Türkiye’de çoğu kez etnik kimlikle dinsel kimliğin karşıtırıldığına tanık olmaktayız. Bu cümleden olarak Aleviliğin, çoğu kez apayrı bir etnik kimlik gibi düşünüldüğü de görülmektedir. Aleviliği, büyük çoğunluğu Türkçe konuşan insanların mensup olduğu ayrı bir etnik kimlik olarak gösterme yönünde bilinçli çabaların varlığı da söz konusudur. Bu çabaların amacı Türkiye’de büyük çoğunluğu oluşturan Türk / Türkmen toplumundan ayrı Türkçe konuşan ikinci bir topluluk meydana getirmek, böylece ulusal birliği parçalamak adına yapay fakat kalıcı sınırlar oluşturmaktır. Alevilere dinsel kimlikleriyle birlikte etnik bir kimlik dayatma çabalarının varmak istediği noktalardan biri de Türkiye’deki bölücü devinimlere güç kazandırmaktır. Türklük duygu ve bilincini zayıflatıp Ulusal devlet sistemini tasfiye etme ve Türkiye’yi “ Türkiye” olmaktan çıkarıp Anadolu, daha sonra da “ Anatolia “ haline getirmek için sergilenen çalışmaların birincil hedef kitlesi olarak da maalesef Alevi toplumu seçilmektedir. Bu nedenle Alevilerin etnik kimliğinin saptanması ve bu etnik kimlik doğrultusunda Alevilerin ulusal birliğe sarılmalarının sağlanması Türkiye’nin ve Türklüğün geleceği açısından yaşamsal bir öneme sahiptir.
Son dönemde Alevi toplumunda ulusal kimliğin güçlenmesi ve ulusal bilincin yükselmesi anlamında sevindirci gelişmeler yaşanmaktadır. Türklük bilincinin mezhepsel / dinsel bilincin önüne geçmesi, ulus / devlet örgütlenmesi bakımından da son derce önemlidir. Modern toplum olmanın gereklerinden biri de ulusal kimliğin en önemli kimlik olarak kabulü gelmektedir. Büyük Atatürk’ün kurduğu laik, demokratik ve Türklük esasına dayalı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yanlış bulduğumuz kimi özelliklerine karşın Türkler için mevcut en iyi sistem olduğundan kuşku duymuyoruz. Türkiye’deki Alevi / Bektaşi toplumunun geleneksel olarak Atatürkçü ve laik bir karaktere sahip olduğu malumdur. Bu bağlamda Alevi / Bektaşilerin Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel teminatlarından biri olduğu da ortadadır. Ancak Alevi / Bektaşi toplumuna mensup olup Zazaca ve Kürtçe konuşan toplulukların etnik kimlik anlamında son derece zararlı propagandalara maruz bırakıldığı hatta bu propagandadan Türkçe konuşan Alevi / Bektaşi gençlerinin de etkilendiği görülmektedir. Bu propagandaların özneleri arasında özellikle Kürtçüler ve etnernasyonalist sosyalist akımlara mensup kişi ve çevreler öne çıkmaktadır. Alevi / Bektaşilere Kürtlük, Zazalık propagandası yapmak tarihsel ve sosyolojik gerçekleri saptırmaya çalışmaktır. Bu menfi çalışmaların failleri, sözde Türk milliyetçilerinin geçmişte ve bugün yürüttüğü yanlış politakaları da çok iyi bir biçimde kendi lehlerine kullanmaktadırlar. Türkiye’de sözde Türk milliyetçisi kimi çevrelerin yanlış politikaları yüzünden Alevi / Bektaşi toplumunun büyük bir çoğunluğunda ulusçuluğa ve Türklük kimliğine karşı bir soğukluk bulunduğu gözlemlenmektedir. Bu soğukluğa rağmen Alevi / Bektaşi toplumunun içinden gelen kimi saygın araştırmacıların son derece yaşamsal öneme sahip kimi araştırmalara imza attıklarına tanık olmaktayız. Alevi / Bektaşi toplumuna deyim yerindeyse Türklük kimliğini anımsatma, Kürtçe ve Zazaca konuşan Alevilerin de aslında Türk / Türkmen kökenli olduklarını kanıtlama uğraşları ulusal birik ve ulus / devletimiz açısından ayakta alkışlanmaya ve her türlü övgüye değer yurtseverlik örnekleridir. Bu bağlamda öne çıkan en önemli araştırma ve çalışma, Alevi toplumunun saygın simalarından Cemal Şener’e aittir. Cemal Şener’in, “ Alevilerin Etnik Kimliği / Aleviler Kürt mü ? Türk mü ? “ adını taşıyan kitabı çok önemli bir konuya açıklık getirmesi açısından son derece dikkat çekicidir. Yine Alevi toplumunun önde gelen araştırmacılarından İsmail Onarlı’nın “ Osmanlı – Türkmen İlişkisi ve Çelişkisi “ ve “ Osmanlı – Kürt İttifakı ve Türkmen Katliamı “ başlıklı makaleleri son derece aydınlatıcıdır.
Son dönemde Alevi toplumunda ulusal kimliğin güçlenmesi ve ulusal bilincin yükselmesi anlamında sevindirci gelişmeler yaşanmaktadır. Türklük bilincinin mezhepsel / dinsel bilincin önüne geçmesi, ulus / devlet örgütlenmesi bakımından da son derce önemlidir. Modern toplum olmanın gereklerinden biri de ulusal kimliğin en önemli kimlik olarak kabulü gelmektedir. Büyük Atatürk’ün kurduğu laik, demokratik ve Türklük esasına dayalı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yanlış bulduğumuz kimi özelliklerine karşın Türkler için mevcut en iyi sistem olduğundan kuşku duymuyoruz. Türkiye’deki Alevi / Bektaşi toplumunun geleneksel olarak Atatürkçü ve laik bir karaktere sahip olduğu malumdur. Bu bağlamda Alevi / Bektaşilerin Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel teminatlarından biri olduğu da ortadadır. Ancak Alevi / Bektaşi toplumuna mensup olup Zazaca ve Kürtçe konuşan toplulukların etnik kimlik anlamında son derece zararlı propagandalara maruz bırakıldığı hatta bu propagandadan Türkçe konuşan Alevi / Bektaşi gençlerinin de etkilendiği görülmektedir. Bu propagandaların özneleri arasında özellikle Kürtçüler ve etnernasyonalist sosyalist akımlara mensup kişi ve çevreler öne çıkmaktadır. Alevi / Bektaşilere Kürtlük, Zazalık propagandası yapmak tarihsel ve sosyolojik gerçekleri saptırmaya çalışmaktır. Bu menfi çalışmaların failleri, sözde Türk milliyetçilerinin geçmişte ve bugün yürüttüğü yanlış politakaları da çok iyi bir biçimde kendi lehlerine kullanmaktadırlar. Türkiye’de sözde Türk milliyetçisi kimi çevrelerin yanlış politikaları yüzünden Alevi / Bektaşi toplumunun büyük bir çoğunluğunda ulusçuluğa ve Türklük kimliğine karşı bir soğukluk bulunduğu gözlemlenmektedir. Bu soğukluğa rağmen Alevi / Bektaşi toplumunun içinden gelen kimi saygın araştırmacıların son derece yaşamsal öneme sahip kimi araştırmalara imza attıklarına tanık olmaktayız. Alevi / Bektaşi toplumuna deyim yerindeyse Türklük kimliğini anımsatma, Kürtçe ve Zazaca konuşan Alevilerin de aslında Türk / Türkmen kökenli olduklarını kanıtlama uğraşları ulusal birik ve ulus / devletimiz açısından ayakta alkışlanmaya ve her türlü övgüye değer yurtseverlik örnekleridir. Bu bağlamda öne çıkan en önemli araştırma ve çalışma, Alevi toplumunun saygın simalarından Cemal Şener’e aittir. Cemal Şener’in, “ Alevilerin Etnik Kimliği / Aleviler Kürt mü ? Türk mü ? “ adını taşıyan kitabı çok önemli bir konuya açıklık getirmesi açısından son derece dikkat çekicidir. Yine Alevi toplumunun önde gelen araştırmacılarından İsmail Onarlı’nın “ Osmanlı – Türkmen İlişkisi ve Çelişkisi “ ve “ Osmanlı – Kürt İttifakı ve Türkmen Katliamı “ başlıklı makaleleri son derece aydınlatıcıdır.
Bilindiği gibi Alevi / Bektaşilerin büyük çoğunluğu Türkçe konuşan ve Türk / Türkmen etnik kimliğine sahip bir topluluktur. Yüzde olarak söyleyecek olursak bu oran yüzde doksan beş civarındadır. Türkçenin yanısıra Kürtçe veya Zazaca konuşan Alevilerin de aslında büyük çoğunluğunun Türk / Türkmen olduğu sosyolojik bir gerçektir. Bu gerçeğin açığa çıkması için yapılan çalışmalara zemin teşkil eden en önemli unsurlardan biri Kürtçe veya Zazaca konuşan Alevilerin ibadet / ritüel dili olarak Türkçe kullanmalarıdır. Nitekim araştırmacı Martin Van Bruınessen bu özelliğe dikkat çekmekte, ibadet / ritüel dili olarak neredeyse yalnızca Türkçe kullanan ve çoğu Türkçe aşiret adlarına sahip Kürtçe ve Zazaca konuşan Alevilerin varlığına işaret etmektedir.(26)
Bu toplulukların ibadet dili olarak Türkçeyi kullanmalarının ve Türkçe aşiret adlarına sahip olmalarının tarihsel ve sosylojik köklerinin bulunduğu muhakkaktır. Bu tarihsel ve sosyolojik köklerin Sünni Osmanlı ile Alevi Türkmenlerin ilişkilerinde aranması gerekmektedir. Bilindiği gibi Alevi Türkmenlerle Osmanlı sürekli bir mücadele içerisinde olmuştur. Bu mücadelenin özellikle Yavuz Sultan Selim döneminde başladığı, Safevi Türk Kızılbaş Devleti ile birlikte doruğa ulaştığı nakledilmektedir. Türkmenlerin bu mücadeleden katliama uğrayan, sürgün edilen taraf olarak çok ağır bedeller ödeyerek mağlup çıktığı tarihçilerce belirtilmektedir.
Bilindiği gibi Osmanlı’nın Türkleştirme diye bir siyaseti olmamıştır. Bu bağlamda Anadolu’da Kürtlerin veya Zazaların Türkleşmesi diye bir durum tarihin hiçbir döneminde olmadığı gibi Osmanlı döneminde de olmamıştır. Osmanlı hiçbir zaman Kürtleri veya Zazaları ya da Ermenileri Türkleştirme uğraşı içerisinde olmamış fakat siyasal nedenlerden dolayı yürüttüğü Alevi Türk / Türkmen karşıtlığı politikası nedeniyle Alevi Türkmenlerin Kürtleşmesine zemin hazırlamıştır. Bu husus gerek Cemal Şener’in kitabında gerekse İsmail Onarlı’nın makalelerinde çok net bir biçimde ortaya konulmaktadır.
Özellikle Dersim / Tunceli Alevilerinin büyük çoğunluğunun Osmanlı baskı ve katliamından canını kurtarmak için kaçan ve kuş uçmaz kervan geçmez diye tabri edilen dağlık bölgelere çekilen ve böylece Kürt ve Zazalarla içiçe bir yaşam sürmek zorunda kalan, zamanla Türkçeyi unutup Kürtçe veya Zazaca konuşmaya başlayan Türkmenler olduğu yukarıda adını verdiğimiz araştırmacıların yapıtlarında kanıtlanmaktadır.
Alevi toplumu üzerine yaptıkları araştırma ve çalışmalarla tanınan Martin Van Bruınessen, İrene Melikoff ( 27 ) gibi araştırmacılar da aynı şekilde Kürtçe veya Zazaca konuşan Alevilerin büyük çoğunluğunun Türkmen kökenli olduğunu belirtmektedirler. Bu konuda yani Türkmenlerin Kürtleşmesi veya Zazalaşması konusunda Ziya Gökalp’in de çalışmaları mevcuttur. ( 28 ) Ancak Gökalp’in siyasal anlamda Türkçülük akımının ideologlarından olması dolayısıyla nesnelliğinden kuşku duyulmaktadır. Gerçi bizce bu kuşku yersizdir. Ancak koşullanmış kimi çevrelerin Kürt ve Zaza Alevilerinin büyük çoğunluğunun Türkmen olduğu gerçeğini Gökalp’i esas alarak kabul etmelerinin olanaksızlığı ortadadır. Hatta Türkiye’de Gökalp’in bu çalışmalarının yakın zamana değin özellikle Kürtçüler tarafından alay konusu bile yapıldığı düşünülecek olursa ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır. Ne var ki bu konuda Gökalp yalnız değildir. Çok şaşırtıcı bir destekçisi bulunmaktadır. Siyasal Kürtçülüğün öncülerinden olan ve terör örgütünün elebaşılığını yürüten Abdullah Öcalan bile Gökalp’e katılmakta; kimi Türkmen aşiretlerinin Kürtleştiğini belirtmektedir. ( 29 ) Gökalp’in savını destekleyen diğer araştırmacıların tavrı bir tarafa Abdullah Öcalan’ın söyledikleri gerçekten çok etkileyici ve şaşırtıcıdır.
Kürtçe veya Zazaca konuşan Aleviler, sadece Dersim’de / Tunceli’de değil, Sivas, Erzincan, Elazığ, Malatya ve Muş’da da bulunmaktadır. Bu illerdeki Alevi nüfus da Dersimdekiler gibi ritüel dili olarak Türkçeyi kullanmaktadırlar. Cemlerde okunan gülbanklar, deyişler / nefesler Türkçedir. Bu durum onların da büyük çoğunluğunun Türk / Türkmen orjinli olduklarının kanıtlarındandır. Cumhuriyet tarihinin önemli siyasal hareketlerinden Koçgiri ayaklanmasının özneleri olan Koçgiri aşireti veya aşiretler topluluğu da aslında Türkçenin yanısıra Kürtçe de konuşan Alevi Türkmenlerden oluşmaktadır. ( 30 ) Tarihçi Ömer Lütfi Barkan, İrene Melikoff ve yine tarihçi Baki Öz, Koçgiri aşiretinin ya da aşiretler topluluğunun Türk / Türkmen kökenli olduğunu belirtmektedirler. Yine Dersim’deki aşiretlerden Şeyh Hasan, Balaban, İzol, Hormek, Şadi, Kureyşan, Bameseran aşiretlerinin Zazaca konuşan Alevi Türkmenler olduğu, bu aşiretlerin yüzyıllar önce, bir Türkmen diyarı olan ve halen de Güney Türkmenistan diye anılan Horasan’dan geldikleri belirtilmekte ve bu görüş özellikle bölgedeki temel seyit soyları tarafından kabul edilmektedir. Bingöl, Muş, Varto’da yaşayan çoğu Hormek, Lolan ve Balaban aşiretine mensup Aleviler de kendilerini Türk kabul etmektedirler. (31)
Kürtçe veya Zazaca konuşan Alevilerin Türk / Türkmen kökenli olduklarını savunan önemli kişiliklerden biri de aslen Pülümür kökenli dikme dede Pir Ahmet Dikme’dir. “ Haykırıp Duyuramadıklarım “ adlı kitabında bu husustaki görüşlerini çok çarpıcı biçimde açıklamaktadır. Dersim bölgesindeki Alevilerin Horasan’dan gelen Türkmenler olduğunu söyleyen Pir Ahmet Dikme, söz konusu aşiretleri Harzemşahlılarla ilişkilendirmektedir. (32)
Bu konuda öne çıkan diğer araştırma ve çalışmalardan zikretmemiz gerekenler; Cevdet Türkay’ın “ Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatlar “ adlı kitabı ve toplumbilimci Mehmet Eröz’ün “ Doğu Anadolu’nun Türklüğü “ isimli çalışmasıdır. Yine konu ile ilgili çok önemli bir belge de Dersim Milletvekili Hasan Hayri Bey’in 1921’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı tarihsel konuşmadır. Hasan Hayri Bey bu konuşmasında;
Harzem’den gelen ve Türkçe konuşan atalarına Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat’ın buralara yerleşme izni verdiğini, Yavuz Sultan Selim zamanında Harzemli Alevi Türklerin can güvenlikleri nedeniyle Dersim dağlarına çekilmek zorunda kaldıklarını ve bu tecrit sonucunda kendilerini gizlemek için Kürtçe öğrendiklerini, süreç içinde Türkçeden uzaklaşarak Kürtleştiklerini belirtmektedir. ( 33 )
Alevilerin Etnik Kimliği adlı çalışmasında Cemal Şener; Kürtçe veya Zazaca konuşan Alevilerin özellikle yaşlı kesiminin, kendilerinin Türk olduklarını, Horasan’dan geldiklerini söylediğini nakletmektedir. Fakat genç kesimin son yıllarda güçlenen Kürtçülük hareketi ve sol rüzgarlar nedeniyle kendilerini Kürt addettiklerini oysa bunun siyasal bir Kürtlükten başka bir şey olmadığını belirtmektedir. ( 34 )
Alevi / Bektaşi toplumunun büyük çoğunluğunun Türk / Türkmen olduğunu bu çalışma boyunca defalarca yineledik. Zazaca ve Kürtçe konuşan Alevilerin de gerçekte Türk / Türkmen oldukları, yapılan bilimsel araştırmalarla ortaya çıkmaktadır. Bu durum, aslında Alevilikle Türklüğün sosyolojik ve tarihsel olarak nasıl özdeşleştiğini de gözler önüne sermektedir. Ancak bu sözümüz, bizim Aleviliği, sadece Türklere özgü bir dinsel yapılanma biçiminde değerlendirdiğimiz anlamına gelmemelidir. Tekrar ifade edelim ki, Alevilik evrensel bir inançtır. Her ulustan insanın benimseyebileceği dinsel bir sistemdir.
Nitekim ülkemizde ve ülkemizin kültürel bir uzantısı olan Balkanlarda Türk kökenli olmayan az sayıda da olsa Alevi / Bektaşi topluluklar bulunmaktadır. Arnavut, Boşnak, Sırp, Bulgar, Rum gibi değişik halklara mensup Alevi / Bektaşiler, Aleviliğin Türklere özgü olmadığının bir göstergesidir. Ülkemizde, özellikle Adana, Hatay gibi illerimizde yaşayan ve kendilerini “ Alawi “ olarak niteleyen, Arapça konuşan ve Nusayri adı verilen bir topluluk da bulunmaktadır. Nüfusları yaklaşık olarak 500 bin civarında olan Nusayriler, Anadolu Alevi / Bektaşilerinden çok farklı özelliklere sahiptirler. Sözgelimi onlarda Anadolu Aleviliğinin en önemli özelliklerinden olan semah, yedi ulu ozan, Hünkar Hacı Bektaş Veli gibi dinsel, kültürel figürler bulunmamaktadır. “Kitab’ul Mecmu’” adında bir kitapları da vardır ki bu kitabın Anadolu Aleviliği açısından kaynak olma bağlamında bir işlevi yoktur. Kutsal günler bakımından da çok büyük farklılıklar bulunmaktadır. Ancak yine de Nusayriler, Anadolu Alevi / Bektaşilerine en yakın topluluklar arasında yer almaktadırlar.
Türkiye’de Alevilerin nüfusunun ne kadar olduğu konusunda elde sağlıklı bir veri yoktur. Ancak yine de kimi tahminler yapılmaktadır. Bu tahminler, 10 milyondan başlayıp 25 milyona kadar çıkarılan sayılarla ifade edilmektedir. Türkiye’ye müzakere tarihinin verildiği Avrupa Birliği belgelerinde 12 – 15 milyon şeklinde bir tahmin dile getirilmektedir. Bizce bu sayının 20 milyondan az olması olanaksızdır. Alevi / Bektaşilerin büyük çoğunluğunun hala kimliklerini gizleme ihtiyacı hissettikleri düşünülürse gerçek sayının tespitinin ne derece zor olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğu aslında asimile olarak Sünnileşmek zorunda kalan Alevilerden oluşmaktadır. Selçuklu ve Osmanlı döneminde Anadolu ahalisinin çoğunluğunun Alevilerden oluştuğu tarihçiler tarafından belirtilmektedir. Osmanlı tarih yazarı Jorga’nın yapıtında kaydettiği bir Venedik belgesinde bu konuda dikkat çekici bir bilgiye rastlamaktayız. 8 Şubat 1514 tarihli bir kayda göre Osmanlı Anadolusunda halkın yaklaşık beşte dördünün / yüzde sekseninin Şii / Alevi olduğu ortaya çıkmaktadır. ( 35)
Bu oranın 18. – 19. asra değin pek değişmediğini tahmin etmekteyiz. Ama o tarihlerden bu yana oranın hızla Alevilerin aleyhine değiştiği, asimilasyonun Osmanlı’nın son dönemlerinde; özellikle de Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının ardından Bektaşilere karşı uygulanan baskı, sürgün ve sindirme hareketleriyle iyice hız kazandığı muhakkaktır. Asimilasyonun Cumhuriyet döneminde de sürdüğü bilinmektedir. Atatürk’ün tüm laik, çağdaş, cumhuriyetçi politikalarına karşın özellikle onun ölümünün ardından ve büyük kentlere yaşanan göçlerin sonrasında ciddi sayıda Alevinin asimile olduğu / Sünnileştiği tahmin edilmektedir. 1980 ihtilali sonrası Alevilere yönelik asimilasyoncu politikanın eşine az rastlanır biçimde hız kazandığı malumdur.
Tüm bu çabalara karşın hala Türkiye’de çok ciddi sayıda Alevi nüfus bulunmaktadır. Alevi olmadığı halde belki de Alevi bir geçmişe sahip olmalarından ötürü Aleviler gibi yaşayan Sünnileri de hesaba kattığımızda Alevilerin nüfusu ve gücünün tahmin edilenden çok daha fazla olduğu görülecektir.
Alevi / Bektaşilerin etnik kimliği bu denli apaçık bir biçimde ortadayken onları azınlık olarak nitelendirmeye çalışmak vahim bir hata değilse ihanetten başka bir şey olamaz. Türkiye Cumhuriyeti, ulusal kimlik temelinde kurulmuştur. Dinsel, mezhepsel kimlik temelinde değil. Alevi / Bektaşilerin ulusal kimliği de Türklük olduğuna göre hangi sebeple azınlıktan söz edilebilir? Alevi / Bektaşiler, Türkiye nüfusunun ezici çoğunluğunu oluşturan Türk / Türkmen kökenli sosyal gruba mensuptur. Yani çoğunluğun bir parçasıdır. Bu devlet, sadece Sünni Türklerin değil, Alevi / Bektaşi Türklerin de devletidir. Daha doğrusu devlet, ne sünnilerin ne de Alevi / Bektaşilerin devletidir. Bu devlet Anadolu Türk ulusunun devletidir. Ayrıca belirtelim ki, hiçbir Alevi / Bektaşi kendini azınlık olarak görmemektedir.
Gelelim Alevi nüfusun yaşadığı illere…
Türkiye’de Alevi nüfusun yoğun olarak yaşadığı iller; Tokat, Çorum, Amasya, Yozgat, Nevşehir, Kırşehir, Sivas, Erzincan, Tunceli, Elazığ, Malatya, Adıyaman, Kahramanmaraş’tır. Bu illerin dışında Türkiye’nin hemen hemen her bölgesinde Alevi nüfus bulunmaktadır. Trakya, Ege ve Akdeniz bölgesinde ciddi oranda Alevi nüfus meskundur. Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde ise oldukça az sayıda Alevi yaşamaktadır. Kırdan kente göç nedeniyle özellikle büyük kentlere ( İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Mersin, İzmit ) Anadolu’dan büyük kitleler halinde Alevi nüfusun geldiği bilinmektedir. Yurt dışında; Avrupa, ABD ve Avustralya’da da Türkiye’den giden gurbetçi tabir edilen Alevi Türkler de bulunmaktadır. Yine ayrıca Balkan ülkelerinde ciddi sayıda Alevi / Bektaşi Türk, Arnavut, Boşnak vb. topluluklar vardır. İran’da ise Şiilerden ayrı ehlihak adı verilen Alevi bir topluluk vardır. Afganistan’da kendilerini Kızılbaş olarak niteleyen bir Türk topluluğu mevcuttur. Son olarak da Irak’ta, Kerkük ve çevresinde az sayıda da olsa Bektaşi nüfusun bulunduğunu belirtelim.