataptır.” ( N.Hablemitoğlu)
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı organizasyonu, ”Abant Platformları”,”Sivil inisiyatif – her görüşten insanın yer aldığı oluşum” olarak tanıtılması yalandır. Oluşumun çekirdeğinde ve yönetiminde “belli kişiler” yer alır. Değişenler sadece, adlarını kendi menfaatleri için kullandıkları, Türk Milletinin önem verdiği kişilerdir. Konuşulacak konular hatta sonuç bildirgesi önceden hazırdır. Katılımcılardan konuşup bunu sonuç bildirgesine yazdırması (amaçlanan neticenin dışında) mümkün değildir. Batı emperyalizminin Türkiye Cumhuriyetinden istediklerinin sivil inisiyatif olarak, işte halkta istiyor adı altında, “hükümetlerce” yapılamasının önünü açmaktır. Bilderberg’in yerlisidir.
Yapılan Abantlarda şimdiye kadar sonuç bildirgesine yazılanlardan örnekler, yorumlarınıza açıktır efendim:
1- Vahiy’in akla hitap etmesi gerçeğinden yola çıkılarak, İslami problemlerde “salt aklın“ kullanılabileceği, çağdaş çözümlerin bulunulabileceği, (1. Abant)
2- Atatürk’ün “Hakimiyet kayıtsız, şartsız milletindir” ifadesindeki milletin Türk Milleti değil siyasi irade olduğu kabul edilmiştir. Böylelikle bu sözün içi boşaltılmıştır. Kabul edilen bu hali ile “Türk Milletinin” Anadolu’da hakimiyeti yoktur denmektedir. (1. Abant)
3- Türk Milletince kutsal görülen “Devlet” inancı için “Kutsal devlet” yoktur, sivil inisiyatif vardır. ( 1. Abant)
4- Mevcut merkeziyetçi hantal, bürokratik yönetim yerine, yerel topululukları, il, ilçe, belde ve köy düzeyinde sisteme ortak eden, katılımcı yönetimi, üniter devlet anlayışı içinde yapılandıracak bir idari reform gerekmektedir. (3. Abant- Yerel yönetimler yolu ile öncelikle G.Doğunun fedarasyon yapısına geçişi)
5- Ülkenin sivil bir anayasaya ihtiyacı olduğu, İslam’ın demokratik-hukuk devletinin önünde bir engel olmadığı vurgulandı (3. Abant – Sivil anayasa denilen Türkiye’de yaşayan tüm kimliklerin ortaklaşa anayasası- İslam..Hangi İslam? Gülen’in başını çektiği “Kontrol altında ki İslam” modeli mi?)
6- Prof. Dr. Tunçay ve Prof. Dr. Öktem, Abant benzeri toplantıların demokratik duyarlılığı artırdığına dikkat çektiler; 4. Abant’ta anayasanın tartışılmasını önerdiler. ( 3. Abant)
7- Çoğulculuğu gözeten bir uzlaşma, toplumsal sözleşmeye dayanan yeni bir anayasada ifadesini bulmalıdır. Bu husus, toplumun farklı kesimlerinin eşitlik statüsünde bir araya gelerek…(4. Abant- Türkiye’yi Türkler kurdu diyen anayasa yerine, barış için ‘Türkiye’yi Kürt, Gürcü, Çerkez, Rum, ermeni, Yahudi, Kürt..vb etnik kökenler kurdu’ demek)
8- Uzlaşmayı hedefleyen çoğulculuk anlayışı ve farklı kimliklerin birarada yaşaması her kimliği ve kültürü zenginleştirebileceği gibi; onların etkileşimine ve değişimine de imkan sağlar.(4. Abant)
9- Modernleşme adına homojen bir toplum yaratma çabaları kabul edilemez;… Türkiye’nin, bütün vatandaşlarına ve her toplumsal kesime eşit mesafede duran, bütün farklılıkların kamusal alanda temsil edilmesini mümkün kılan bir devlet anlayışına ihtiyacı vardır..( 4. Abant)
10- Çoğulculuk ve uzlaşma ile ilgili olarak alınan bu kararların hayata geçirilebilmesi için, eğitim ve öğretim, Türkiye’nin sosyo-kültürel gerçeklikleri doğrultusunda, sivil toplum örgütlerinin katkılarıyla yeniden düzenlenmelidir.(4. Abant)
11- Küreselleşme, devletin geleneksel işlevinde bazı değişiklikler meydana getirmektedir. Ancak, ulus devletler bu süreçte temel aktörler olarak varlıklarını yeni şartlar çerçevesinde sürdüreceklerdir.(5. Abant)
12- Tarihi-kültürel değerleri, toplumsal dinamikleri ve coğrafyası dikkate alındığında, Türkiye’nin yersiz korku ve kaygılarından kaynaklanan içe kapanma eğilimlerini bir kenara bırakarak, küreselleşmeye kendinden emin olarak ve cesaretle yönelmesi ve olumlu katkılarda bulunması mümkündür..( 5. Abant)
13- Türkiye’nin küreselleşme sürecine katılmasının önemli aşamalarından birisi Avrupa Birliği’dir. Esasen bu, Türkiye’nin genel yönelimine uygun bir hedeftir. Bu süreçte, Türkiye’nin varlık ve çıkarlarını gözeten bir anlayışla üyelik için gerekli hazırlıkların yapılması uygundur.( 5. Abant)
14- Toplantının bilimsel koordinatörü Prof. Dr. Mehmet Aydın bugüne kadar tartışılan konuların hep birbirinin devamı ve tamamlayıcı nitelikte olduğunu anlattı.(5. Abant)
15- İslam’la demokrasi arasında çelişki yoktur. Küresel güvenin pekişmesi için İslam ülkelerinde demokratikleşmenin gerekliliğine inanıyoruz..(6. Abant)
16- Savaşı engellemenin ve barışı egemen kılmanın önemli bir esası barışçı bir zihniyetin yerleştirilmesi ve insanların barışa yönelik olarak eğitilmesidir… Bunun için sivil alanın genişletilmesi, sivil toplum örgütlerinin gelişimine müsait zemin oluşturulması, elitlerle toplum arasındaki iletişim sorunlarının giderilmesi gerekmektedir.(6. Abant)
17- Genellikle uluslararası düzenlerin savaşlardan sonra kurulduğu ve galiplerin kuralları koyduğu bir vakıadır. Bu kez olup-bitmiş bir savaştan sonra kurulacak düzenin yeni çatışmalara yol açmayacak esaslara dayalı olarak kurulması gerekmektedir. (6. Abant)
18- 11 Eylül sonrası, oldukça hassas hale gelen (veya getirilen) ve adeta “Müslüman paranoyası”na sevk edilen Avrupa kamuoyunda İslam’ın, barışı, sevgiyi ve hoşgörüyü emreden yönü hiç mi hiç bilinmemektedir. Bu nedenle, Johns Hopkins Üniversitesi işbirliği ile 19-20 Nisan’da Washington’da gerçekleştirilen Abant Washington Toplantısı, bu eksikliği gidermek amacıyla organize edilmiştir. ( 7. Abant)
19- Daha önce de belirttiğim gibi, Osmanlı deneyimi, sandığımızın, takdir ve/ya teslim ettiğimizin ötesinde demokrasi filizi için toprağı hazırlamıştır…. İslam ile birlikte: Modernleşme ortamında dinin mütalaa ve yorumlanmasına ilişkin diyalojik ilişki. Öyle bir diyalojik ilişki ki, modernleşmeyi hem kalıp, hem de içerik olarak etkilesin!… Son onyıllar içinde “ orta yol “ reformculuk özellikle gelişmektedir. Bu yeni oluşum, bir bakışla hem liberal ve modernisttir; fakat bir başka açıdan da kadim dinsel ılımlılığın temel dokusuna sadıktır. Evet, “ dine rağmen çağdaşlaşma“yı reddetmektedir…..Bir mütevazı uyarı yapmak istiyorum. Demokrasinin ya da kendi semavi dini değerlerimizin faziletlerinden bahsederken onları bir şekilde tekelimize alacak kıskançlıkla davranmamalıyız. Kur’an’ın “maruf“ hükmüyle yüzyıllardır öğrettiği değerler başka kültürlerin de geleneğinde ve uygulamalarında yok mudur? Bunlar sadece Hıristiyanlığa ya da Yudeo – Kretien kültüre veya İslam’a özgü (münhasır) değillerdir. Hepimize aittir…( 7. Abant- Mehmet Aydın’ın açış konuşması)
20- 7 Abant’ın ABD ye taşınması üzerine..dış politika alanında Washington’ın en prestijli mekanlarından biri olan Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası Araştırmalar Bölümü’nde (SAIS) gerçekleştirildi. Anladığımız kadarıyla SAIS bir nevi lisansüstü eğitim merkezi olup, elan dekanlığını ünlü CIA uzmanı, Japon asıllı Francis Fukuyama yapmaktadır. Kendisinden önce buranın dekanı Paul Wolfowitz…(Mehmet Durmuş)
21- Atatürk’ün ‘muasır medeniyet’ ve ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ hedeflerine kenetlenmiş, iç ve dış sorunlarını çözerek uluslararası camiayla daha fazla entegre olmuş, komşularıyla barışık, Avrupa Birliği ile bütünleşmiş, ABD ile dostluğunu pekiştirmiş, NATO’da yerini muhkemleştirmiş, demokrasi, laiklik ve İslam’ın en güzel yorumlarıyla taçlanmış bir Türkiye, medeniyetler arasında köprü kurmaya daha iyi namzet teşkil edecektir..(7. Abant-F.Gülen)
22- Abant toplantısı ve kararları bütün dünyayı ilgilendiren ABD’nin başkentini mekân olarak kullanıyor. Burada konuşulanlar bir yolunu bulup muhataplarına ulaşabilirse, global köyün bütünüyle sahipsiz olmadığını onlara hatırlatabilir… Zaten, toplantının Washington’da yapılmasıyla amaçlanan da bu. Bakalım Abant kokusu Washington’u etkisi altına alabilecek mi? (Taha Kıvanç(Fehmi Koru), 21 Nisan 2004 – Yeni Şafak)
23- “Türkiye’nin AB’ye Üyeliği Sürecinde Kültür, Kimlik ve Din” (3-4 Aralık 2004, Brüksel) Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Hüseyin Gülerce, farklı din, dil, kültür ve geleneğe sahip olmalarına rağmen Türkiye ve Avrupa’nın entegrasyonunun güzel neticeler verebileceğini kaydetti. (8. Abant)
24- Katolik Kilisesi’nin İtalya ve İspanya’nın demokratikleşmesinde önemli rol oynadığını anlattı. Broglio, “Neden Türkiye’de Müslümanlık böyle bir rol oynamasın?” sorusunu yöneltti. (8. Abant)
25- İsveç’in İstanbul Başkonsolosu İngmar Karlsson, ‘Avrupa İslamı’ kavramını ele aldı. Karlsson, İslam’ın Avrupa’nın bütünleyici bir parçası olduğunu belirterek çok yakında “Batı İslamı”ndan bahsedileceğini söyledi..(8. Abant)
26- Atatürk’ün gösterdiği “muasır medeniyet” hedefi Avrupa Birliği vesilesiyle yeni bir noktaya gelmiştir… Önceki hükümetlerle başlayan, şimdiki hükümetle zirveye ulaşan AB reformları için ilgili her kurum ve kuruluşun gösterdiği gayret takdire layıktır…(8.Abant-F.Gülen’den mesaj)
27- 9. Abant Toplantısı: “Eğitimde Yeni Arayışlar” (1-3 Temmuz, Erzurum) eğitimle “Dünya vatandaşı” yetiştirilmelidir.. Eğitimin bu yeni hedefi için, eğitim kurumları yeniden yapılandırılmalıdır denmektedir.
28- Evrensel barış için Türkiye’de bulunan; Gürcü, Kürt, Rum, Ermeni, Çerkez, Boşnak vb..ların eğitimi önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
29- Çoğulculuğu kabul etmiş, içinde ki toplumluklara yönelik, sosyolojik verilerine bakarak oluşturulan eğitimle bölge dünya barışına katkıda bulunmak gerekir. Bölge barışına katkıda bulunmak için İsrail politikalarını da kabul ederek, ayni zamanda dünya barışına katkı sağlanmalıdır. (9. Abant)
30- Eğitim merkezden değil, her grubun kendi inisiyatifi doğrultusunda olmalıdır. Türkiye milli devlet değil ve milli eğitim değil, yöresel, kendi inisiyatiflerinde eğitim gerçekleştirilmelidir. Bunun içinde bir an önce yerel yönetim yasası çıkmalıdır.(9. Abant)
31- Eğitim temel bir haktır. Bu hak kılık, kıyafet, etnik, dinsel, cinsel vb. gerekçelerle engellenmemeli; toplumsal, kültürel eşitsizlikler giderilmeli ve diğer halkların anadil de eğitimleri başlatılmalıdır.(9. Abant)
32- Yurt dışındaki Türk okullarının Türkçenin ve Türk kültürünün yaygınlaştırılması konusundaki başarılı deneyimlerinden istifade edilmelidir. (Türkiye Cumhuriyeti’nin yurt dışındaki okulları hangisidir? Bahsedilen okullar Fetullah Gülen’in okullarıdır. Toplantıda Millî Eğitim Bakanı H.Hüseyin Çelik’te vardır.) (9. Abant)
Amerikan Yüzyılı için yola çıkmış “İnançlı” görünümleri ile bu müfreze, “Türkiye, Türk Milleti” ya da daha genel anlamı ile “İslam alemi” için mi çalışmaktadır?
“Abant Platformu, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Düşünce Kuruluşudur.” Şeklindeki ifadeye ve Dinlerarası diyalog çalışmaları için kullanılan paranın büyük kısmının Amerikan Ulusal Demokrasi Fonu (NED) tarafından finanse edilmesine bakarak, buradaki sonuçlarında stratejik ortak tarafından kaleme alındığını söyleyebilir miyiz?
Son olarak, Gülen Cemaatini yine kendilerinden dinleyelim diyorum:
“Fethullah Gülen sürekli olarak diyalogdan ve hoşgörüden söz ediyor. Bence bu kavramların, görünenin ötesinde anlamları var. Mesela şöyle: Gerçek dünyada diyalogun karşılığı “pazarlık”, hoşgörünün karşılığı ise “centilmence rekabet”tir. (İlk buluştuklarında Fener Rum Patriği Bartholomeos’un Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun açılması için Gülen’den destek istediğinde, Gülen’in Selanik’te bir Atatürk Lisesi açılmasını tavsiye etmesi, Gülen’in gerçekçi ve yaman bir pazarlıkçı olduğunu gösterir.) Ayrıca içine kapanık Müslümanları, küreselleşen dünyada Hıristiyanlarla “dinî rekabete açmıştır.“ (Hüseyin Gülerce, Zaman, 07.01.2005-Yükselen Değer “ Gülen Hareketi”)
Şimdi sözü tekrar ben alayım:
Bu söylem, yaman pazarlık mıdır, emperyalizme teslimin kamuoyunca yadırganmasının önüne geçme operasyonu mudur?
Ruhban Okulu, 1971’de ‘Özel Yüksekokulları Kapatan Kanun’un yürürlüğe girmesiyle kapanmıştır. Devletin denetiminde olmak şartı ile Özel okulların açılması gündeme geldiğinde, Patrikhane “Devlet kontrollü eğitimi” kabul etmemiştir. İstedikleri, “Vatikanvari” devlet içinde devlet olmak projesini hayata geçirmektir. “(N.Kavcar–Heybeliada Ruhban MYO- 4 Aralık 2005)
Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz .
Geçmişte ve günümüzde yapılanlar ortadadır. Bu sebepten cemaatin tamamına “Fetullah Gülen hareketi” değil, “Fetullah Gülen Harekatı” demek daha yerinde olur düşüncesindeyim.
——————————————————————————-
Aynı gazetede yazdığım arkadaşlarıma cevap yazmak farz oldu. Bu en son yapmak istediğim hareket olmakla birlikte. Gülen hakkında (mesnetsiz) konuşmayı kul hakkı olarak gören Süleyman Özışık ve ideolojik gözlük taktığımı, inancı ağzıma yakıştıramadığım için Gülen hakkında yazdığımı ve ırkçı olduğumu ( hem de Yahudiler gibi) söyleyen Murat İlkter beylere cevap hakkım doğmuş oldu böylelikle.
Made In Fetullah Gülen hareketine karşı yazdığım her satırda, yapmam gerekeni yapıyorum. Şer odaklar hakkında yazabilmek için “davranışlarına” bakılır. “Rüşvetin belgesi mi olur” dense de, bu grubun bıraktığı izler ortadadır. Ezbere konuşmuyorum.. Bu örgütü ve benzerlerini yıllarca izleyen, İslam başta olmak üzere İslam’ın koruyucusu Türk Milletine yaptıkları tahribatı görerek susmanın bana yakışmayacağını söylüyor ve kendimi “dilsiz şeytan” olarak görmemek adına yazıyorum.
Önce birkaç kişi diyor ki, nüfusta “Fethullah Gülen” yazan birine niçin “Fetullah” diyorsunuz?
Cevap: Doğduğunda kulağına ezanla okunmuş olan adı “Fetullah” tır..
(Bu sahtekarın gerçek Nüfus müdürlüğünde kayıtlı ismi, Fetullah’tır; biz de bunu vurgulamak için sürekli FeTTullah deyip durduk. 30,01,1986 yılında İzmir Nüfus Müdürlüğünden, değişme sebebi ile aldığı 3881 kayıt no’lu kimliğinde ismi FeT-ullah’ tır. Daha sonra adına bir H harfi ekleyip, Allah’ın fetihçisi anlamına gelen Fet-H-ullah’a dönüştürerek saf insanlar üzerindeki etkisini arttırmaya çalışmıştır (Ergun Poyraz, Fetullah’ ın Gerçek Yüzü, s.26, Nisan 2000)
Fetullah müritleri yolu ile uçurulma işini de bizzat kendi yüklenmiştir:
“Birgün bu arkadaşlardan biri rüya görüyor. Hatice validemiz kapının dışında. Efendimiz de içerde oturuyor. Ders yaptığımız bu dört-beş kişiyi kastederek Hatice validemiz, efendimize: ‘Ya Resulullah’ bunlar ‘Bizden hoşnut musun Ya Resulullah’ diye soruyorlar diyor. Ve Efendimiz’den cevap geliyor: ‘Evet hoşnudum. Hele birisi, hele birisi!…’ diyor.” Dikkat edilirse, Fetullah, tevazu göstermekten de geri kalmamakta; burada sözü edilen “hele birisi”nin kendisi olduğunun anlaşılmasını okurlara bırakmaktadır” (Bizzat okuduğum F.Gülence yazıldığı iddia edilen şişirme kitaplarından birinde- Adını hatırlayamadım.)
Kul hakkı mı alıyorum?
Binlerce yıllık Türk-İslam diyarında “Müslüman”ın papaza ön yargısını yıkan ve onu savunmasız bırakan bu ekip, “Vatikan’ın üçüncü bin yılda Asya’yı “Hıristiyanlaştıralım” vizyonunun aciz kulu başlarında olmak üzere çalışmalar sürdürmektedirler. Kuran ayetlerini “Yahudiler” lehine değiştirecek kadar da acımasızdılar. “Yahudiler hakkında ki hükümlerin günümüz Yahudilerini” kapsamadığını söyleyerek, “kuran” hükmünü değiştirenler hakkında konuşanları, “kul hakkı alıyorsun” diye suçlamaya bakıyorum da, “Allah’ın kullarının aldatılmamasına vesile oluyorum.” diyorum.
Fetullah ekibini yine onların yayını Zaman gazetesinin bir haberi ile anlatalım:
“Gülen’e akademik mercek” –30.4.2001 (Ali H. Arslan-Washington)-Zaman Gazetesi
Georgetown Üniversitesi’nde 26-27 Nisan tarihlerinde yapılan ‘İslami Moderniteler: Fethullah Gülen ve Çağdaş İslam’ konulu uluslararası konferansta birbirinden ilginç tebliğler sunuldu
Gülen olgusunu farklı boyutlarıyla bilim merceği altına yatıran tebliğlerin kısa birer özeti şöyle: Vatikan Dinlerarası Diyalog Bakanı Peder Dr. Thomas Michel’in tebliğ konusu ‘Bir eğitimci olarak Fethullah Gülen’ idi.. Fethullah Gülen’in eserlerinde serd edilen eğitim prensipleri ve bunların okullarda nasıl tecessüm ettiğini anlatan Michel, Gülen’in ‘tarihsel geçmişiyle bütünleşmiş ve geleceğe zekice hazırlanan’ bir nesil yetişmesine vesile olduğunu söyledi.”
Bu yazıdan ne anlamalıyız? (Tamamına erişmek için Zaman gazetesi arşivine bu tarihe bakılabilir.)
• İslami modernite: Saptırılıp, kontrol altına alınma işlemi
• Çağdaş İslam: Siyonizmin kontrolünde ki İslam.
• Önce Işık evlerinde “Risaleler” ile amel eden ve Fetulah’ı Mehdi (Halife) gibi gören, emre amade, “Altın Nesil” olduğuna inandırılan “Sorgulama yetisinden mahrum” gençliğin yetiştirilmesi.
• Bu gençliğin, ABD’nin emri Fetullah’ın işareti ile Dünya’nın çeşitli yerlerinde “Karın tokluğuna” konuşlandırılmaları.
• Şakirtlerin “geleceğe zekice hazırlanması”
• Fetullah okullarına kabul edilen öğrencilerin “İngilizce eğitim“ ile kültürlerinden koparılması, geleceğe Batı emperyalizmi yandaşı devlet görevlisi olarak formatlanması.
Bu okullar ABD-Türkiye işbirliğinde, ABD’nin adım atmak istediği ya da kesin yerleşmek istediği yerlerde “öncü karakol” olarak görev yapmaktadır. Eğitim dilleri “İngilizce”, Türkçe ”seçmeli dil” olduğu halde, “bu okullar yolu ile Türk kültürü yayılıyor” yalanı söylenmektedir. Okulların eğitim dilinin “İngilizce” olduğu MEB’nda arşivde mevcuttur. Hatta bu arşivlerde “ABD devlet görevlilerine verilen Resmi Görevli-CIA pasaportlu” kişiler olduğu gerçeği vardır.
Laik-Anti laik çatışmanın tırmandırılarak, “İslam”a bir darbe daha vurma peşinde olan AB-D, Fetullah Gülen’e ait okulları teşvik etmekte, onun için sempozyumlar düzenlemekte, İngiliz hükümetince ”İngiliz Kültürüne Katkı Ödülü“ verilmekte, ABD de “Dünya barışına hizmet” ettiğinden dolayı “Araştırma” tezleri hazırlanmaktadır.
Tamamen reklâma dayalı, Türk’ün vicdanını aldatmaya dönük organizasyonlarla, Türk Milletine karşı oynamaktadırlar. “Türkçe Olimpiyatı” düzenleyebilmek için, Dünyanın dört bir yanına dağılmış bu okullarda ”Türkçe Eğitim“ yapılması icap eder. “Seçmeli Türkçe” ve özel yetiştirilmiş çocuklar ile “Türkçe Olimpiyatı” yapmak, akıllıca hazırlanmış senaryonun parçasıdır.
Amerikalı görevli Graham Fuller Zaman Gazetesi ile yaptığı bir röportajda bakın neler diyor?
“Batı, Fethullah Gülen gibi örnekleri görünce çok umutlanıyor. Çünkü Gülen, modern devlet ve toplumda İslam’ın nasıl bir rol oynaması konusunda geniş bir vizyonu temsil ediyor.”
Peki kim bu Graham Fuller? F.Gülen’in Müslüman yaptığı bir Amerikalı mı? ..Hayır efendim , bu kişi ünlü bir CIA görevlisidir.
Fetullah Gülen’e verilen görev ile öncelikle içinde bulunduğu toplumu arkasına alması sağlanarak, geçmişte halifeliğin Türklerde olduğu gerçeği de kullanılarak, ”Tahrif edilmiş” Kuran ile “İslam Dünyasını” kontrol altına almaktır. “Modern devlet de İslam’ın alacağı rol”ün senaryosunun ise Washington’ca yazıldığını söylemek için “kahin“ olmaya gerek yok sanırım. (Unuttukları gerçek Kuran-ı Kerim’in bizzat Allah tarafından koruma altına alındığıdır.)
“Sözde Kürdistan”da kurulan iki Gülen kolejinin eğitim dili “İngilizce”dir. Bu okulların yine ABD nin teşvik ve onayı ile kurulduğu pek tabidir. Burada ki okulların varlığını bizzat “nurcu” kanat, “barış köprüleri” kuruyoruz açıklaması ile duyurmuştur.. “Sözde Kürdistan”ın temelinde “Binlerce Türk Vatandaşının“ kanı vardır. Uluslararası arenada her cepheden sarılan Türkiye Cumhuriyetinin topraklarını bölmeye yönelik PKK hareketinin, askerlerini oluşturduğu “Israkürt” devletinde “okul kurmanın” vicdani açıklaması nedir? Binlerce askerimi şehit eden, “Kürtçü unsurun” yapılandığı K.Irak topraklarında ki “sözde devletin“ nihai hedefleri arasında “G.Doğumuz“ da var iken, hangi mantık bu okulları bana “Barış Köprüsü” olarak kabul ettirebilir?
Sovyetler Birliğinin kendi derdine düştüğü, dağılma günlerinde, Türkçesi Türk Cumhuriyetlerinden çekildiği yıllarda, ABD’nin icazeti- Türkiye’nin kefaleti ile Fetullah Gülen okulları buralarda hızlı bir şekilde açılmaya başladı. Kozadan çıkan “şakirtler” , “altın nesil” olmanın gurur ve şuuru ile ABD’ye yol açmaya gittiler.. Aynı dönemde Türkiye’de başlayan PKK terörü ile Türkiye Cumhuriyeti ve insanın dikkati, Türk Devletlerinden çekilmesi de sağlandı. Böylelikle, bağımsızlıklarına kavuşan bu devletlerdeki tek önemli yapılanma “Amerikan Kolejleri “ oldu.
Türkiye’de eğitim dilinin İngilizce olduğu “Anadolu Liseli” ve üniversiteli gençlerimizin “kendi kültürüne yabancı” olarak yetiştiği gerçeğini, aradan geçen onca zaman sonra yakın gözlemlerim neticesinde belirtiyorum. Çocuklarımızı “İngilizce eğitim“ yolu ile Türk Milletinden koparmışlardır. Anadili ile eğitim yapılmayan ülkelerin sadece “sömürgeler” olduğunu hatırlatmaya gerek var mıdır?
“Amerikan Yüzyılı” projesi sadece “Amerikalı askerle” kurulmayacaktır. Yandaş siyasetçi, medya, aydın ve cemaatler stratejik ortağın neferleri olarak yola çıkarılmıştır.
Fetullah Gülen cemaatinin yayın organı Zaman Gazetesinde on yıl başyazarlık yapan, yazdığı kitapla Gülen’i “Anadolu Müslümanı’nın lideri” konumuna yükselten Fehmi Koru’nun “Bilderberg”e katılması az mı bir iştir? Dünyayı kendi lehlerine değiştirmek isteyen “Küresel-Siyonist baronların” kontrolünde, sadece hizmetkarların çağrıldığı bir organizasyondur. Güvenlik tedbirlerinin abartılmasında “Dikkat çekme ve güç gösterisi” hâkimdir. Katılımcılara, döndüklerinde ki “görevleri” verilir. Burada konuşulanlar kesinlikle açıklanamaz. Fehmi Koru, Bilderberg’e “gazeteci” sıfatı ile değil, Gülen örgütü içindeki “etkin kişilik” olması sebebi ile çağrılmıştır.
Bilderberg’de “konuşulanları yazıyorum“ saçmalığına “uzaktan kumandalı cemaat” ve Gülen’in kimliğinden habersiz temiz Anadolu insanı inanır.
Fetullah Gülen’in “onursal başkanı” olduğu, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfınca hazırlanan, “Diyalog ve Hoşgörü” toplantıları ile sadece “Müslüman’ın” gönlüne gönderme yapılmaktadır. Dünya Barışı için yola çıktıklarını söyleyen bu grubun seyircileri sadece “Müslüman“ kitledir. “İslam”ı din olarak kabul etmeyen, Hz. Muhammed’i şair, Kuran-ı Kerim’in de onun eli ile yazıldığını söyleyen Papaz ya da Hahamlar ile neyin diyaloğu yapılmaktadır?
15-18 Nisan 2000 tarihinde Urfa ve İstanbul’da yapılan “Uluslararası Halil İbrahim Sempozyumu”nda neler yapılmıştır?
• Haham, Papaz ve hoca imal edilen “sırat köprüsün”den geçirilerek, son dinin İslam olmadığı vurgusu yapılmıştır. (Elinin beğendiğini seç göndermesi yapılmıştır. İslam gelene kadar elbette ki önceki dinler geçerlidir. İslam’ın gelmesi ile diğerlerinin geçerliliği kalktığı halde bu düzenekler ile İslam’ın aklı niçin karıştırılıyor? )
• “Ortak ata İbrahim” denilerek, Hıristiyan ve Yahudiliğinde benimsenebileceğine vurgu yapılmıştır.
• Çift dinli olunabileceğinin örneği Lester’in şahsında verilmiştir.
Avrupa’nın göbeğinde binlerce Müslüman-Boşnak’ın katliamında, Afganistan ve Irak’ta hala süren katliamlara sessiz kalışları ile destek veren Vatikan – Kudüs hattı ile neyin diyalogu yapılıyor?
Vatikan ve Yahudiler, “İslam dinini“ kabul ettiğini resmen açıklamadan yapılan bu toplantılar “misyonerlik çalışması” olmaktan öteye geçemez.
“Amerika ile iyi geçinmezseniz işinizi bozarlar. Amerika’nın bize yarım arpa kadar sadece bizim menfaatimize desteği yoktur. Buna rağmen şurada bulunmamıza izin veriyorsa, bu bizim için bir avantajsa, bu avantajı sağlıyor demektir.” (Fethullah Gülen İle New York Sohbeti- Nevval Sevindi) diyerek doğruyu söyleyen Fetullah Gülen’e niçin inanmıyorsunuz?
“Amerika şu andaki konum ve gücüyle bütün dünyaya kumanda edebilir. Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir. Amerika hala bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır.” (s.6- N.Sevindi- F.Gülen ile New York Sohbeti) diyen Gülen yalan mı söylüyor diyorsunuz? (ABD ye tam teslim olmuş görüntü çizilen bu satırların sahibi, hangi İslam için çalışır diye sormak hakkımız değil mi?)
“Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinden hiçbir is yaptırmazlar. simdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığınız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz.” (s.8- N.Sevindi- F.Gülen ile New York Sohbeti) diyen Gülen, ABD’den habersiz “yaprak dahi kımıldamaz” mesajını kendisi vermiyor mu?
Bunlar aradan çekilen ya da uydurulan sözler değildir. Kitabın tamamı okunduğunda da bu manalar çıkmaktadır.
İçinde bulunduğumuz çağı “Amerikan Yüzyılı“ yapmak için yola çıkmış, öncelikle İslam coğrafyalarında kan döken stratejik ortağın, “Müslüman Fetullah Gülen ve ekibine!” izin vermesini hangi mantık kabul edebilir? George W. Bush Müslüman mı olmuştur? Ki Fetullah ekibinin önünü açsın. K.Irak’ta “İlan edilmek“ için geri sayıma geçen, İsrail’den sonra ikinci çıbanbaşı olmaya hazırlanılan “Sözde Kürdistan”daki okulların ABD “himaye ve kontrolü” dışında olması mümkün müdür? “Normal prosedürdeki ”Türk okulunu”, normal şartlarda“ Peşmergeler ‘olası Devletlerinin’ içinde yapılandırırlar mı?
“Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli. Amerika gözardı edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkılmamalı.” (s.7- N.Sevindi- F.Gülen ile New York Sohbeti) diyen F.Gülen, icazet almadan yani ABD gerçeğini kabul etmiş, “hakiki manada inanmış!” bir insan olarak Washington’a entegre olduğunu daha nasıl açıklayacaktır?
Fetullah Gülen sadece vitrindir. Nasıl ki Türkiye’nin zengini diye geçen bir takım kişiler “Türk kimliği“ taşıyan paravanlarsa, F.Gülen’de ayni öyledir. İslami coğrafyalarda “Türk”e yakınlık duyulması (Halifelik ve adalet sebebi ile), M.Fetullah Gülen’in ABD tarafından yaratılmasına vesile olmuştur. Stratejik ortak, Gülen vesilesi ile tüm cemaati kontrol altında tutmaktadır , diyen rahmetli Hablemitoğlu’na katılıyorum.
“Yönetim sisteminde, kâinat imamından, düz müride kadar inen hiyerarşik sıralama önem taşımaktadır. ABD için hiyerarşinin sadece tepesini kontrol altında tutmak yeterlidir, çünkü cemaat disiplini nedeniyle tabanda sıkıntı yaşanmayacaktır. Oysa, ulus-devlet yapılanması içinde sömürüye dur diyenler her zaman var olacaktır, dolayısıyla da hedef ülkeye yönelik her yatırımının maliyeti ve riski yüksek olacaktır. ABD’nin tarikatlara öngördüğü modelde, önemli olan hiyerarşinin tepesinde yer alan tek karar vericiyi ve veliahtlarını-varislerini sımsıkı kontrol altında tutabilmektir. Bu modelde, hocaefendinin yanısıra, kıta imamları ülke imamları ve de az sayıdaki danışman ABD’ne (CIA) muhataptır.” ( N.Hablemitoğlu)
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı organizasyonu, ”Abant Platformları”,”Sivil inisiyatif – her görüşten insanın yer aldığı oluşum” olarak tanıtılması yalandır. Oluşumun çekirdeğinde ve yönetiminde “belli kişiler” yer alır. Değişenler sadece, adlarını kendi menfaatleri için kullandıkları, Türk Milletinin önem verdiği kişilerdir. Konuşulacak konular hatta sonuç bildirgesi önceden hazırdır. Katılımcılardan konuşup bunu sonuç bildirgesine yazdırması (amaçlanan neticenin dışında) mümkün değildir. Batı emperyalizminin Türkiye Cumhuriyetinden istediklerinin sivil inisiyatif olarak, işte halkta istiyor adı altında, “hükümetlerce” yapılamasının önünü açmaktır. Bilderberg’in yerlisidir.
Yapılan Abantlarda şimdiye kadar sonuç bildirgesine yazılanlardan örnekler, yorumlarınıza açıktır efendim:
1- Vahiy’in akla hitap etmesi gerçeğinden yola çıkılarak, İslami problemlerde “salt aklın“ kullanılabileceği, çağdaş çözümlerin bulunulabileceği, (1. Abant)
2- Atatürk’ün “Hakimiyet kayıtsız, şartsız milletindir” ifadesindeki milletin Türk Milleti değil siyasi irade olduğu kabul edilmiştir. Böylelikle bu sözün içi boşaltılmıştır. Kabul edilen bu hali ile “Türk Milletinin” Anadolu’da hakimiyeti yoktur denmektedir. (1. Abant)
3- Türk Milletince kutsal görülen “Devlet” inancı için “Kutsal devlet” yoktur, sivil inisiyatif vardır. ( 1. Abant)
4- Mevcut merkeziyetçi hantal, bürokratik yönetim yerine, yerel topululukları, il, ilçe, belde ve köy düzeyinde sisteme ortak eden, katılımcı yönetimi, üniter devlet anlayışı içinde yapılandıracak bir idari reform gerekmektedir. (3. Abant- Yerel yönetimler yolu ile öncelikle G.Doğunun fedarasyon yapısına geçişi)
5- Ülkenin sivil bir anayasaya ihtiyacı olduğu, İslam’ın demokratik-hukuk devletinin önünde bir engel olmadığı vurgulandı (3. Abant – Sivil anayasa denilen Türkiye’de yaşayan tüm kimliklerin ortaklaşa anayasası- İslam..Hangi İslam? Gülen’in başını çektiği “Kontrol altında ki İslam” modeli mi?)
6- Prof. Dr. Tunçay ve Prof. Dr. Öktem, Abant benzeri toplantıların demokratik duyarlılığı artırdığına dikkat çektiler; 4. Abant’ta anayasanın tartışılmasını önerdiler. ( 3. Abant)
7- Çoğulculuğu gözeten bir uzlaşma, toplumsal sözleşmeye dayanan yeni bir anayasada ifadesini bulmalıdır. Bu husus, toplumun farklı kesimlerinin eşitlik statüsünde bir araya gelerek…(4. Abant- Türkiye’yi Türkler kurdu diyen anayasa yerine, barış için ‘Türkiye’yi Kürt, Gürcü, Çerkez, Rum, ermeni, Yahudi, Kürt..vb etnik kökenler kurdu’ demek)
8- Uzlaşmayı hedefleyen çoğulculuk anlayışı ve farklı kimliklerin birarada yaşaması her kimliği ve kültürü zenginleştirebileceği gibi; onların etkileşimine ve değişimine de imkan sağlar.(4. Abant)
9- Modernleşme adına homojen bir toplum yaratma çabaları kabul edilemez;… Türkiye’nin, bütün vatandaşlarına ve her toplumsal kesime eşit mesafede duran, bütün farklılıkların kamusal alanda temsil edilmesini mümkün kılan bir devlet anlayışına ihtiyacı vardır..( 4. Abant)
10- Çoğulculuk ve uzlaşma ile ilgili olarak alınan bu kararların hayata geçirilebilmesi için, eğitim ve öğretim, Türkiye’nin sosyo-kültürel gerçeklikleri doğrultusunda, sivil toplum örgütlerinin katkılarıyla yeniden düzenlenmelidir.(4. Abant)
11- Küreselleşme, devletin geleneksel işlevinde bazı değişiklikler meydana getirmektedir. Ancak, ulus devletler bu süreçte temel aktörler olarak varlıklarını yeni şartlar çerçevesinde sürdüreceklerdir.(5. Abant)
12- Tarihi-kültürel değerleri, toplumsal dinamikleri ve coğrafyası dikkate alındığında, Türkiye’nin yersiz korku ve kaygılarından kaynaklanan içe kapanma eğilimlerini bir kenara bırakarak, küreselleşmeye kendinden emin olarak ve cesaretle yönelmesi ve olumlu katkılarda bulunması mümkündür..( 5. Abant)
13- Türkiye’nin küreselleşme sürecine katılmasının önemli aşamalarından birisi Avrupa Birliği’dir. Esasen bu, Türkiye’nin genel yönelimine uygun bir hedeftir. Bu süreçte, Türkiye’nin varlık ve çıkarlarını gözeten bir anlayışla üyelik için gerekli hazırlıkların yapılması uygundur.( 5. Abant)
14- Toplantının bilimsel koordinatörü Prof. Dr. Mehmet Aydın bugüne kadar tartışılan konuların hep birbirinin devamı ve tamamlayıcı nitelikte olduğunu anlattı.(5. Abant)
15- İslam’la demokrasi arasında çelişki yoktur. Küresel güvenin pekişmesi için İslam ülkelerinde demokratikleşmenin gerekliliğine inanıyoruz..(6. Abant)
16- Savaşı engellemenin ve barışı egemen kılmanın önemli bir esası barışçı bir zihniyetin yerleştirilmesi ve insanların barışa yönelik olarak eğitilmesidir… Bunun için sivil alanın genişletilmesi, sivil toplum örgütlerinin gelişimine müsait zemin oluşturulması, elitlerle toplum arasındaki iletişim sorunlarının giderilmesi gerekmektedir.(6. Abant)
17- Genellikle uluslararası düzenlerin savaşlardan sonra kurulduğu ve galiplerin kuralları koyduğu bir vakıadır. Bu kez olup-bitmiş bir savaştan sonra kurulacak düzenin yeni çatışmalara yol açmayacak esaslara dayalı olarak kurulması gerekmektedir. (6. Abant)
18- 11 Eylül sonrası, oldukça hassas hale gelen (veya getirilen) ve adeta “Müslüman paranoyası”na sevk edilen Avrupa kamuoyunda İslam’ın, barışı, sevgiyi ve hoşgörüyü emreden yönü hiç mi hiç bilinmemektedir. Bu nedenle, Johns Hopkins Üniversitesi işbirliği ile 19-20 Nisan’da Washington’da gerçekleştirilen Abant Washington Toplantısı, bu eksikliği gidermek amacıyla organize edilmiştir. ( 7. Abant)
19- Daha önce de belirttiğim gibi, Osmanlı deneyimi, sandığımızın, takdir ve/ya teslim ettiğimizin ötesinde demokrasi filizi için toprağı hazırlamıştır…. İslam ile birlikte: Modernleşme ortamında dinin mütalaa ve yorumlanmasına ilişkin diyalojik ilişki. Öyle bir diyalojik ilişki ki, modernleşmeyi hem kalıp, hem de içerik olarak etkilesin!… Son onyıllar içinde “ orta yol “ reformculuk özellikle gelişmektedir. Bu yeni oluşum, bir bakışla hem liberal ve modernisttir; fakat bir başka açıdan da kadim dinsel ılımlılığın temel dokusuna sadıktır. Evet, “ dine rağmen çağdaşlaşma“yı reddetmektedir…..Bir mütevazı uyarı yapmak istiyorum. Demokrasinin ya da kendi semavi dini değerlerimizin faziletlerinden bahsederken onları bir şekilde tekelimize alacak kıskançlıkla davranmamalıyız. Kur’an’ın “maruf“ hükmüyle yüzyıllardır öğrettiği değerler başka kültürlerin de geleneğinde ve uygulamalarında yok mudur? Bunlar sadece Hıristiyanlığa ya da Yudeo – Kretien kültüre veya İslam’a özgü (münhasır) değillerdir. Hepimize aittir…( 7. Abant- Mehmet Aydın’ın açış konuşması)
20- 7 Abant’ın ABD ye taşınması üzerine..dış politika alanında Washington’ın en prestijli mekanlarından biri olan Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası Araştırmalar Bölümü’nde (SAIS) gerçekleştirildi. Anladığımız kadarıyla SAIS bir nevi lisansüstü eğitim merkezi olup, elan dekanlığını ünlü CIA uzmanı, Japon asıllı Francis Fukuyama yapmaktadır. Kendisinden önce buranın dekanı Paul Wolfowitz…(Mehmet Durmuş)
21- Atatürk’ün ‘muasır medeniyet’ ve ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ hedeflerine kenetlenmiş, iç ve dış sorunlarını çözerek uluslararası camiayla daha fazla entegre olmuş, komşularıyla barışık, Avrupa Birliği ile bütünleşmiş, ABD ile dostluğunu pekiştirmiş, NATO’da yerini muhkemleştirmiş, demokrasi, laiklik ve İslam’ın en güzel yorumlarıyla taçlanmış bir Türkiye, medeniyetler arasında köprü kurmaya daha iyi namzet teşkil edecektir..(7. Abant-F.Gülen)
22- Abant toplantısı ve kararları bütün dünyayı ilgilendiren ABD’nin başkentini mekân olarak kullanıyor. Burada konuşulanlar bir yolunu bulup muhataplarına ulaşabilirse, global köyün bütünüyle sahipsiz olmadığını onlara hatırlatabilir… Zaten, toplantının Washington’da yapılmasıyla amaçlanan da bu. Bakalım Abant kokusu Washington’u etkisi altına alabilecek mi? (Taha Kıvanç(Fehmi Koru), 21 Nisan 2004 – Yeni Şafak)
23- “Türkiye’nin AB’ye Üyeliği Sürecinde Kültür, Kimlik ve Din” (3-4 Aralık 2004, Brüksel) Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Hüseyin Gülerce, farklı din, dil, kültür ve geleneğe sahip olmalarına rağmen Türkiye ve Avrupa’nın entegrasyonunun güzel neticeler verebileceğini kaydetti. (8. Abant)
24- Katolik Kilisesi’nin İtalya ve İspanya’nın demokratikleşmesinde önemli rol oynadığını anlattı. Broglio, “Neden Türkiye’de Müslümanlık böyle bir rol oynamasın?” sorusunu yöneltti. (8. Abant)
25- İsveç’in İstanbul Başkonsolosu İngmar Karlsson, ‘Avrupa İslamı’ kavramını ele aldı. Karlsson, İslam’ın Avrupa’nın bütünleyici bir parçası olduğunu belirterek çok yakında “Batı İslamı”ndan bahsedileceğini söyledi..(8. Abant)
26- Atatürk’ün gösterdiği “muasır medeniyet” hedefi Avrupa Birliği vesilesiyle yeni bir noktaya gelmiştir… Önceki hükümetlerle başlayan, şimdiki hükümetle zirveye ulaşan AB reformları için ilgili her kurum ve kuruluşun gösterdiği gayret takdire layıktır…(8.Abant-F.Gülen’den mesaj)
27- 9. Abant Toplantısı: “Eğitimde Yeni Arayışlar” (1-3 Temmuz, Erzurum) eğitimle “Dünya vatandaşı” yetiştirilmelidir.. Eğitimin bu yeni hedefi için, eğitim kurumları yeniden yapılandırılmalıdır denmektedir.
28- Evrensel barış için Türkiye’de bulunan; Gürcü, Kürt, Rum, Ermeni, Çerkez, Boşnak vb..ların eğitimi önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
29- Çoğulculuğu kabul etmiş, içinde ki toplumluklara yönelik, sosyolojik verilerine bakarak oluşturulan eğitimle bölge dünya barışına katkıda bulunmak gerekir. Bölge barışına katkıda bulunmak için İsrail politikalarını da kabul ederek, ayni zamanda dünya barışına katkı sağlanmalıdır. (9. Abant)
30- Eğitim merkezden değil, her grubun kendi inisiyatifi doğrultusunda olmalıdır. Türkiye milli devlet değil ve milli eğitim değil, yöresel, kendi inisiyatiflerinde eğitim gerçekleştirilmelidir. Bunun içinde bir an önce yerel yönetim yasası çıkmalıdır.(9. Abant)
31- Eğitim temel bir haktır. Bu hak kılık, kıyafet, etnik, dinsel, cinsel vb. gerekçelerle engellenmemeli; toplumsal, kültürel eşitsizlikler giderilmeli ve diğer halkların anadil de eğitimleri başlatılmalıdır.(9. Abant)
32- Yurt dışındaki Türk okullarının Türkçenin ve Türk kültürünün yaygınlaştırılması konusundaki başarılı deneyimlerinden istifade edilmelidir. (Türkiye Cumhuriyeti’nin yurt dışındaki okulları hangisidir? Bahsedilen okullar Fetullah Gülen’in okullarıdır. Toplantıda Millî Eğitim Bakanı H.Hüseyin Çelik’te vardır.) (9. Abant)
Amerikan Yüzyılı için yola çıkmış “İnançlı” görünümleri ile bu müfreze, “Türkiye, Türk Milleti” ya da daha genel anlamı ile “İslam alemi” için mi çalışmaktadır?
“Abant Platformu, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Düşünce Kuruluşudur.” Şeklindeki ifadeye ve Dinlerarası diyalog çalışmaları için kullanılan paranın büyük kısmının Amerikan Ulusal Demokrasi Fonu (NED) tarafından finanse edilmesine bakarak, buradaki sonuçlarında stratejik ortak tarafından kaleme alındığını söyleyebilir miyiz?
Son olarak, Gülen Cemaatini yine kendilerinden dinleyelim diyorum:
“Fethullah Gülen sürekli olarak diyalogdan ve hoşgörüden söz ediyor. Bence bu kavramların, görünenin ötesinde anlamları var. Mesela şöyle: Gerçek dünyada diyalogun karşılığı “pazarlık”, hoşgörünün karşılığı ise “centilmence rekabet”tir. (İlk buluştuklarında Fener Rum Patriği Bartholomeos’un Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun açılması için Gülen’den destek istediğinde, Gülen’in Selanik’te bir Atatürk Lisesi açılmasını tavsiye etmesi, Gülen’in gerçekçi ve yaman bir pazarlıkçı olduğunu gösterir.) Ayrıca içine kapanık Müslümanları, küreselleşen dünyada Hıristiyanlarla “dinî rekabete açmıştır.“ (Hüseyin Gülerce, Zaman, 07.01.2005-Yükselen Değer “ Gülen Hareketi”)
Şimdi sözü tekrar ben alayım:
Bu söylem, yaman pazarlık mıdır, emperyalizme teslimin kamuoyunca yadırganmasının önüne geçme operasyonu mudur?
Ruhban Okulu, 1971’de ‘Özel Yüksekokulları Kapatan Kanun’un yürürlüğe girmesiyle kapanmıştır. Devletin denetiminde olmak şartı ile Özel okulların açılması gündeme geldiğinde, Patrikhane “Devlet kontrollü eğitimi” kabul etmemiştir. İstedikleri, “Vatikanvari” devlet içinde devlet olmak projesini hayata geçirmektir. “(N.Kavcar–Heybeliada Ruhban MYO- 4 Aralık 2005)
Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz .
Geçmişte ve günümüzde yapılanlar ortadadır. Bu sebepten cemaatin tamamına “Fetullah Gülen hareketi” değil, “Fetullah Gülen Harekatı” demek daha yerinde olur düşüncesindeyim.
Neval KAVCAR