IRAN TÜRKLERI
12 Kasim 1968’de, saat 19 daki Radyo Ajans Haberlerinde ve ertesi günkü gazetelerde bildirildigine göre, Iran Disisleri Bakani Zâhidî, Tahran hava alaninda, bira yabanci gazetecinin sorusuna verdigi cevapta, bu iliskilerin geçmiste oldugu gibi dostluk ve kardeslik esaslarina dayanarak yürüdügünü söylemisti.
Türk – Iran iliskilerinin dostluk ve kardeslik temeline dayanarak yürümesini, elbette, biz de isteriz. Çünkü “Kalkinma Için Bölgesel Isbirligi” andlasmasinda Iran’la müttefik oldugumuz gibi, sinirdas bulunmakligimiz, ayni muhtemel tehlikelerden zarar görme durumunda olmamiz da bizi dostluga, ittifaka ve isbirligine sürüklemektedir. Iran’la kardesligimize gelince bunda da büyük bir gerçek payi oldugu muhakkaktir. Çünkü 25 milyonluk Iran’da Türkler 12 milyonla en büyük millî toplulugu teskil etmekte ve Fars, Arap, Kürt, Lor, Belüç gibi etnik unsurlar arasinda her alandaki cevvaliyetleri ile Iran’in âdeta bir Türk memleketi oldugu gerçegini ortaya koymaktadir. Unutulmamali ki bugün Iran’in hâkim unsuru farz olunan Farslar ancak 8–9 milyonluk bir kütleden ibarettir ve bu unsur, bundan önceki uzun yüzyillar boyunca daima Iran’daki Türk toplulugunun hâkimiyeti altinda yasamistir.
Iran 1042’de tamamen Selçuklularin hükmüne girip 12. asir sonlarina kadar bu hanedanin, daha sonra yine halis Türk olan Harzemsahlarin, Harzemsahlardan sonra Çengiz Hanedaninin bir kolu olan Ilhanlilarin, ilhanlilardan sonra Calayirlar, Karakoyunlular, Temirliler, Akkoyunlular, Safevîler, Afsarlar ve Kaçarlarin hâkimiyeti altinda kalmis ve bu hâkimiyet 1925 yilina kadar uzamistir. 1042 ile 1925 arasi 883 yil eder. Bir ülke 883 yil Türklerin elinde kalip da halkinin çogu Türk olunca süphesiz bir Türk memleketi sayilacaktir. Bir Türk memleketi oldugu halde zit ve yabanci bir ülke sayilmasinin tek sebebi ortaçaglardaki devlet kavraminda en mühim faktör sayilan mezhep ayriliginin dogurdugu araliksiz ve lüzumsuz kavgalardir. Tarihlerin Türk – Acem kavgasi diye gösterdigi Çaldiran meydan savasinda Türklügü temsil eden Yavuz Sultan Selim’in ordusunda 10.000 kadar devsirme yeniçeri vesaire bulundugu halde Acemligi temsil eden Sah Ismail’in ordusu yüzde yüz Türkmenlerden mürekkepti. Saray ve ordu dili Türkçe olan Iran’in fiilen olmasa bile resmen Farslasmasi 1925’te Pehlevî Hanedaninin Iran tahtina geçmesinden sonradir. Zâhidî’nin bahsettigi dostluk ve kardesligin dogru olmasi için yalniz Disisleri Bakanlarinin siyasî nezaket çerçevesindeki sözleri hiç süphesiz kâfi degildir. Bütün Disisleri Bakanlari, baska milletlerden bahsederken asagi yukari ayni seyleri söylerler. Dostluk ve kardesligin gerçeklesmesi, bütün milletçe olmasa bile, aydinlar ve basin tarafindan desteklenmedikçe hakikat olmus sayilmaz.
Iran’da hükümet kontrolünde oldugu herkesçe bilinen basinin Türkler hakkindaki düsünceleri hiç de kardesçe, hatta dostça degil, aksine düsmancadir. Örnek olarak son zamanlarda, üzerinde çok durulan bir Iran gazetesinin Âyendegân’in Türkiye’den bahseden makalesi gösterilebilir. Âyendegân, Türkiye’den “Don Kisotlar Ülkesi” diye bahsediyor. Doguda ve Batida Don Kisot karakterli bazi milletlerin bulundugu malumsa da Türklerin bunlardan biri olmadigi millî karakterleriyle sabittir ve bir ülkeyi bu sekilde adlandirmak herhalde dostça bir bakisin neticesi degildir.
Âyendegân, Türklerin büyüklük iddiasinda olduklarini, akilliliklariyla söhret sahibi olmak istediklerini, fakat temelden mahrum olan bu iddianin sirf bir taassup mahsulü oldugunu, bu milletin içindeki bazi bilgisiz kimselerin Pantürkizm hülyasiyla yasadigini, Türkçe konusan baska milletleri kendi
imparatorluklari içine katmak istediklerini yaziyor. Türklerin büyüklük iddiasi, böyle bir iddialari varsa, temelden yoksun degil, tarihî temellere dayanan bir düsüncedir. 1918 yilina kadar Türklerin araliksiz olarak büyük devlet halinde yasadiklari ve bazi asirlarda cihan birincisi olduklari da yine tarihî bir gerçektir. Farâbî’yi yetistiren bir millete “akilliliklariyla söhret sahibi olmak isteyenler” demek ilmî degerden mahrum, hakikatle ilgisiz bir iftiradir.
Âyendegân’in bilgisiz kimseler diye bahsettigi Pantürkistlerin “Türkçe konusan baska milletleri kendi imparatorluklarina katmak” istemeleri ise düzeltilmeye muhtaç bir yanlistir. “Türkçe konusan baska milletler” yeni icad bir nazariye olacaktir. Çünkü Türkçe konusanlarin Türk oldugu bütün dünya ilim âlemince kabul edilmis, mantikin ve tarihin destekledigi bir hakikattir. Âyendegân, Iran Türkleri olan Azerilerin Türkmenlerin ve Kaskaylarin “Türkçe konusan baska milletler” oldugunu anlatmak istiyorsa bu fahis yanlisi düzeltmeye kalkmak bile abestir. Aslinda Fars olan bu Azeri, Türkmen ve Kaskaylarin Mogol istilasi sirasinda zorla Türkçe konusmaya mecbur edildigi hakkinda Iran okullarinda ögretilen tarih bilgileri üzerinde ise söz söylemeye imkan yoktur. Anlasilmayan, tarihî bir sir olarak kalan nokta, Mogollarin Farslari niçin Mogolca degil de Türkçe konusmaya icbar ettikleridir.
Âyendegân’in dostluk ve kardeslige asla yakismadigi gibi gerçekle ve mantikla bagdasamayan bir iddiasi da, Türklerin büyüklük duygusuna kapilarak birçok Ermeni’yi yok ettikleri hakkindaki sözleridir. Herhalde Birinci Cihan Savasi sirasindaki olaylara dokunmak istiyor. O Ermeni hâdiseleri büyüklük duygusundan degil, var olma direnisinden dogmustur. Ölüm – dirim savasina girmis olan Türkiye’yi Ermeniler arkadan vurmak istemislerdi. Ihanet eden tebaalara karsi bütün devletlerin yapacagi muameleyi Türkler de yapmislardi. Ya Ikinci Dünya Savasinda ve bir de iki yil önce Farslarin Siraz bölgesindeki Kaskay Türklerine karsi giristigi yok etme harekâti neydi? Iran’in güneyinde Farsligin ortasinda, bir ada halinde yasayan bir iki yüz binlik Kaskay Türkleri hangi düsmanla isbirligi yapmis veya Iran’in hangi hayatî çikarini tehlikeye koymustu? Görülüyor ki tarihe mal olmus olaylari lüzumsuz yere kurcalamak faydasizdir. Hele bunlarin haksiz sekilde tefsiri geriye tepen silah tesiri yapar. Iran gazetesinin unutmamasi gereken nokta sudur: Türkiye, çevresinde düsman devletler olsa bile kendisini koruyacak kudrette oldugunu uzak ve yakin tarihiyle ispat etmis bir devlettir. Iran ayni durumda degildir ve Iran’i devlet halinde yasatan güç Imam Riza’nin türbesi veya Firdevsi’nin Sehnâmesi degil, 12 milyonluk saglam, enerjik, mütesebbis ve cesur nüfusu ile Iran Türkleri’dir. Iran’in kendi devlet baskanlari olarak saydigi Tugrul Begler, Alp Arslanlar, Meliksahlar, Sancar-Mâziler, Sah Ismâiller, Tahmasblar, Nadir Sahlar ve onlarin ordulari tamamiyle Türktür. Iran edebiyatini tesvik
ve mükâfatlari ile gelistirenler Türk hükümdarlaridir. Fars edebiyati sairlerinin mühim bir bölümü de Türk irkindan kimselerdir. Hele Ikinci Cihan Savasi’nin kritik günlerinde, Iran Ruslar’la Ingilizler tarafindan istilâ edilir ve Pehlevî Hanedaninin kurucusu “Büyük Sah Riza Pehlevî” esir edilerek sürgüne gönderilirken Basra Körfezi’nde kuvvetli Ingiliz filosuna küçük birkaç savas gemisiyle karsi koyarak sehid olan Iran amirali “Bayindir” da, adindan da anlasilacagi üzere, Türk’tü. Zaten bu muhtesem deliligi de ancak bir Türk yapabilirdi.
Zâhidî’nin bahsettigi Türk – Iran dostlugunun gerçeklesmesi bir takim sartlara baglidir. Bu sartlarin basinda iki taraftaki basinin rolü ile Iran Türklerine karsi gösterilen muamele çok mühimdir. Basin hem umumî efkâri temsil etmek, hem de halka yol göstermek bakimindan bu dostlukta güçlü bir faktördür.
Simdiye kadar Türk basininda Iranlilari kiracak sistemli bir yayin görülmemistir. Türk basini Iraniniki gibi baski ve sansür altinda bulunmayip hür oldugu halde Iran düsmanligi yapan bir gazeteye rastlanmamistir. Aksine, gerek gazeteler gerekse dergiler Iran’i, Iranlilari, özellikle Iran saray çevresini memnun edecek yazilar yazmistir. Iran’da, bir taraftan lüks ve sefahat yapildigi ve memleketin bütün servetinin birkaç yüz aile tarafindan paylasildigi, öte yandan sokaklara dökülmüs sefaletin acikli manzaralar arzettigi sol temayüllü bazi gazeteciler tarafindan dile getirilmisse de bunda pek fazla yalan ve yanlis yoktur. Türk basini, sirf ittifak baglarina duydugu saygi dolayisiyla bu meseleleri daha fazla kurcalamaktan çekinmis, Iran’in iç isi sayarak üzerinde durmamistir. Üzerinde durulan konu, Iran’in genç ve güzel kraliçesi Ferah Dibâ’nin zarafeti, meziyetleri, sosyal konularla ilgisi gibi meseleler olmustur. Bu arada Iran sahina da genis yer verilmis, hakkinda övücü yazilar yazilmis, ilk iki evlenmesinde bahtiyar olmadigi için kendisine karsi sefkat ve sempati duyulmustur.
Iran hükümetinin bir yandan Türkiye ile dost ve müttefik geçinirken öte yandan Türkiye’de ögrenim yapmak isteyen Türk asilli Iran ögrencilerine pasaport vermemesi, buna karsilik herhangi bir Avrupa ülkesinde gidenlere hiçbir sinir konulmamasi dikkatten kaçacak gibi degildir. Bu gençlerin Türkiye’de Türkçülük ve Turancilik ülküleriyle asilanmalarindan korkuyorlarsa bunun çaresi Türklere Türkiye kapilarini kapamak degil, onlari Iran’a isindiracak formülleri bulup uygulamaktir. Dokuz yüzyildan beri Iran’a hâkim olan Türklerin birdenbire bir sihirbaz degnegiyle mahkûm duruma düsüvermeleri herhalde onlar tarafindan kolaylikla ve baski ile kabul olunacak bir sey degildir.
Âyendegân’in Türklere bir takim kusurlar yakistirmasi ve Türkiye’de Turancilik fikirleri revaçta oldugu için bu memleketi Don Kisotlar ülkesi diye tarif etmesi, sirça köskte oturanlarin komsularina tas atmasi cinsinden tehlikeli bir davranistir. Çünkü is karsilikli suçlamalara dökülünce bundan zararli çikacak olan herhalde Türkler olmayacaktir. Türkiye’de Pantürkizm düsüncesi bütün Türkleri (Âyendegân’in tabiriyle Türkçe konusan milletleri) birlestirmek gayesini güder. Bu gaye tarihte birkaç defa gerçeklesmistir. Selçuklu Alp Arslan ve Meliksah zamanlarinda Iran ile Türkiye tek devlet halinde yasiyorlardi ve basinda Selçuklu Hanedani bulunan, baskenti Rey veya Isfahan sehirleri olan bu devlet süphesiz bir Türk devletiydi. Iste bugün Iran’da Türkçe konusan Azeriler ve baska Türkler, Iranli dostlarinin mizah konusu olacak iddialari gibi Mogollar’in zorla Türkçe konusturduklari Farslar degil, Selçuk Devletinin dayandigi unsur olan Türklerin torunlari, yani Iran’in dünkü hâkimleridir. Türklerin Pantürkizm ülküsünü gütmeleri bir kusursa Iranlilarin panaryanizm düsünceleri nedir? Pantürkizm, gerçeklesebilir bir ülkü oldugunu ve yalniz Türkleri düsündügü halde Fars, Kürt ve Ermenileri içine almak hayalindeki panaryanizme ne demeli? Hele Farslarla Ermenilerin birlesmesi gibi asla gerçeklesemeyecek olan bir düsüncenin ardindakiler nasil insanlardir? Pantürkistler kendi tarihleri hususunda hiçbir mugalata veya mübalagaya kapilmis degillerdir. Buna ihtiyaçlari olmadigi da malumdur. Ya geçende kutlanan “Iran’in 2500 üncü yil dönümü” nedir? Acaba ortada gerçekten 2500 yillik bir devlet var mi? Iranli müttefiklerimizi gücendirmek pahasina olsa da böyle bir devletin bulunmadigini söylemeye mecburuz. Medyalilari Iranli saysak bile Medyalilarla Perslerin kisa süren hakimiyetlerini Iskender istilâsi yok edip Iran uzun süre Makedonyalilarin esareti altinda kalmamis miydi?
Makedonya hakimiyetine son veren Partlarin Fars olmadigi muhakkak olmamakla beraber bunlari da Iran kadrosuna alsak ve Sasanlilarla birlikte hesap etsek dört bes asir süren bu devreyi Araplar sona erdirip ondan sonra Iran haritadan silinmemis miydi?
Asirlardan sonra kurulan ve Iran’in ancak bir parçasina hâkim olabilen Samanlilar, Saffarlilar, Büveyliler de nihayet Iran’i bütünüyle Türklere birakmamislar miydi? Arada asirlarca süren Makedonya, Arap ve Türk hakimiyetleri bulunan bir ülkeyi 2500 yillik Fars devleti saymak herhalde tarihe “seni saymiyorum” demekle birdir. Hele adinin “Muhammed Riza” oldugu bütün dünya tarafindan bilinen simdiki Iran sahinin “Aryamihr” (yani Arya günesi) adiyla anilmasi Islâmiyetten önceki Iran tarih ve kültürüne çekilen özleyisin ifadesinden fazla bir mânâ ifade etmez. Bizim tarihimizde buna benzer mübalegalar yoktur.
Mustafa Kemal Pasa, “Atatürk” adini soyadi olarak almistir. Sunu da unutmamali ki o Sakarya ve Dumlupinar meydan savaslarini kazanmis bir kumandan, mahvoldu sanilan bir milleti kalkindiran devlet adamiydi. Tehlike anlarinda ülkesini birakip gitmis ve bu unvani durup dururken almis degildi. Iranli müttefiklerimizin bizi tenkit veya hicvederken kendilerinin toz kondurulacak taraflari bulunmamasi icab ederdi. Meselâ, dost bir devlet, kendi sinirlari içinde bulunan 12 milyon Türk’e baska türlü muamele etmeliydi. Iran’in en özlü ve savasçi unsuru olan Türklerin o ülkedeki 50–60 bin Ermeni’nin yararlandigi azinlik haklarindan faydalanmasinin önlenisi Türk denilince ödü patlayan bir devletin basvuracagi çaredir. Farslar’in beyninde Sehnâmedeki masallar yer etmis oldugu için kuzeylerindeki Azerbaycan’da bir “Turan” ve her Türk’te de bir “Afrâsiyab” görmek kuruntusundan kendilerini kurtaramiyorlar.
Halbuki devlet ve onun politikasi kuruntularla degil, gerçek müttefikleri ve saglam dostlarla hakiki düsmanlari kavrayabilmek hüneriyle yürütülür.
Türkiye’de hiçbir Iran düsmanligi bulunmamasina karsilik müttefikimiz Iran’in suuraltinda bazi karanlik noktalarin bulundugu muhakkaktir.
Iranlilara, geleceklerinin Türk dostluğuna bagli bulunduğunu, Türk düsmanliginin Iran’in lehinde olmayacagini hatirlatmak ise dostça bir uyarmadan baska bir sey degildir.
Ötüken, Ocak – 1970 -Atsız