Son dönemde yaşanan olayları hepimiz görüyoruz. Neredeyse hergün şehit cenazeleri kaldırılıyor; Güneydoğu Anadolu bölgemizdeki DTP’li belediye başkanları devletle inatlaşarak var güçleriyle kürtçülük yapıyorlar, bölgedeki kürt nüfus resmen olmasa bile manevî anlamda Türkiye Cumhuriyeti’nden kopma noktasına geldi; binlerce kişinin katıldığı mitinglerde kürt bayrağı olduğu söylenen bez parçaları ve Öcalan posterleri açılıyor, Barzani-Talabani lehine sloganlar atılıyor, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne sövülüyor, “bağımsız kürt devleti” isteniyor.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu için sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i “başkan” kabul etmesi gereken Leyla Zana, Nevruz günü Diyarbakır’da konuşma yaparak “Bizim üç liderimiz vardır; Celâl Amca, Mesut Kardeş ve Apo Başkan” diyor; meydandaki onbinlerce kişi kendilerinden geçmişçesine alkışlayıp slogan atıyor; savcılık göstermelik bir soruşturma başlatıyor, ama cezası dolmadan Avrupa Birliği’nin isteği (emri) üzerine cezaevinden tahliye edilen bu şahısın tekrar tutuklanmasının söz konusu dahi olmadığını herkes biliyor. Kürtler adeta dokunulmazlık kazandılar, canları ne isterse söylüyorlar, yasalar bunlara işlemiyor.
Gelelim asıl konuya… Türkiye’de kürtlere ait birçok sivil toplum kuruluşu (dernek-vakıf) var, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde -Tayyip Erdoğan’ın ifadesine göre- 133 tane kürt kökenli milletvekili varmış, basın-yayın organlarında birçok kürt kökenli gazeteci-televizyoncu mevcuttur, kürt kökenli holding sahipleri, işadamları ve ünlü sanatçılar var.
Peki bunlardan hangisi bir kamuoyu açıklaması yaparak DTP’li belediye başkanlarının teröristbaşı Öcalan’a “Sayın” diye hitap etmelerini, Leyla Zana’nın tüm kürtler adına konuşup Barzani, Talabani ve Öcalan’ın liderleri olduğunu söylemesini, son zamanlarda açıkça dile getirilmeye başlanan “Federasyon” taleplerini ve neredeyse hergün askerlerimizin şehit edilmesini kınadı?
Hiçbiri…
Bugüne dek hep “PKK’lı kürtler kötüdür, PKK’lı olmayan kürtler iyidir, kardeşimizdir.” denildi. Kürt yayılmacılığı hakkında toplumu bilinçlendirmeye çalıştığımız için “dış güçlerin maşası, bölücü, provokatör” ilân edildik, “ermeni, yahudi, cia ajanı, mossad ajanı, mason” gibisinden iftiralara maruz kaldık. Kürtler hakkında yazdığımız yazılar yüzünden bize “Türk ile kürdü birbirine düşürmek ve iç savaş çıkarıp Türkiye’yi bölmek isteyen ajanlar” damgası vurulmaya çalışıldı. Ve ilginçtir ki; bu saldırıların tümü milliyetçi olduğunu iddia eden bir kesim tarafından yapıldı.
Peki, nerede bu kürt kardeşlerimiz?.. Neden sesleri çıkmıyor?.. Yaşanan olaylara niye tepki vermiyorlar?
Buharî hadis-i şerifi “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” der. İslâm’ın ardına sığınmaya çalışarak, “din kardeşlerimizdir” bahanesiyle kürtleri koruyup kollayanlar, yaşanan bunca olay karşısında susan “dilsiz şeytan” kardeşlerini daha ne kadar savunmaya devam edecekler?
Şöyle bir düşünün: Okuduğunuz okulda, çalıştığınız işyerinde, oturduğunuz apartmanda, yani yakın çevrenizde mutlaka kürtler vardır. Bir kürdün evirip çevirmeden, kıvırıp saptırmadan, açık ve net bir şekilde PKK terörüne, DTP’li belediye başkanlarının söylemlerine tepki verdiğini gördünüz mü?
Ben görmedim.
Bir-iki istisna dışında, gören olduğunu da zannetmiyorum.
Dikkat edin, “güvercin kanadına mektup yazan” şahıs sadece mayına tepki veriyor çünkü PKK’nın döşediği mayınlara askerden çok bölgedeki kürtlerin, yani kendi insanlarının bastığını biliyor. Öz amcası dağda Türk askerleri tarafından gebertilmiş bir PKK militanı olan, iki tane öz kuzeni de PKK militanı olmak suçundan ötürü şu anda cezaevinde yatan bu kürdün milyonlarca Türk hayranı var, parti kursa belki barajı aşıp Meclis’e girer. İşte Truva atı böyle sokuluyor, kale bu şekilde içten fethediliyor.
Hülâsa, Türkiye’deki kürtlerin tümü “biz ve onlar” kavramının bilincine varmış ve açık ya da örtülü biçimde saf tutmuşlardır. Olay PKK teröründen ibaret olmaktan çıkmış, ayrılıkçı bir kitle hareketi hâline gelmiştir.
Aksini iddia eden varsa, ispatlasın. Kürt olduğu bilinen ünlü bir kişiyi televizyona çıkarıp “PKK’ya ve DTP’ye tepki veriyorum” dedirtsin.
Hiçbiri demez…
***
Kürtlerin kafasındaki planı kısaca anlatayım:
DTP’li belediyeler sayesinde Güneydoğu’da bir kaos ortamı hakim kılınacak, halk sürekli ayaklandırılacak, bu ayaklanmalar zaman içerisinde kısmî isyanlara dönüşecek, tam bu noktada Avrupa Birliği ve Amerika devreye girerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne “Güneydoğu’ya özerklik verilmesi” için baskıda bulunacak, devlet kabul etmeyince de “bölgede referandum yapılması ve halkın isteğine uyulması” teklif edilecek, yani demokrasi kavramı amaca giden yolda araç olarak kullanılacak. Öyle veya böyle; bir şekilde Türkiye’nin Güneydoğusu’nu koparıp Irak’ın kuzeyinde kurulan kürt devletine bağlayacaklar.
İş bu kadarla kalmayacak. Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyükşehirler başta olmak üzere batıda da yüksek miktarda kürt nüfusu var. Bunlar kurulu düzenlerini terk edip kürt devletine gidecek değiller, oldukları yerde yaşamaya devam edecekler. İkiye bölünmüş Türkiye’nin Türkler’e kalan kısmında kürt yayılmacılığı demografik, siyasî, ekonomik ve kültürel bazda olmak üzere devam edecek; taa ki buraları da fiilen ele geçirene kadar…
Bunlar şahsî fikirlerim değil, son yıllarda kürtçü kesim tarafından örtülü şekilde dile getirilen düşüncelerdir. Bu düşüncenin temeli 1992 yılında Diyarbakır’da infaz edilen kürtçü yazar Musa Anter tarafından atılmıştır ve bugün kürtler arasında hayli rağbet görmektedir.
“Türkiye’nin tümünü fiilen ele geçirebilirler mi?” sorusuna cevap arayalım:
Bir ülkeyi ayakta tutan unsur ekonomidir. Bugün Türkiye’nin en büyük yirmi holdinginden oniki tanesinin sahibi kürt olduğuna göre, sermaye bunlara doğru kayıyor. Aşiret düzeni ve zorbalık sayesinde, el attıkları her sektörü kısa süre içerisinde hakimiyetleri altına alıyorlar. Bugün Marmaris, Antalya, Bodrum, Kuşadası gibi tatil beldelerinde kürt olmayan bir kişinin turistik tesis kurması imkânsız hâle gelmiştir, kurdurmazlar. Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyükşehirlerin sebze-meyva hallerinde kürt olmayan bir kişi tezgah açamaz, açtırmazlar. Otomotiv sektöründe kürt olmayan bir kişi ekmek yiyemez, yedirmezler. Daha birçok örnek verebilirim, sayfalar yetmez. Hülâsa, yasal ve gayriyasal her türlü ticarî sektörü ele geçiriyorlar.
Bir ülkeyi ayakta tutan ikinci unsur örf-adet ve kültürdür. “Güvercin kanadına mektup yazan” şahıs ve türevleri dizi filmler, eğlence programları, vs. yoluyla her gece evlerimize girerek Türk’e “kürt kültür emperyalizmi” uygulamakta, topluma kürdofillik (kürt hayranlığı) aşılamaktadır. Söğüt’teki bin yıllık ulu çınar ağacının gölgesinde kurulan Dündar Beğ Otağı’ndan Anadolu’ya yayılan Oğuz Türesi unutulmuş, amerikan-kürt sentezi bir popüler kültürün etkisi altında kalan insanlarımız her türlü psikolojik yönlendirmeye açık hâle gelmişlerdir. Televizyon kanallarında her gece birkaç tanesi yayınlanan aşiret-ağa (kürt) dizilerindeki “yiğit kürt delikanlısı” tiplemelerinden etkilenen gençlerimizin şivelerinin değiştiğini, kelimeleri kürt gibi telâffuz etmeye başladıklarını, genç kızlarımızın burunlarına hızma taktıklarını üzülerek görüyoruz. Bir Türk, çocuğuna Rojda adını koyar mı? Televizyon dizisinden etkilenip konulduğunun canlı şahidiyim, oturduğum apartmanda Rojda adlı küçük bir Türk çocuğu var.
Başbuğ Mustafa Kemal Atatürk’ün Diyarbakır surlarında sallandırdığı Şeyh Said’in tohumu (torunu) bugün karşımıza iktidar partisinin genel başkan yardımcısı olarak çıkmış ve seçim bölgesi Mersin’in demografik yapısını sistematik bir şekilde değiştirmiştir. Şehir anormal bir kürt göçüne maruz kalmış, yerli Türkler’in hareket alanı iyice daraltılmıştır. Meclis’te birçok kürt kökenli milletvekili vardır ve hepsi de kendi seçim bölgelerinde benzer faaliyetler içerisindedir.
Velhasıl; ekonomiyi ve siyaseti ele geçiriyorlar, toplumda kültürel asimilisyon yaratıyorlar, çok hızlı üredikleri için nüfus üstünlüğünü ele geçirmeleri de pek zor olmaz.
“Türkiye’nin tümünü fiilen ele geçirebilirler mi?” sorusunun cevabını kendiniz verin.
Peki bu plana kim müdahale edecek? Koskoca Türkiye’de sanki hiç Türk şarkıcı kalmamış gibi, Erciyes Kurultayı’nda kürt kökenli Zara’yı sahneye çıkaran; Diyarbakır İl Başkanı’nın televizyon ekranında “Ağrı Dağı kadar kürdüz” demesine ve İl Kongresi’nde umuma açık şekilde kürtçe konuşma yapmasına göz yuman parti mi? Elbette hayır çünkü dostlar alışverişte görsün misali ara sıra “ermeni Apo’ya” (kürtlere toz kondurmamak için Öcalan’ın ermeni olduğunu iddia ederler) tepki gösteren fakat diğer taraftan Zara, Diyarbakır İl Başkanı gibi kürtler sayesinde kürt kesimine mavi boncuk dağıtmaya çalışan ve zaten teşkilâtlarında bol miktarda kürt bulunduğu için açıkça tavır koyması asla mümkün olmayan bu parti düzene ayak uydurmayı tercih etmiştir.
“Türkiye’deki kürtlerin tümü ‘biz ve onlar’ kavramının bilincine varmış ve açık ya da örtülü biçimde saf tutmuşlardır.” şeklinde bir ifade kullandım. Şarkıcı Zara bunun ispatıdır. Erciyes Kurultayı’nda binlerce ülkücü tarafından alkışlanan bu kadın tüm ısrarlara rağmen bozkurt işareti yapmamış. Yani sadece mesleğini icra etmiş, parasını almış ve gitmiş. Türklüğün simgesi olan bir işareti yaparak kendi soyuna ihanet etmemiş. (Haber kaynağı: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/4880857.asp?gid=48&srid=3109&oid=1&l=1)
Kısacası, kürt kürtlüğünün bilincinde ama Türk Türklüğünün maalesef bilincinde değil. Türk kürde karşı platonik aşk besliyor; kürt ise planını çoktan kurmuş, Türk’ün bilinçsizliğinden ve derin uykusundan istifade ederek kendi hedefine doğru sinsice ilerliyor.
Kürdün özelliği aciz olmasıdır, birilerinin kucağına oturmadan hiçbir icraat yapamaz. Türkiye’deki kürtlerin güvendiği unsurlar PKK, Barzani ve Talabani, onların da babası Amerika’dır. Öncelikle, Türkiye’deki kürtlerin azıtmasına sebep olan bu unsurları ortadan kaldırmak lâzım ki Güneydoğu sakinleşsin. Bu ilk adımdır, ilk adım atıldıktan sonra gerisi elbet gelir.
Sayın Paşalar… Türk Silahlı Kuvvetleri’ni her zaman, her şartta, sonuna kadar savunduk; ömrümüz olduğu sürece de savunmak boynumuzun borcudur. Fakat milletin feryadına kulak veriniz artık. İki günde (7-8 Nisan) sekiz askerimiz şehit oldu; kanımıza dokunuyor, ağrımıza gidiyor, kahroluyoruz. Afrika’daki Mozambik Cumhuriyeti’nin bile iki günde sekiz askeri ölse, öldüren örgütleri kökten yok etmek üzere taaruza geçer; biz niye bu hâle düştük diye üzülüyoruz.
Atatürkçülük, Atatürk’ün izinden gitmektir. Gazi Paşa 1937’de Tunceli’de olup bitenleri izlemek ve memleketin yarınlarını Tanrı’ya emanet etmek yerine, orduyu göndermedi mi?
Haydi, sokun orduyu Irak’a… PKK’yı toptan imha edip, vatan uğruna canını veren 6000 şehit evlâdımızın ruhunu huzura kavuşturalım; Türkiye Cumhuriyeti’ni tehdit etmek cüretini gösteren Barzani köpeğinin kellesini alalım. Amerika nedir ki, ateş olsa cürmü kadar yer yakar. Türk tarihini iyi bilirsiniz; bizim milletin uykusu biraz ağırdır ama uyandığı zaman önünde yedi düvel bile dayanamaz; icab ederse kadınıyla, erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla cepheye koşup savaşır. Coni’nin kısacık mazisi de bellidir, uyduruk Vietnam’dan bile sağlam çıkmayı becerememiştir. Varsa cesareti buyursun Anadolu’ya gelsin, Atsız Ata’nın dediği gibi “bizim için savaş düğündür”…
Kemal Aksungur
9 Nisan 2007
9 Nisan 2007