İşte bütün çırpınmalarımız bu yobazlığın, bu dehşet verici görüntülerin 21. yüzyıl Türkiye’siyle de özdeşleştirilmemesi için…
AB’ye girelim girmeyelim, medeni dünyanın Türkiye’yi; insanları din adına, İslâm adına idam eden, kolunu bacağını kesen, kadını önce türbana; sonra kara-çarşafa ya da burkaya sokmak için dini kullanan ve bir adım ötesinde kadının yalnız başına evden çıkmasını, araba kullanmasını, çalışmasını yasaklayan anlayıştaki ülkelerden olmaması için…
Suudi Arabistan gibi, kadının sözünü söz saymayan, onun adına ailesinden bir erkeğin konuşmasını isteyen, İran gibi, erkeklerle konuştu diye yüzlerce kadını aynı anda hapse atan ülkelere benzememesi için…
Din istisman bir kere başlayıp devlet kurumlarına ve yönetimine karıştırıldığı zaman olaylar türbanla bitmiyor. Papazlar öldürülüyor, yobazlar başı açık kadınlara saldırıyor.
Konya’da Hz. Muhammed karikatürlerine tepki yürüyüşü yapan, saçı sakalına karışmış, görüntüsü aynen “kadınları recm eden yobazlar”a benzer bir grup, kadın gazeteciye sataşmış, başı açık olduğu için “toplumu tahrik ettiğini” ileri sürerek ve ona “kahpe”, “kafir” diye bağırarak taş atmış. O arada mikrofondan Kur’an okunduğu duyulmuş.
Tesadüf olamaz
Eksiksiz bir “vurun kahpeye” dönemi başlatıldı. Bunlar tesadüf olamaz ve uzun süredir gelişmeleri endişeyle izleyen halkın, Başbakan ve bakanlarının “türban, imam hatipler, yargı kararları” gibi konulardaki tehditkar, kışkırtıcı konuşmalarıyla olaylar arasında bağlantı kurmaya her türlü hakkı vardır.
Eksiksiz bir “vurun kahpeye” dönemi başlatıldı. Bunlar tesadüf olamaz ve uzun süredir gelişmeleri endişeyle izleyen halkın, Başbakan ve bakanlarının “türban, imam hatipler, yargı kararları” gibi konulardaki tehditkar, kışkırtıcı konuşmalarıyla olaylar arasında bağlantı kurmaya her türlü hakkı vardır.
Başbakan “Sabrımızı taşıtmayın diyerek “taştığı takdirde kötü olaylar olacağı” mesajını verirken aynı anda “kötü olaylar olmaya” başlıyor. Aynı sıralarda Dışişleri Bakanı ve Başbakan “Danıştay kararı”nı “Yakında evlere, oruç tutanlara da yasak getirirler” şeklinde akıl almaz bir kışkırtıcılıkla yorumluyorlar.
Dün, siyasetçilerin üslubunun önemini vurgulamış (açıkça söylememiştim ama) köşe yazarlarının konuşmalarını alıp basına aynısını tekrarlayamayacaklarını, bunun çok tehlikeli olacağını söylemiştim. Aynı zamanda laikliğin onların söylediği gibi “inananlara” veya “türbana” değil “tüm dini simgelere” kurallar getirdiğini ve belli bir dinin, inancın devleti ele geçirmesini önleme amacını taşıdığını yazmıştım.
AKP’li belediyelerin Ramazan’da bazı belediyelerde ve belediyeye ait mekânlarda gün içinde yemeği yasaklaması benzeri örnekleri zaten görmüştük ama din devletin içine girdiğinde, tüm sorunlar bırakılıp halk din üzerinden kışkırtıldığında ve baskı ve saldırılarla laiklik ortadan kalktığında gelecekte olabilecekleri “taşlanan başı açık gazeteci” örneğiyle daha net görmek mümkün. Laikliğin olmadığı yerde demokrasi mümkün değildir.
Aynı baskı ve saldırıların okullarda, devlet dairelerinde başı açık kadınlara yapıldığını düşünün. Dinci gazetelerin başı açık kadınlar için “Mamalar” diye manşet attığı, başı kapalıları “namuslu” sayarken açıkların “fahişe” olduğunu yazdığı bir ülke burası… Bu kışkırtmalarla neler olmaz?
Darbeler Türkiye’ye çok şey kaybettirdi, provokasyon ölçüsü ne olursa olsun bu kez sivil toplum insiyatifi elinde tutmak ve çözümü kendisi bulmak zorunda…
AKP yönetiminin konuşmaları, Erbakan’ın “Kanlı mı olur, kansız mı bilemeyiz” cümlesini hatırlatmaya başladı, olaylar tırmanıyor. Hükümet ülkeyi karıştırmak, orduyu kışkırtmak ve bu millete bir kez daha zehir içirmek niyetindeyse seçime gitsin.
Değilse işini yapsın, sorunlarını sessizce Meclis’te halletsin. 21. yüzyılda Madımak veya Kubilay olaylarının benzerini yaşamak Türk insanının tercihi değil. Zaten dünya önünde kötü olaylarla yeterince anıldık, bir de bu rezalete ihtiyacımız yok.